Yonca Tokbaş - Kelebek

SADE konseri @Abu Dhabi

19 Aralık 2011
Size Sade’yi anlatacağım şimdi. Anlatabilirsem tabi.Sahneye siyah pantolon, siyah bluz ve siyah topuklu bir ayakkabı ile çıktı. Sonra ayakkabıyı düzüyle değiştirdi. Saçları ense dibinden bir at kuyruğu. Siyah. Sade. Çok sade.

Sesinden ve kendinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bir halde, sahneye çıktığı an, sanki gökten bir Tanrıça, Müzik Tanrıçası inmiş gibi hissettirdi tüm ahaliye.
Heykel gibi. Kusursuz bir heykel... Duru. Sade. Güzel. Asil. Başka türlü asil.
Hepimiz sustuk. Kıpırdayamadık o söylerken.
O asaleti tarif edemem ki kimseye. Havasında vardı asalet. Alnında vardı. Tepeden tırnağa sesinde vardı...
Havasındaki o asalet yüklü bulut hepimizi kapladı. Sustuk. Dinledik. Tapındık sanki ayindeymişiz gibi.
Birbirini tanımayan binlerce insan, saygı duruşunda dinledik. Ne bir ekstra şova gerek vardı, ne başka bir ışığa. Sade ışıktı.
Müzik ve sesten, Sade’nin sesinden başka hiçbir şeye gerek ve yer yoktu sahnede.

Yazının Devamını Oku

Bu gece Alsancak

16 Aralık 2011
İzmirli’ye bu gece uyku muyku yok kardeşim.

Çünküüü bu gece, geçen sene ilki düzenlenen Fashion’s Night Out’un ikincisi var. Alsancak’taki en güzel sokaklar capcanlı, mağazalar taaa gece yarısından sonrasına kadar açık. Millet kendini alışverişe, sohbete, gezmeye verecek. İşin ucunda bir de güzel amaç var hem; hayvan haklarını kısıtlayıcı nitelik taşıyan kanunu protesto etmek!
Gece boyunca anlaşmalı mağazalarla ve restoranlarla bir sürü sürpriz de hazırlanmış.
Nasıl canım çekti orada olup Alsancak sokaklarında dolanmayı, kestane yemeyi, bir yerde oturup gelen geçeni izlemeyi. Tanıdık ve gayet havalı yüzler görmeyi...
Her şey bahane, benim canım sokak hayatı mis gibi olan İzmir havası çekti. Bu gece benim için de yürüyün Gül Sokak’ta.
Yonca “Güllü”

Funda Arar

Sesi tütün kokan kadın diyorum ben ona. İçimi kaplıyor sesi. Çok seviyorum. Funda Arar, 18 Aralık Pazar günü, bu pazar yani, Darüşşafakalı çocuklar yararına TİM Show Center’da  konser verecek.

Yazının Devamını Oku

Şükürname

12 Aralık 2011
Mutfakla aram açık. Hatta yok gibi. Gerçekten aşka gelirsem ne âlâ, yoksa mecburiyetten yapıyorum ne yapılacaksa.
Atla deve değil biliyorum ama, her kış vakti sıcak şarap yapıyorum, bunu kendimce bir gelenek haline getirdim ve buna bayılıyorum mesela.
Her sene aralık ayında bir akşam, tüm arkadaşlarımı toplayıp kazanla sıcak şarap kaynatıyorum. Kazanla.
Bi de oyun uyduruyorum.
Mutlaka.
Geçen sene herkese 2011 dileklerini -isimsiz olmak şartıyla- bir kağıda yazdırıp sepete attırmış, sonra da herkese rastgele seçtirip okutmuştum.
Böylece benim aklıma gelmeyen bir dileği bir başkası yazdıysa örneğin, sayesinde benim de dileme şansım oluyordu ve benim sesimden evrene yayılıp gerçek olacak gibi hayal etmiştim.
Oyun bu ya!
Bu sene de oyun olarak “Şükürname” yaptırdım herkese.
2011’de nelere şükrettiğimizi yazdık, sepete attık.
Rastgele çektik, okuduk. Şükretmeyi unuttuğumuz bir şey varsa başka bir arkadaşın şükürnamesi sayesinde hatırladık ve hep bir ağızdan ha bire “Çok şükür, çoook!” dedik durduk.
Bu arada, kendi şükürname listemden bir demet de ELELE Aralık sayısında hazır.
Yonca
“şükürmatik”

