Kuzey Güney başladı o akşam. İlk başta temkinle oturdum ekran karşısına. Zaten ciddi bir dizikoliğim. Her sene başıma yeni bir bağımlılık çıkmasın diye kendimle savaşıyorum içten içe ve hep ben yeniliyorum nedense!
Dubai’de geceleri yapayalnızken, çocuklar da yattıktan sonra accayip iyi geliyor diziler bana. Bavul dolusu getirdiğim ay çekirdeklerim ve demlenmiş ince belli çayım, önümde bilgisayarım yazı yazarken, en sevdiğim şey dizi izlemek ve twit’lemek. Neyse, içimden “Zaten perşembelerim Fatmagül’e feda, bir de Kuzey Güney çıkmasa başıma” diyerek oturdum ekran karşısına. Ama merak da var tabii, bakalım Kıvanç Tatlıtuğ yine yeniden oturabilecek mi yeni rolüyle yeni bir tahta... Bu arada Güney rolündeki Buğra Gülsoy’a haksızlık yapmak istemem. Fatmagül’den beri hastasıyım. Diziden gidince içim kan ağladı. Vural rolüyle beni benden almıştı! O da bir başka efsane benim gönlümde. Kuzey Güney’e dönüyorum yine... Dizi başladı, dakka bir gol bir! Kıvanç Tatlıtuğ bomba! İnanılmaz bürünmüş karaktere. Hem tipiyle hem oyunculuğuyla. Güzel adam seviyorum evet. Güzel vücut da seviyorum evet. Ama olay bir tek bu değil ki! Sonra Kıvanç Tatlıtuğ ile ilk yüz yüze tanışmamız geldi aklıma. Dubai’ye gelmişti. Gümüş dizisindeki popülerliği yüzünden Arap dünyası kendini onun için yerden yere atıyordu hayranlıktan. Ofisimdeki Birleşik Arap Emirlikli iş arkadaşım, kocasına “Bana Kıvanç gibi davran!” diye yalvardığını anlatıyordu ha bire. Onun geldiğini duyan 13 bin Arap kadın uçaktan inince alanda fenalık geçirmiş, ilk karşılaştıkları yerde Kıvanç’a saldırmışlar ve çocuğu resmen baygınlık geçirecek noktaya getirmişlerdi. Hangi Lübnanlı arkadaşımla konuşsam, Kıvanç için iş çıkış saatlerini değiştirdiklerini anlatıyordu. Arap kadını üstünde akıllara zarar bir pozitif etki yaratmıştı. Kıvanç şaşkındı. Biz de. Akşam Büyükelçi ve Başkonsolos, Gümüş ekibi ile yemek yenecekti, biz de davetliydik. Bi heyecan gittim. Tam karşımda oturuyordu Kıvanç. Evet yakışıklıydı. Evet çoook hoştu. Ama başka bir hali vardı. Dingin. Sakin. Şımarık olmayan. Ne dediğini bilen. Ayakları yere basan. Havalanmayan. Burnu havada asla olmayan. Saygılı. Farklı. Bir ara: “Hayatımda aklıma gelmezdi bu kadar ilgi göreceğim. Çok şaşırdım. Hiç haberim yoktu bu kadar ünlü olduğumuzdan. Utandım. Biraz da ürktüm... Buna layık olmak için, bu durumu devam ettirebilmek için daha çok çalışmak lazım. Bunu fark ettim. İşim şimdi daha zor...” gibi cümleler kurdu. Dinledim. İzledim gece boyunca. O gece boyunca tek bir kapris, hava basma ya da ne bileyim işte insanı gıcık edecek tek bir davranışta bulunmadı. Etrafındaki herkesle aynı mesafede ve aynı sevecenlikteydi ilişkileri. Ki gayet gıcık da olabilirdi. Havalanadabilirdi. İlgi öylesine deliceydi. Neyse. Döneyim yine Kuzey Güney’e. Bir ara replikleri dinleyemedim. Düşünmeye dalmışım. Kıvanç Tatlıtuğ’un kendi hikayesini düşünmeye dalmışım. Oynadığı dizileri, Grease müzikalini, filmleri vesaire. Nereden nereye geldi adam dedim. Sonra Leonardo DiCaprio geldi aklıma. İlk başta “Patates suratlı, nesini beğendiler ki?” demiştim ben onun için. Yakışıklı diye gözde oldu bir anda filan demiştik aramızda. Bu adamda ne buldular da bu kadar iyi rolleri veriyorlar filan da demiştik, boş boş, bilmeden. Derken adam git gide coştu. İnanılmaz bir aktör oldu. Her şekle giren, hangi karaktere büründüyse kendini ona uyduran. Tipiyle değil de oyunculuğuyla yer eden. Her yeni tipte başka bir şöhret basamağını hakkıyla kateden. Tipinden git gide daha az söz edilen... Filmlerin adından sanından önce, “Leonardo oynuyormuş...” denmeye başlandı. Kıvanç bana Leonardo DiCaprio’yu hatırlattı birden. Mehmet’ten Behlül’e, oradan Sekiz’e, Sekiz’den Kuzey’e... Birini sildi, yenisini çizdi. Tipini bırakın, bu çocuk iyi bir oyuncu olarak ilerliyor. Çalışıyor belli. Doğru akıllara, yeteneklere, hocalara kulak veriyor. Şımarmadan hem de. Başarının sırrı bu bence. Yonca “Batı”