Paylaş
Etrafımdaki Fransızlar çocuklarını İngiliz okullarına, İngilizler Amerikan okullarına, Amerikalılar Fransız okullarına, Türkler de kendi eğitim sistemimiz dışındaki her türlü okula vermek için yırtınıyorlar. Belli ki kimse kendi çıktığı yerden memnun değil.
Sonuçta herkes karar vermek zorunda kaldığı şeyden memnun olmak zorunda kalıyor.
Ayıptır söylemesi ama, hani o şemsiyeli küfürlü bir deyimimiz var ya, halimiz öyle işte.
Hislerimi ve kafamdakileri bir türlü tam istediğim gibi anlatamıyorum bu konuda.
Okullara veya sistemlere kızmıyorum ben; sadece onlarla anlaşamıyorum.
Ben okul ve sistemlerden çok, çocuklarımızı tanımaya ve aile içi eğitime inanıyorum.
Kızımız dans ve sanata yatkın. Oğlumuzsa futbol ve mekaniğe. Kızım kendini bedeniyle ifade ediyor, oğlum felsefeyle.
Her çocuk yaratıcı ve kendi içinde yaşına uygun şekilde uçuk.
Ama nedense biz büyükler bundan hiç memnun değiliz ki, bilinçli veya bilinçsiz, onları sürekli birbirinin aynı olmaları için yontuyoruz.
Hepsi kendilerine has şekillerini unutup birer kareye dönüşüyorlar sanki.
Mesela Dubai’de evde, Google’dan Yalıkavak’taki evimizin bahçesine kadar bakabiliyor, gezdiğimiz koyların girinti ve çıkıntılarını inceleyip Paris’in sokaklarında gezinebiliyoruz.
Ama öğretmen kalkıp “Çocuğun coğrafyası iyi değil, daha çok çalışması lazım!” filan demiyor mu, o an bana gelenler geliyor.
Aha radyo!
Kızım da oğlum da hayatlarında hiç radyo görmediler. Geçenlerde internetten buldum gösterdim: “Aha bu radyo!” dedim. “Eskiden bizde vardı, tiyatro dinlerdim” dedim. Ağızları beş karış açık, tarih dersi dinler gibi dinlediler beni.
iTunes, iPod, iPhone... “i” nesli onlar. iPad varken niye okula defter filan taşıyoruz diye kıllanıyorlar.
Eskiden inci gibi olan el yazım şimdi berbat. Hayatım bilgisayar klavyesinde tıklıyor.
Ne kadar hızlı yazdığıma inanamıyorum. Hiç daktilo dersi almadım oysa.
Eğitim sistemleri de zor durumda. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Rekabet arttı, ortada bir dolu çocuk var ve hepsi de çok acayip iyi mi!
Sir Ken Robinson diye bi adam var. Acayip bi adam. Kitaplarını bulun alın, bi okuyun ki kafanız iyice karışsın.
TED konferanslarında yaptığı “Okul yaratıcılığı öldürüyor” konuşması 200 ülkede 3 milyon kere indirilip izlenmiş. Eğitime dair gözlem ve eleştirilerini, çözüm fikirlerini anlatıyor. Adamı Google’layın göreceksiniz. Ya bakın gördünüz mü, anlatmaya gerek mi var, tıklayın bakın diyorum. Google var!
İşte bu adam, benim uzun zamandır bir türlü anlatamadığım ama örneklerini verdiğim şeyleri inanılmaz iyi dile getiriyor. ıçime su serpiyor.
Butik okul
Fabrika kılıklı okullardan çok sıkıldım. Çocukların farklılıklarını görecek halleri yok onların. Tek tip olmalı ki her şey, işleri kolay yürüsün.
Uzun zamandır okul, McDonalds tipi değil de, anneannemin patates kızartması gibi olsun hissim vardı. Ani bir kararla oğlumuzu küçücük, işyerime yakın bir okula aldım. Zaman kazandırdım çocuğa. Futbol oynayacak, lego yapacak daha fazla vakti olacak. Kendinden geçiyor çocuk lego yaparken.
Kızım için dans etmek her şeyden önemli. Benim için de onun için önemli olması önemli.
Bazen okula göndermeyip sadece dansa gönderiyorum valla.
Sevdikleri, ilgileri, yetenekleri olan şeylere yoğunlaşmaları taraftarıyım. ıçlerindeki o kalıplara göre “olmaz” denilen her şeyin tavan yapması için uğraşıyorum.
İç sesim böyle yapmamı söylüyor.
Şu iki linki seyredin. Türkçe altyazısı da var ayarlarsanız. Olmadı bana yazın, ben çevirip yazarım sonra.
http://www.ted.com/talks/ken_robinson_says_schools_kill_creativity.html
http://www.ted.com/talks/sir_ken_robinson_bring_on_the_revolution.html
Tartışmaya değer bence.
Baksanıza Steve Jobs gitti, yerine Tim Cook geldi.
Apple ve Nike karışımı bir gelecek var önümüzde.
Yaratıcılık, iletişim ve spor! ıbre bu yönde.
O her şeyin başına koydukları küçük harfle “i” pek manidar bence.
Yonca “iDe”
Paylaş