Paylaş
İstanbul’u bırakıp eşiyle beraber Bodrum Bitez’e yerleşiyor.
Çalışmaya alışmış insan boş durabilir mi hiç?
Asla!
Bakıyor etrafta bir sürü atılmış plastik çizme, eskimiş kotlar ve bir dolu peynir tenekeleri filan var. Hepsi de güzelim doğaya gereksiz bir yük. Bütün bu eskileri ve atıkları değerlendirmeye karar veriyor. İnanılmaz yaratıcı, zihni sinir postmodern dizaynlar yapıyor.
Sizin begonvilinizin evi var mı mesela?
Benim var!
Saksıdaki begonvilime peynir tenekesinden Bodrum evi yaptı mesela. Nasıl güzel inanamazsınız! Gördüğüm en akıllı ve anlamlı saksı. Saksı demek ayıp bence. Evimde bir karakter artık kendisi.
Plastik çizme üstü seksi kotlu çiçekliğe hele, feci bayıldım.
Daha fazlasını anlatmayayım siz en iyisi kendisine bir mail atın.
Off bir de bamya turşusu yapıyor ki kendisi, ellerinizi yersiniz!
Accayip lezzetli.
Amaaan keşke kimseye söylemeseydim belki...
ozdensaygun@gmail.com
Yonca
“Begonvilla”
Beyti Güler
Yalıkavak’dan dönerken, İstanbul’da Atatürk Havalimanında Dubai uçağı için tam 6 saat beklememiz vardı. Ne yapsam ne yapsam diye düşünürken, çocuklarıma harbi kebap yedireyim fikri geldi. Beyti aklıma geldi. Yıllar var gitmedim. Dünyanın en görülesi, tecrübe edilesi yeri diye anlata anlata çocuklarla atladım taksiye gittim. Daha kapıda başlıyor Beyti tecrübesi. İçeri girerken tüylerim diken diken oldu. Beyti Bey yine kapıda geleni gideni bizzat karşılıyordu gülen gözleriyle. Yıllardır bu böyle.
Üzerinden saygı akıyordu, yine.
Masamıza geçtik oturduk. Nezaket, asalet, ilgi ve saygı en genç garsondan en kıdemlisine kadar her yerden fışkırıyor. Çocuklarımın ağzı açık kaldı. Ben de tarihçesini anlattım. Beyti’ye gelen Devlet Başkanlarını, Beyti’yi dünyanın başka yerlerinde açmak için kimlerin neler yaptığını...
Masal gibi dinlediler hepsini hayran hayran.
Yediklerine doyamadılar. Ben zaten kendimden geçtim yine. Öyle hasret kalmışım ki!
Derken bir baktım, 80 yaşının üstünde sanırım artık, Beyti Bey, gülümseyerek geldi masamıza. Önce kızıma, sonra oğluma “Hoşgeldiniz çocuklar. Sizi burada görmek çok güzel...” dedi. Hal hatırlarını sordu. İlgilendi benim miniciklerimle. Kalakaldım öylece.
Gözlerim doldu. Küçüğe saygı gösteren büyük.
Beyti farkı.
İnsanlık farkı. İşine ve insana saygı.
O yüzden Beyti hep kalıcı ve özel işte.
Yonca
“tarih”
Prof. Dr. Oya Başak
Kendisi benim Boğaziçi İngiliz Dili ve Edebiyatı’ndan hocamdır.
Emeritüs Profesör oldu üstelik. Yani varılacak en üst mertebesinde mesleğinin.
Dünyanın en kendine has, en harika kadınıdır. Uçarak koşarak oradan oraya zıplayarak ders anlatır. Olağanüstü bir kahkahası enerjisi, bilgisi, kültürü, tarzı ve zekası vardır.
Hayran olursunuz.
Gözünüz kırpamazsınız o anlatırken. Hipnotize eder sizi.
Hayatın ta kendisidir.
Derse rüzgar gibi girer en şık haliyle. Ders beklerken siz, o bir gece evvel bulunduğu ortamdan başlar anlatmaya, siz tam “Ama dersle ne alakası var yani...!” derken, bir bakarsınız ki kendinizi Shakespeare’in sonelerinde kaybetmişsiniz haberiniz yok.
Komiktir. Esprilidir.
Kendiyle barışıktır. Ciddidir ama.
Aradan bunca yıl geçti, anlattığı hiçbir şeyi unutmadım.
Yıllardır kendisini görmüyordum. Altın Kelebek ödül töreninde arkamda oturduğunu farkedince yanına gittim. “Hocam ben sizin hani koca ayaklı öğrenciniz Yonca!” dedim, kendimi hatırlattım. O kısacık 5 dakikada bir güldük bir ağladık. Neyse. Derken yazılarımdan Bodrum’da olduğumu anlayıp beni bu sefer o buldu. Ben Yalıkavak’dan gidiyorum yazınca da aradı.
Olay burada başlıyor esas. Dikkatli dinleyin.
“Yonca, yarın gidiyormuşsun şimdi okudum, seni görmeye gelmek isterim gitmeden. Çocuklarını merak ediyorum. 10 dakikada olsa, evdeysen uğrayacağım...”
Dilim tutuldu telefonda.
Koskoca Oya Başak Hocam, bana gelmek istiyor. “Evdeyim tabi, dört gözle bekliyorum!” dedim. Işık hızıyla geldi.
15 dakika kadar oturdu, yine bir yerlere yetişiyordu. Sohbet ettik. Ağlamamak için zor tuttum hep kendimi.
Boğaziçi “Hayat Okuludur” evet. Orayı hayatın ta kendisi yapan da hocalarıdır. Düşünün ki, benim koskocaman bir Hocam, hiç üşenmeden, ego mego yapmadan arayıp bana geliyor. 15 dakikalığına bile olsa...
Oysa bana gayet güzel “Sen gel!” de diyebilirdi. Beni çağırabilirdi.
Yok. Beklemedi. Bin tane hesap kitap kim büyük kim küçük vesaire bahane etmedi. Atladığı gibi, canı çektiği için, içinden geldiği için geldi.
İşte ben bu hayat doluluğa, bu yaşsızlığa, bu saygıya ve samimiyete, sahiciliğe hayranım.
Minnettarım.
Bana çok örnek oldu. Hala örnek.
Yetiştirdiği tüm öğrencileri şanslı. Çok şanslı.
Hatırlatayım.
Yonca
“daimi öğrenci”
Paylaş