Yonca Tokbaş - Kelebek

Teknede fare var!

16 Ocak 2012
Geçtiğimiz cumartesi Volvo Ocean Race’in üçüncü ayağı, Abu Dhabi’den start verip Çin’de Saya şehrine yola çıkacaktı.

Ölüyordum gidip görmek için ama işten güçten burnumun dibindeki güzelim hiçbir şeye katılamıyordum ki!
Nasıl gözüm dönmüşse istifa etmeden önce, öyle bir “Yeter gidiyorum!” dedim ki, istifayı da ettim gittim yani.
Neyse o andan itibaren de bu sefer kadınsal sendrom baş gösterdi.
Ne giyeceğim?
Tekne, yarış, hele de Volvo Ocean Race bu, bir gün evvel Tony Blair gelmiş düşünün, şaka değil yani derken, birden içime minik bir Fransız kadını görüntüsü düştü. Ya biliyorum diyeceksiniz ki: “A be kadın gidecen yarışı seyredip gelecen ne kıyafeti!” Ama elimde değil işte. İlk defa tanıklık edeceğim ve olayın bi hikayesi olsun istedim. Cinsim böyle.
O Fransız kadını afacan ve olmayacak bi şeyi yaparken hayal ettim. “Tekneye neyin girmesi ‘cıs’, bi düşün Yonca bakalım” dedim. Buldum.
Fare!

Yazının Devamını Oku

Kaleydoskop

13 Ocak 2012
Uzun zamandır aklıma kaleydoskop gelmemişti.

Çocukluğumdan beri de bir kaleydoskopum olmadı. Hatta neden bilmiyorum, sanırım kendi çocuklarıma da almadım. Aklıma gelmemiş.
Hani şu dürbün gibi ama içinde aynalar olan ve çevirerek baktın mı ışık oyunlarıyla sana rengarenk şekillerden hayaller kurduran tarihi oyuncağı, çiçek dürbününü diyorum.
Ne kadar saf ve ne kadar olağanüstü bir oyuncaktır o!
Star TV logo değiştirdiğinden beri sürekli aklımda kaleydoskop var.
Logo her renk değiştirdiğinde benim kafamda o biçim hayaller oluşuyor.
Neler neler geliyor aklıma.
“Dedemin İnsanları”ndaki o sahneye gidiyorum mesela. Dedenin dükkanında çalışan o güzel çırak çocuğa yapıp verdiği kaleydoskop sahnesine...