Sıcak şarap tarifi

Olur da yapasınız gelirse diye buyrun size benim sıcak şarap tarifim.
Bu tarifi arkadaşlarımdan ve internette okuduklarımdan karıştırıp elde ettim.
Hepsi göz, burun, keyif ve tat kararı yalnız, keyfinize güvenin.
Keyifle için...
Cabernet Sauvignon, Merlot veya Chinatigillerden kırmızı şarap, Cointreau ve Grand Marnier olmadı biraz da, veya hatta Cognac.
Portakalın kabuğunu poposundan ve kafasından azıcık kesiyorum. İçi görünür hale geliyor. O kestiğim kabukları tencereye atıyorum. Hiçbir şeyi ziyan etmiyorum. O tombik portakalımın üzerine şekilli şekilli karanfilleri diziyorum. Yılbaşı süsü gibi oluyor ve kazanın dibinde dağılmıyor, tortulaşmıyor.
Bir başka portakalın suyunu da sıkıyorum.
Çubuk tarçın, kahverengi şeker, Bodrum Mandalinası kabuğu ve suyunu (olmadı mandalina da olur) tencereye atıyorum. Aslında şekerden çok bal kullanmayı tercih ediyordum.
Bu sene ikisini de ekledim. Gözüm tada doysun istedim. Bir de Hint Cevizi (hani nutmeg) denen şey var ya, onu da ekleyin bulursanız. Olmazsa sorun yok. Panik hiç yok.
Bunların üzerine şaraptan azıcık döküyorum. Üzerini bile kaplamıyor ama, azıcık. Hani ıslansınlar ve birbirlerine karışsınlar diye. Bir de Cointreau ve Grand Marnier ekliyorum. Yine az az.
Kısık ateşte bırakıyorum şekerler ve bal erisin, her şeyin aroması iyice tütmeye ve karışmaya başlasın diye.
Sıcak şarabın bazı iyi karışmış olursa eklendikçe de güzel olur(muş). İşin püf noktası şu yalnız: Ne olursa olsun sıcak şarap yaparken asla kaynatmayacaksınız. Bir kere bile fokurdamasın yani. Ateş hep kısık kalsın, en kısık. Olmadı, söndür aç şeklinde devam. Bayağı hareketli oluyor insan sıcak şarap yaparken. Çok zevkli. Koku da çok baştan çıkarıcı.
Mmm mis!
Neyse işte o aromalar birbirine iyice karışınca, başlıyorum harbiden şarabı bocalamaya, tahta kaşık yardımıyla da karıştırmaya. Alkol ısındıkça uçuyor diye ha babam Grand Marnier ve Cointreau ekliyorum. Abartmadan tabii!
Hem elimi korkak alıştırmıyorum, hem abartmıyorum. Uçan alkolün yerine yenisini eklediğimi düşünüyorum. Aroma zenginleştiriyorum bi bakıma.
Sağa sola çaktırmadan tadına bakıyorum. Ne karanfil az olsun, ne tarçın. Koku her yeri kaplasın istiyorum. Ekşi de olmasın tabi. Bal ekleyin arada. Birazcık da su. Sulandırmadan çoğaltmak için. Toprak bardaklarınız da varsa...
Offf, onlarla servis yapın kesin.
Herkes iki eliyle avuçlarında tutsun bardağını.
Sıcak şarap elleri ısıtsın. Yakmasın. Isıtsın.
Sıcacık olsun her yer. Her şey...
Burnunuza da yakın tutun bardağı hep. Tarçının, karanfilin, şarabın kokusu, dumanı gelsin yüzünüze.
Bence önce sırf sıcak şarap için. Yanında bir şey yemeyin.
Azıcık neşelenin, mayışın.
Ne zaman ki çarpacak gibi geldi, acilen pizza isteyin.
Dört peynirli mi olsa pizzalar sanki?
Hmmm... Akşama yine mi yapsam?
Canım çekti.
Yonca
“serhoş”
Yazının Devamını Oku

Bu konserde yok yok!

9 Aralık 2011
Sezen, Alpay, Nükhet, Kenan, Candan, Fatih, Zülfü, Bülent, Levent, Sertab...

Ve daha kimler kimler. Evet hepsi var. Hepsi 12 Aralık Pazartesi saat 21.00’de Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde olacaklar. Biletler Biletix’de. Bütün bu yıldızlar, 20 bin çocuğa eğitim imkanı sağlamak için, TEGV için bir araya geliyor.
Hem eğlenin, hem de bir çocuğun eğitimine katkıda bulunun.
Yeni yıla girmeden eğlenmek için bundan daha güzel bir amaç olabilir mi?
Olmaz bence.
Yonca
“TEGVci”

17 sene evvel bu gece

Çok garipti her şey.

