Paylaş
Çocuklarımızla, ailemizle çok, çok çok güzel bir yaz geçirdik Yalıkavak’ta. Yıllardır ilk defa çocuklarıma doydum sanki. Öyle iyi geldi ki. Hatta fazla iyi geldi, şu an acilen okul açılsın da nefes alayım diye bakıyorum. Hayat tezatlıklarla dolu. Dip dibe olursun için bayılır, ayrı kalırsın özlemden ölürsün.
Dönüş zamanı gelince feci bir hüzün basıyor içimi. Çocuklar da çok fena oluyor.
Zor oluyor işte... Neyse.
Bu kadar lak lak yeter. Size şu ara aklıma takılan ve aslında daha önce de yazmak istediğim bir şeyi yazasım var aslında.
Bugüne kadar bunca mülteci kampı ziyaret eden, mesela Etiyopya’daki çocukları evlat edinen onca “yabancı” sanatçı mesela, neden asla bir politikacının yanında gölgesi veya uydusu olarak gitmedi buralara da, ya hep elçisi oldukları organizasyonlarla veya kendi imkanları ile “insanlığa” el uzattı da, bizim sanatçılarımız bunu o şekilde yapmadı konusu gibi.
Bunu ben de gerçekten merak ettim.
Sonra birden bundan 1,5 yıl kadar önce benden yaşça küçük akılca hayli büyük bir arkadaşımla aramda geçen yazışmayı hatırladım.
Yıllarca çeşitli ülkelerde mülteci kamplarında çalışan, o kamplara sığınan kadın ve çocukların dramlarını en derin şekliyle yaşayan, onlarla hayatlarının acısını paylaşan, onlara yürek uzatan çok iyi ve yakından tanıdığım bu olağanüstü bizim ülkemizin yetiştirdiği pırlanta gibi “çocuk” (adı bende saklı kalsın şimdi) bana bir gün şöyle bir e-posta yollamıştı:
“Yonca Abla, bu mülteci kampındaki tecavüze uğramış, zulüm görmüş, aklının hayalinin alamayacak olduğu derecede sefillik ve acı çeken kadın ve çocukları ziyarete ve yardıma dünyanın her yerinden gazeteciler, sanatçılar hep geliyorlar. Güzel şeyler yapıyorlar. Bu kadın ve çocukların sesi oluyorlar. Hayatlarını kurtarıyorlar.
Bunca kampta çalıştım, bir tek Türkiye’den hiç kimse gelmedi bugüne kadar.
Bunca sene buradayım, bu çocuklar ve kadınlarla yaşıyorum. Ne bir Türk gazeteci, ne de sanatçı uğradı... Herkese yazdık, resmi işlemlerde yardımcı olabileceğimizi söyledik, hiç kimse duymadı sesimizi. Çok üzüntü verici...”
* * *
İşte bizim sanatçı ve gazetecilerimizin Somali ziyareti ve üzerine yazılanlardan sonra bu yazışmamız aklıma geldi.
Mesela, gazetecilerimiz de oraya gidenlerle oradaki çocuklardan daha çok ilgiliydi sanki. Hani arada ince bir çizgi var ya, haberi verirken neyin üzerinde durulması gerektiğini daha başka vurgulayabilirlerdi belki.
* * *
Arkadaşımla bu yukarıdaki yazışmaları yaptığımız dönemde, öyle fena olmuştum ki anlattıkları üzerine, ben de çok gitmek istedim Kenya’daki o mülteci kampına. İmkanım olmadı. Gidemedim. Kafama koysaydım gidebilirdim ama. Kesin giderdim. İşte o zamandan beri, ne zaman durduk yerde gidemediğim aklıma geldi, kendimi kötü hissettim. Ben de o “boşlayanlardan, umursamayanlardan biri” oluverdim çünkü. “Laf çok, hareket yok Yonca!” dedim kendime, bana kızdım.
Şimdi de, acı ama gerçek, öyle ya da böyle gidenleri de “Vay efendim niye ‘politik’ içerikli gittiniz ki?” derken buldum kendimi birden iyi mi!
Belki de bu görüş(üm) hatalı.
Acı ama gerçek diyeceğim yine, benim yapamadığımı birisi, öyle ya da böyle diyeceğim yine, yaptı sonuçta.
Başkasına kızıyorum ama, ne hakla?
Sinirim aslında en önce kendime.
Düşünüp de gerçekleştiremediğime kızıyorum ben.
Çuvaldız yine önce kendime.
Yoksa o kızgınlığım tam da tipik bir biz klasiği işte...
Laf çok, iş yok.
Çok laf edeceğimize, harekete geçtiğimiz güzel günler dilerim.
Yonca
“iğne”
Türkiye’deki erkekler hamile
Bu yazdan benim için unutulmayacaklar listesi...
Özgü Namal’ı gördüm kendi gözlerimle. (Bu da ne demekse!) Yani yanımıza geldi. Yakından gördüm. Nasıl da heyecanlandım anlatamam. Biz ailecek, çoluk çocuk genç yaşlı çok severiz Özge’yi. Görünce nasıl nasıl nasıl hayran oldum anlatamam. Su gibi güzel bir kadın. Gözlerinin içi gerçekten gülen bir insan. Bayıldım. Dolu dolu, içten içten konuşan bir kadın... Düşündükçe gülümsüyorum.
“Türkiye’deki tüm erkekler hamile!” Başlıktaki bu cümleyi söyleyen ben değilim, Fransa’dan gelen arkadaşlarımız. Plajlarda gördükleri erkek göbekleri üzerine bu yorumu yaptılar.
Steve Jobs gitti. Tim Cook geldi. Benim için bu yaz gönlüme “elma” damgası gibi oldu bu değişim. Bu konuda yazacaklarım var. Yakında burada.
Bir kitap okudum. Çok uzun zamanda okudum. Bittiğine yanıyorum şimdilerde. Çevirisi yok bizde. Adını da vermeyeceğim. Çünkü yazacağım. Çok feci etkisi altındayım. Hâlâ...
Paylaş