Yazının Devamını Oku

Bahçe

9 Ocak 2012
Bir bahçe yarattım. <br><br>Minnacık. Ama öyle yeşil ki şaşarsınız. Amazon gibi oldu yemin ederim.
Evde saksıda duran Benjaminleri ekerek başladım işe. Şu an apartman boyundalar.
Arkadaşlarımın geçen yılbaşı hediye ettiği ve düşürüp altında kaldığım kocaman Bonzai harika oldu. Allah nazarlardan saklasın onu.
Begonville ne çok uğraştım bir Allah bir ben biliyorum. Kum fırtınası oldu söküldü, yeniden diktik. Rüzgar uçurdu, dalları kırıldı, yeniden bağladık. Sular yazın kaynar aktığı için hem havadan hem karadan hem de sudan haşlanıyordu az kaldı, buzdolabında soğuttuğum suları döktüm dibine, tutundu. Çok şükür.
Kızımın penceresine teller gerdim, begonvilin uzun dallarını oraya uzattım, altı çardak gibi olsun diye hayal ettim. Oldu.
Eylülde bir kuş ailesi yuva kurmuş begonvilin dallarına. Tesadüfen fark ettim. Mutluluktan ölüyorum sandım. Kuş ailesi benim begonvilin dikenli dallarının arasını kendine yuva seçmiş, düşünsenize ne muhteşem bir manzara!
Minicik, ama minicik kuşlar uçtu içinden bir gün. O avuç içi kadar yuvaya kaç kuş sığmış şaştım kaldım.
Bir tanesi maalesef düşmüş yuvadan, ölmüş. Çok geçti gördüğümde. Kahroldum.
Hayatı doğa anlatıyor sana, görmek istersen tabii...
Kimileri uçuyor, kimileri uçamıyor yuvadan.
Yılbaşı öncesi yıldız şeklinde lambalar almıştım, kağıttan. Kablo uzattım, begonvile astım onları. Begonvilimin dallarından başımıza yıldızlar düşüyor hissi versin bize diye.
Yıldızları, çöle gitmezsek asla göremediğimiz Dubai’de, ben başımıza yıldız yağdırdım begonvilden kendi kendime.
Sonra işi abarttım. Her şeyi abartan bir insanım ben zaten.
Kötü bir şeymiş abartmak ama. Hep bu konuda eleştiriliyorum. Oysa ben gereksiz şeyleri abartmadığıma eminim. Bu beni çok yaralayan bir konu, geçiyorum.
Kağıttan ve her gördüğüm malzemeden yıldızlar almaya başladım. Metal, bronz, seramik, plastik, bez... Derken bizim yaratıcı gelin İdil bana bezden dünyanın en şeker baykuşunu hediye etti. Onu görünce bu sefer de gittim baykuşlar almaya başladım.
Hepsini begonvile misinalarla astım. Kimi alçakta kimi yüksekte, hepsi dalgalanıyor rüzgar estikçe. Baykuşlar da salınıyor şeker şeker. Arada bir yıldızlar parlıyor güneş değdikçe; tıpkı göz kırpar gibi. Gerçekten.
Bazen tam ayağa kalkarken kafanı çarpıyorsun yıldızlara.
Düşünsenize, kafanızı yıldızlara çarpıyorsunuz, durduk yerde.
Bahçemde.
Ucu sivri olan bir tane bazen acıtabiliyor. Dikkatli olmak lazım.
Ama kimin başına her gün yıldız çarpar ki!
Bir şeyi gerçekten istedin mi oluyor deyip duruyorum ya, sıkı durun şimdi.
Yılbaşında saksıda Bodrum mandalinam da oldu iyi mi!
Onu da kendini yalnız hissetmesin diye, Gümüşlük’ten alıp getirdiğim su kabaklarımın yanına yerleştirdim. Hem o köşeye begonvilin budadığım kısmından güneş pek çapkın düşüyor. Eminim bize meyve verecek, bir sürü çiçek açtı bile.
Evin karşısında çocuk parkı var. Begonvilimin altındaki yıldızlar kafama çarparken, çocuklar ciyak ciyak oyun oynuyorlar.
Ginger Bey sürekli havlıyor.
Ama sürekli havlıyor. Minicik köpek kendini Alman kurdu filan sanıyor sanırım. Oysa beyaz bir kuzuya benziyor.
Komik.
Yakında konuşmaya başlayacak gibi bir hali var bu Ginger Bey’in, öyle derin bakışlar atıyor.
Kızımızın alçısı çıktı. Yeni okuluna başladı. İlk gece çok ama çok ağladı. Yüreğim dağlandı. Sabaha kadar uyuyamadım. Ertesi gün ise dünyanın en mutlu çocuğuydu okuldan döndüğünde. Kemana devam etmeye karar kıldı ve kendine kırmızı bir keman aldı. Haydaaa ve çok şükür dedim aynı anda.
Oğlumuz da feci şekilde Tin Tin okumaya sardı. Okumuyor, yiyor demeliyim. Futbola da tam gaz devam.
Bak yine çok şükür demek zamanım geldi, geçiyor. Çok şükür. Dedim.
Başıma yıldızlar çarpıyor.
Dudağımda her sabah kırmızı ruj. Kıpkırmızı.
Elimde yeşil kanatları olan bardağım, içinde sade bir Türk Kahvesi. Bardağıma sürekli kırmızı dudak izi çıkarıyorum.
Benim için mutluluğun resmi bu. Abarttım mı bilmiyorum.
Umursamıyorum.