Yazının Devamını Oku

Rakı ve kadın

5 Aralık 2011
Hayatta yazmayı en sevdiğim şey rakı. Rakı ve kadın ilişkisi hatta. Rakıyı erkeklere yakıştırıp erkek içkisi gibi algılayan ve sananlara inat, ben rakıyı en çok kadına yakıştırırım. En güzel kadın içer rakıyı. İddia ederim. İçerim.
Çok da ilginç, sene başında “Rakı, balık ve kadın” diye bir yazı yazınca Mey İçki çalışanlarından gelen bir yorum sayesinde öğrendim ki, mesela onların şirkette rakı-votka pazarlama direktörü, rakı pazarlama müdürü, rakı kategori geliştirme müdürü, asistanı, ürün müdürü ve onun asistanı hepsi kadınmış. Hatta hatta rakı tadımcılarının başı da kadınmış.
O kadar hoşuma gitti ki bu bilgi! Rakı ve kadın uyumunda haklıymışım demek ki.
Neyse, nereden nereye... Cuma günü internette bakınırken tesadüfen yakaladım ki 3-10 Aralık arası Dünya Rakı Haftası’ymış!
Balığı bol, mevsimi soğuk, geceleri uzun ve harflerinden rakı yazılabilen yegane ay olan Aralık ayında kutlanan Dünya Rakı Haftası, toplamda altı, Yeni Rakı sponsorluğunda ise üç yıldır kutlanıyormuş ve benim bundan haberim daha şimdi oldu. Haberim olur olmaz da hemen kendime bi güzel rakı meze hazırladım. Bi başıma, öylesine. Oh değmeyin keyfime.
Eğer bu muhabbete ortak olmak istiyorsanız hemen www.dunyarakihaftasi.com adresine bir gidin, katılımcı restoranlar ve bir sürü başka rakısal etkinlik için bilgi edinip rezervasyon yapın. Bu akşam Galata Köprüsü ve Karaköy rıhtımda havada rakı var. Demedi demeyin.
Bi duble de benim için için.
Şerefe!
Yonca
“Karı”: Harflerinden “Rakı” yazılan kadın anlamında...

Babanı görememek

Benim babam 1994’te vefat etti.
Şu hale bakın, öldü diyemiyorum hâlâ. Hâlâ! 1994’ten bu yana.
Babamı görememek, yanımda olamaması ve bir sürü başka şey ve his, fena.
Bunca yıldır bitmek bilmeyen ama zaman sayesinde beraber yaşayabilir hale gelebildiğim bir acı bu; babamın kaybı.
Yokluk, elden bir şey gelmez hissi, insanı acısına arkadaş yapıyor. Kin, hırs, sinir, isyan kalmıyor içinde.
Acınla ve yoklukla arkadaş oluyorsun bir nebze.
Mustafa Balbay bir baba.
Hayatta. Çok şükür. Allah sağlık ve uzun ömür versin. Versin ki çocukları ve eşinden çalınan zamanı en kısa zamanda yerine koyup dolu dolu yaşasın. Yaşayabilsin.
İki çocuğu var.
Şu anda kızı beşinci sınıfta, oğlu 4 yaşında.
Mustafa Balbay tam 1000+5 gündür; karısına, kızına, oğluna hayattayken hasret kalmaya mahkum. Bu işte, dayanılamaz bir şey.
Ne için? Suçu ne?
Bir kız, bir erkek çocuk, babalarının hayatta olduğunu bilip de sarılmaktan mahrum edilebiliyorsa, hayattayken ona dokunabilecekken beraber büyüyebilecekken uzak kılınıyorsa, siz o kız ve o erkek çocuğuna nasıl sakin ve inançlı, önyargısız olmalarını beklersiniz?
Yonca
“babasının kızı”
Yazının Devamını Oku

Virgin Bella

3 Aralık 2011
Yani hakikaten isyan ediyorum şu an. Sansür yüzünden. Berbat bir şey sansür.

Taaa 10 yıl önce “Forrest Gump” sansürlenmişti Dubai’de ve nutkum tutulmuştu. Nutkum tabii tutulmuştu; çünkü o filmde sansürlenebilecek bi şey yoktu.
Hiç.
Hem de hiç.
Ama sansür kafası oldu mu insanda bir kere, malum pişmiş tavuk bile müstehcen geliyor!
Sansüre isyan edesim geliyor hep ama; kime, neye, hem ne haddime? Dubai’de sistem böyle.
Neyse.
Ben bu Edward ile Bella’yı ve “Twilight” olayını, yani vampirleri çok seviyorum. O kadar ki, bazen filmi izlerken vampir olasım geliyor. Valla. Hem zaten esnek bir veganım ve sonsuzca fıstık gibi yaşayabileceğim fikri süper. Bir de çok hızlı koşabileceğim, düşünsenize!

