Sadece bir gece kalıp döneceğiz ve otel eve 10 dakikalık mesafede. İşte maksat çocuklara hoşluk olsun filan falan. Neyse.
Tüm bir akşam boyunca evde fırtınalar estirdim “Herkes kendi eşyasını toplayacak, kimse bir şey unutmayacak, gereksiz hiçbir şey alınmayacak ve şu minicik el çantasına hep beraber sığılacak!” diye.
Malum biz ailece her yere tek bavul gidebiliyoruz diye övünen bir tipim. Neyse. Gittik otele.
İlk olayım su parkında bikinimin askısının kopması ve uzunca zaman fark etmeden korsan meme şeklinde gezmemle başladı.
Yonca “Teki açıkta”
İkinci olayım; “Ben burada deniz dururken havuza girmem abi!” naralarım sonucunda, kendimi hâlâ soğumamış ve yaklaşık 37 derece olan Körfez Denizi’ne atmamla devam etti.
Avrasya koşusu yaklaştıkça kafamda sürekli antrenman fikri olduğundan her anımı sporize etme çabasındayım ya, uzun mesafe yüzerim hayalleriyle başladım açılmaya.
Bir sene herkes sutyen rengini yazdı; pembe, mor, dantelli vs. gibi, bir sene herkes ayakkabı numarasını yazdı filan falan.
Bu sene de herkesin doğum yılı için verilmiş bir rakam, doğum günü için de verilmiş bir besin maddesi var ve herkesin profilinde şöyle bir cümle yazıyor mesela: 12 haftadır baklava yemedim, 6 haftadır süt içmedim, 9 haftadır simit yemedim gibi.
Ben bu uygulamaya biraz gıcığım. Bu kodlamanın neresi kadınlara meme kanseri hakkında farkındalık hissi veriyor anlamadım.
Ne uyarı var kodun içinde, ne bir önlem fikri. Erkekler de dalga geçip duruyorlar. Hatta bir arkadaşım “20 yıldır dayak yemedim” yazmış, karısı da altına “E belli kaşınıyorsun” demiş mesela. Gülsem gülemem, ağlasam ağlayamam.
Keşke bu kodlar yerine kadınlar açıkça “En son dün mememi elledim, kitle yok!” yazsa da meme kontrolünü yapmayanların aklına gelip kontrol yapsalar mesela! Bir başkası da “mamogram çektirdim, erken teşhisle iyiyim!” yazsa bari de başka birileri de ayılsa.
Açık ve direkt olsak ya!
Bu arada, meme kanseri olup tedavi gören veya bu süreci yaşamış kadınlardan ve yakınlarından bir mail aldım: www.umitliyiz.com Kanser Hastaları Platformu.
Etrafımdaki Fransızlar çocuklarını İngiliz okullarına, İngilizler Amerikan okullarına, Amerikalılar Fransız okullarına, Türkler de kendi eğitim sistemimiz dışındaki her türlü okula vermek için yırtınıyorlar. Belli ki kimse kendi çıktığı yerden memnun değil.
Sonuçta herkes karar vermek zorunda kaldığı şeyden memnun olmak zorunda kalıyor.
Ayıptır söylemesi ama, hani o şemsiyeli küfürlü bir deyimimiz var ya, halimiz öyle işte.
Hislerimi ve kafamdakileri bir türlü tam istediğim gibi anlatamıyorum bu konuda.
Okullara veya sistemlere kızmıyorum ben; sadece onlarla anlaşamıyorum.
Ben okul ve sistemlerden çok, çocuklarımızı tanımaya ve aile içi eğitime inanıyorum.
Kızımız dans ve sanata yatkın. Oğlumuzsa futbol ve mekaniğe. Kızım kendini bedeniyle ifade ediyor, oğlum felsefeyle.
Tek ortak noktaları spor yapıyor olmaları.
İlginç hikayeleri var. Yani nasıl ve neden durduk yerde koşmaya başlamışlar mesela, ilginç olan o. İlginç olan, herkesin aslında onları okudukça kendinden bir şeyler bulacak olması veya hiçbir ortak yön bulamayacak olması.
Ya da ilginç olan esas şu mesela; yaptıkları ne olursa olsun, sadece kendileri için yapmak yerine, birilerine de fayda sağlamak için yapıyorlar. Koşmak da değil mesele, kimisi yürüyor mesela. Hareketsiz durmuyorlar yani.
Ben de, her katılacağım koşu öncesi -ki Avrasya’ya bir ay kaldı şimdi- köşemde “bu çeşit” insanların hikayelerine yer veriyorum.
Yer veriyorum, çünkü istiyorum ki sizler de harekete geçebileceğinizi görün. Yani bir gün elbet siz de bir yerden başlayabilirsiniz. Birilerinin hayatlarına fayda sağlayabilirsiniz.
Asla geç olmaz. Asla geç olmuyor.
Denemek, yolun yarısı.
İstanbul’u bırakıp eşiyle beraber Bodrum Bitez’e yerleşiyor.
Çalışmaya alışmış insan boş durabilir mi hiç?
Asla!
Bakıyor etrafta bir sürü atılmış plastik çizme, eskimiş kotlar ve bir dolu peynir tenekeleri filan var. Hepsi de güzelim doğaya gereksiz bir yük. Bütün bu eskileri ve atıkları değerlendirmeye karar veriyor. İnanılmaz yaratıcı, zihni sinir postmodern dizaynlar yapıyor.
Sizin begonvilinizin evi var mı mesela?
Benim var!
Saksıdaki begonvilime peynir tenekesinden Bodrum evi yaptı mesela. Nasıl güzel inanamazsınız! Gördüğüm en akıllı ve anlamlı saksı. Saksı demek ayıp bence. Evimde bir karakter artık kendisi.
Çocuklarımızla, ailemizle çok, çok çok güzel bir yaz geçirdik Yalıkavak’ta. Yıllardır ilk defa çocuklarıma doydum sanki. Öyle iyi geldi ki. Hatta fazla iyi geldi, şu an acilen okul açılsın da nefes alayım diye bakıyorum. Hayat tezatlıklarla dolu. Dip dibe olursun için bayılır, ayrı kalırsın özlemden ölürsün.
Dönüş zamanı gelince feci bir hüzün basıyor içimi. Çocuklar da çok fena oluyor.
Zor oluyor işte... Neyse.
Bu kadar lak lak yeter. Size şu ara aklıma takılan ve aslında daha önce de yazmak istediğim bir şeyi yazasım var aslında.
Bugüne kadar bunca mülteci kampı ziyaret eden, mesela Etiyopya’daki çocukları evlat edinen onca “yabancı” sanatçı mesela, neden asla bir politikacının yanında gölgesi veya uydusu olarak gitmedi buralara da, ya hep elçisi oldukları organizasyonlarla veya kendi imkanları ile “insanlığa” el uzattı da, bizim sanatçılarımız bunu o şekilde yapmadı konusu gibi.
Bunu ben de gerçekten merak ettim.
Sonra birden bundan 1,5 yıl kadar önce benden yaşça küçük akılca hayli büyük bir arkadaşımla aramda geçen yazışmayı hatırladım.