Yonca “Gökten bir yıldız düşmüş”
Yazının Devamını Oku

Koymak

6 Ocak 2012
Kimisi “Türkçemizin azizliği” der, ama bence dilimizde bir şey yok. Algılayışımız azizse dilcağız ne yapsın.
İlahi babam hassas bir adamdı (artık bunu milletçe öğrendik zaten, yazmalara doyamadım hayret bir şey)... Ama her konuda hassastı, her konuda.
Görgü kuralları, terbiye, saygı filan hele, Allah biliyor, gerçekten insanı delirtebilirdi.
Bazen de çok ileriye gider, insanın ciddiyetini bozar, dalga geçilesi hale getirirdi olayı; ama dalgayı bir tek kendi geçebilirdi o da ayrı.
Tam çok ciddi dediğimiz yerde kendisinin yaptığı azizlikler ise, anlatsam, tutarsızlığın böylesi denilecek cinstendi.
Babam cinsti.
Bir dönem, ki o dönem tam da Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın “Yasaklar” müzikali dönemiydi, babam da cinsliklerine Türkçe kelimelerin olası “şey tarafından” anlaşılabilme haline hassasiyet geliştirmişti.
Aslında bunu cidden mi yapıyordu, yoksa bizimle dalga mı geçiyordu inanın şu an emin değilim.
Velhasıl babam bir sabah uyandı ve “koymak” kelimesine taktı.
Koymak kelimesi her türlü yanlış anlamaya izin verebileceği için, kullanmamızı yasakladı. Kuralı “koydu” ya, sıkıysa kullan.
Allah’ım ama işte felaketin kendisi de bu zaten. Birisi sana bir şeyi yasaklasın, inadına her cümlede kesin 10 tane birden kullanasın geliyor.
Ağzımız yamuldu o kelimeyi kullanmayacağız diye.
Allah için, kelime dağarcığımız genişledi bu sayede, o ayrı.
O zaman kardeşim 5 yaşında filandı, akşam yemeğindeyiz, gayet olağan bir şekilde anneme “Anne bana da salata koyar mısın?” dedi çocuk ve dediği gibi kocaman gözlerini babama çevirdi, babamdan bakışı şak yedi. Çocuk işte, eli ayağına dolandı ve acilen durumu kurtarmak için hemen anneme döndü ve “Özür dilerim Anne, salatayı tabağıma üstten bırakır mısın?” dedi ve ben güldüm tabii! Güldüm ve hapı yuttum.
Yıllarca bu hatıramızı anlattık durduk. Hâlâ salata tabağıma üstten bırakılsın isterim ben. Kendim söyler, kendim gülerim.
Fakat gariplikler kesinlikle genetik ve kalıtımsal. Mış.
Kızım, gündelik hayatı ıngilizce ağırlıklı olduğundan ve fakat bizim yoğun çabamızla Türkçe konuşmaya çalıştığından, bazen ıngilizce-Türkçe arasında bocalama yaşayıp ne dediğini şaşırıyor.
Geçen hafta bana “Anne makyaj koydun mu?” deyince, çocuğa yakıcı bir bakış atıp “Koymak kelimesini öyle uluorta kullanma, çok ayıp anlamları da var vesaire” diye olmadık bir nutuk atarken yakaladım kendimi.
Hatta hatta, çocuk şaşkınlık içinde “Annecim çok pardon, bilmiyordum, yüzüne resim yaptın mı demek istedim?” dedi.
ıyice beter oldum.
Hayat ve tarih...
Tekerrürden ibaret (mi) yani.
Yonca
“koma”

Bavulumun içi

Yalıkavak’tan Dubai’ye dönerken bavulumda bunlar mutlaka var:
* Bodrum mandalinalarım: Ya balığa kullandım, ya cin tonik yaptım. Bu sene erken tükettim, yaslardayım!
* Simit: Buzlukta saklıyoruz, sabahları ısıtıp yiyoruz. Gelen giden getiriyor bir de ama, bu ara tek bir tane kalmadı. Hepsini yedik fenayız, dolabın dibine düşen susamları kokluyoruz!
* Pazardan aldığım çerezler, baharatlar: Hâlâ duruyorlar... çok şükür.
* Barbunya: Kilolarca aldık, ayıkladık, torbaladık. Dondurduk. Kış boyunca en çok barbunyaya hasret kalıyoruz. Ama nasıl bir açlıkla saldırdıysak, birinci ayın sonunda hepsini pişirdik bitti. Barbunya sayıklıyoruz!
* Bahçemizdeki ağaçlarımızdan toplama zeytinlerimiz: Onları da nasıl güzel yaptım ve yedik bitti. Bu yazı iple çekmekteyim.
* Son çıkan tüm kitap ve CD’ler: Hepsi okundu, dinlendi.
Ay yani şu an yaza kadar olan mevsimlerin bizim için en zor kısmı geldi.
Erzak yok. Hasret var.
Yaza vakit çok.
Ya sabır.
Of!
Yonca
“Allah doyursun”
Yazının Devamını Oku

Son dakika incilerim

2 Ocak 2012
Geçen hafta, 2011’e artık ay bitsin gitsin diyerek son noktayı koymayı çalışırken çok anlamlı bir şey geldi başıma.