Yazının Devamını Oku

Sevdiğin şeyi yapmak...

28 Kasım 2011
Annem bankacıydı. Emekli olmadan önce yani.

Çalıştığı süre boyunca her sabah işine koşa koşa gitti. Bir gün bile ne mesaiden, ne aldığı kuş kadar maaştan, ne yoğunluktan, ne arada başına gelen tatsızlıklardan şikayet ettiğini duydum.
Bir kere bile şikayet etmediği gibi, tam tersine, bugün “Hadi” deseler yine koşa koşa gider bankada çalışmaya. Yşinden övgü ve aşkla bahseder. Gözleri parlar “banka” dendi mi... Yüzü aydınlanır. Hâlâ.

Babam... İşinden nefret etti. Her iş gününü bir Çin işkencesi gibi yaşadı. Hiçbir açıdan anlaşamadığı, sevmediği, yaratıcılığını asla kullanamayacak olduğu; hatta her şeyinin pek ters düştüğü bir ortamda, hiç hak etmediği maaşa talim ederek yaşamaya mahkum gibiydi.
?ikayet ederdi, hüzünle. Eli kolu bağlıydı, ne olursa olsun iş işti, çalışmak durumundaydı. Bizim için bir şekilde dayandı, çalıştı. Ama çok da sinir yaptı. Bize de yansıttı. Sevmeye sevmeye içini kuruttuğunu bildiği o yere ömrünü verdi. Gençken yaşlandı.
Küt diye gitti. Erken.

Uzun zamandır sürekli bunu düşünüyorum. Ynsanın sevdiği bir şeyi yapması halinde gözüne, gönlüne hiçbir şey batmıyor. Para bile koymuyor. Seviyorsun, yapıyorsun. Ömrüne ömür katıyorsun sevdiğin şeyi yaparken. Zaman akmıyor sanki de, sen zamanla akıyorsun tatlı tatlı. Yorgunluk yok. Yük gibi değil gönlünde. Ağır değil zaten sevdiğin şey. Tüy gibi. Hatta o tüy seni taşıyor göklere... Uçuyorsun. Mutluluktan. Gençleşiyorsun, yeşeriyorsun sürekli.
Zenginlik bu...

Yazının Devamını Oku

Çocukla seyahat mi!

26 Kasım 2011
Valla ben çocukla seyahat konusunda hep rahat bir tip oldum.

Hatta o kadar rahattım ki, oğlumuzun doğumundan 4 gün sonra uçmaya karar vermiş, biletleri almış, fakat ufak bir detayı unutmuş, pasaport çıkarma süresini hesaba katmamıştım. Sırf bu yüzden 8 gün gecikmeyle 12 günlükken seyahate çıkmıştık (vah vah Yonca!). Bilmem bu konudaki genişliğimi anlatabildim mi...
Ha anlatamadıysam şu da var bakın... İki kulağı birden orta kulak iltihabı olmuş, ateşi 40 seyreden biri 11 aylık, öbürü 5 yaşında iki çocukla, Dubai-Paris-Brüksel-Münih-Montreal filan da yaptım. Yolcuların ağlayan çocuklarımız yüzünden kulaklarına tıpa istediği, inişe doğru bir de ishal olmalarından dolayı paçalarımızdan akan kakalarla o feci uçuşu bitirip de Paris’e indiğimizde, ateşleri düşünce aynı pusette üst üste sızan çocuklarımıza bakıp karı koca bir şişe şarap devirmiştik (uzun yola uzun cümle)...

Gerçi Soner ve İnci Sarıhan’ı tanıdıktan sonra çocukla seyahat konusunda benim cesaret ve rahatlığım hiçbir şey ifade etmez oldu.

Çılgın bir karı-koca bu İnci ve Soner. Tanımayanları da yok gibi. Bir sürü insan bana onları anlattı da ben de öyle tanıdım. Kulaktan kulağa yayılan fısıltı gazetesi sayesinde “çocuklu seyahat” konusunda efsane olmuş durumdalar.

Yazının Devamını Oku