Spor A.Ş.’den bir telefon geldi.
Avrasya Koşusu’ndaki yardımseverlik koşularına dair çabalarım, yaptıklarım ve yazdıklarım adına Basın Teşvik Ödülü’ne layık görülmüşüm. Havalara uçtum.
Uçtum çünkü, yazmak başka, işin içinde olup hem gerçekten çok çalışıp koşarak, koşmayı öğrenerek bunları yaşayarak yazmak başka. Spor ve yazı ikisi bir arada bana ödül getirdiler, bunun tadı bammmbaşka!
Bir de bana layık gördükleri ödülü aslında ben Adım Adım Oluşumu ile TEGV için koştuğumdan, TEGV adına aldım. O ödül sayesinde 50 çocuk daha eğitim alabilecek. Bunun sevinci de en başka.
Kendime misyon edindim. Avrasya, Runtalya, Bozcaada, Tarsus, Urfa, Likya her nerede ne koşu varsa, elimden geldiğince koşacağım, anlatacağım ve bunu da ADIM ADIM ile beraber yardımseverlik koşusunu yaygınlaştırmak için yapacağım.
Şu memleketin koşan ve yazan kadını olmayı accayip seviyorum.
“Bu kadın da öyle bir deliydi işte, koştu durdu!” desinler... Bi gün benim için.

Yazının Devamını Oku

İlk göz kalemi

30 Aralık 2011
Kızıma göz kalemi aldım. İlk defa.

Çok sade bir çocuk Destina. Kıyafetle filan hiç işi yok. Kıyafeti rahat olsun da, canı çektiğinde rahat dans etsin yeter.
Neyse.
Sene başında dans gösterileri için bir kere göz kalemi sürdüğümüzde inanılmaz hoşuna gitmişti.
Gözlerinin içi güldü.
Heyecanlandı.
Çok başka şekerdi o hali. O hali gözümden gitmedi.
Ben de gittim bi göz kalemi aldım kızıma.

Yazının Devamını Oku

Kırmızı ruj ve Berlin Kuaför’deki İsmail

26 Aralık 2011
Moralim bozuk. Tadımız hiç yok bu ara.

Ne zaman böyle hissetsem, aklımda annem. Kulaklarımda da bıkmadan tekrarladığı cümleler.

E yer etmiş içime. Kadın kaç kere aynı şeyleri bıkmadan tekrarlıyor bana düşünün.

Yani bu yaşta hala annemi aynı şeyleri tekrarlamak zorunda bıraktığıma da inanamıyorum yani!

Anamın kızıyım ama ben de. Elbet ben de benimkilere tekrarlayıp duracağım.

Evrenin tokadı diyoruz buna.

Annemi anlatmak hoşuma gidiyor; çünkü aslında hepimize iyi bir örnek. Örnek ve bir kadına güç verir annemi dinlemek, anlamak eminim.

Kadın bir pozitiflik abidesi. Allah’a bin şükür öyle.

Yazının Devamını Oku

Jumeirah sahil yolu üzerinde

23 Aralık 2011
Koştuğum güzergâhta bir sürü, ama bir sürü, irili ufaklı cami var.

Dubai’de. Jumeirah sahil yolu üzerinde.
Öyle kocaman, göze batan, bizdeki gibi şaşalı camiler değil bunlar. Sade, minicik camiler. Hatta çoğu turist, cami olduğunu bile ilk başta anlamaz. Ben bu küçük gösterişsiz camilerini severim buranın. Ha ama turistik olmayan camilerin içine giremeyiz bi türlü, o ayrı.
Neyse.
Geçen cuma, öğlene doğru bir boş vakit yakaladım, koşup geleyim dedim. Normalde öğle vakti güneşin altında pek yaptığım bir şey değil, ama hava çok güzeldi, değerlendirmek istedim.
Saatin farkında da değildim o sırada. 4km filan olmuştu ki, hareketlenmelerden anladım, ‘cuma namazı’ saatine denk gelmişim.
Dedim ya, yolun üzerinde bir sürü cami var. Arka arkaya.
Bu arada, ara bilgi size.

Yazının Devamını Oku