Paylaş
Çalıştığı süre boyunca her sabah işine koşa koşa gitti. Bir gün bile ne mesaiden, ne aldığı kuş kadar maaştan, ne yoğunluktan, ne arada başına gelen tatsızlıklardan şikayet ettiğini duydum.
Bir kere bile şikayet etmediği gibi, tam tersine, bugün “Hadi” deseler yine koşa koşa gider bankada çalışmaya. Yşinden övgü ve aşkla bahseder. Gözleri parlar “banka” dendi mi... Yüzü aydınlanır. Hâlâ.
Babam... İşinden nefret etti. Her iş gününü bir Çin işkencesi gibi yaşadı. Hiçbir açıdan anlaşamadığı, sevmediği, yaratıcılığını asla kullanamayacak olduğu; hatta her şeyinin pek ters düştüğü bir ortamda, hiç hak etmediği maaşa talim ederek yaşamaya mahkum gibiydi.
?ikayet ederdi, hüzünle. Eli kolu bağlıydı, ne olursa olsun iş işti, çalışmak durumundaydı. Bizim için bir şekilde dayandı, çalıştı. Ama çok da sinir yaptı. Bize de yansıttı. Sevmeye sevmeye içini kuruttuğunu bildiği o yere ömrünü verdi. Gençken yaşlandı.
Küt diye gitti. Erken.
Uzun zamandır sürekli bunu düşünüyorum. Ynsanın sevdiği bir şeyi yapması halinde gözüne, gönlüne hiçbir şey batmıyor. Para bile koymuyor. Seviyorsun, yapıyorsun. Ömrüne ömür katıyorsun sevdiğin şeyi yaparken. Zaman akmıyor sanki de, sen zamanla akıyorsun tatlı tatlı. Yorgunluk yok. Yük gibi değil gönlünde. Ağır değil zaten sevdiğin şey. Tüy gibi. Hatta o tüy seni taşıyor göklere... Uçuyorsun. Mutluluktan. Gençleşiyorsun, yeşeriyorsun sürekli.
Zenginlik bu...
Ama sevmediğin bir şeyi yapmak zorunda kaldıysan, tonla para verseler fark etmiyor. Her gün batıyor sana. Her şey. Yçin çürüyor. Sevdiğin şeylere de dolanıyor o his utanmadan, karabasan gibi.
Sevdiğin şeyleri yapmanı da etkiliyor sevmediğin şey.
Zaman geçmek bilmediği gibi, sürekli kaybediyorsun zamanı. Elinden akıp gidiyor. Sen tutmak istedikçe, pıt diye kaçıyor.
Kayboluyor. Saklanıyor bir yere zaman, bul bulabilirsen onu. Ömrünü senden çalıyor. Mutsuz, dırdırcı bir insan haline getiriyor seni.
En kötüsü de adın nanköre, bulmuş da bunamışa çıkıyor. ?ımarık oluyorsun “çevre” gözünde.
Çevrenin ne önemi var demeyin, hepimiz biliyoruz ki var. Çok az insan çevreyi takmamayı başarmış. Gıpta ediyorum onlara. Öğrenmeye çalışıyorum ben de çevreyi gözardı etmeyi, ama çok yapışmışız çocukluktan beri birbirimize. Yçime işlemiş sanki çevre sorumluluğu. Maddi sorumluluklara hiç girmeyeyim hele... Çıkamam.
Yalıkavak’ta, evimizin bahçesinde Zeytin ağaçlarım var ya hani... Bu sene onlardan zeytinleri topladık. Topladığımız zeytinleri Dubai’ye getirdim.
Çekiçle kırdık zeytinleri. Çocuklarımla yaptık bunu. Sonra onları kaya tuzlu suyla kavanozlara doldurdum. Yçine azıcık zeytinyağı koydum. Kimi kavanoza azıcık kekik koydum, kimine de sarmısak. Gönül tadımın canı çektiğince işte...
Her gün o tuzlu suyu değiştirdim. Her gün.
Zeytinler açık yeşilden koyu yeşile doğru yol aldı. Her gün konuştum o kavanozlara. Binlerce şükrettim bana bu anı yaşattıkları için.
Zeytinlerim bir gün oldular. Birkaç hafta evvel...
Çocuklarla oturduk, ailece yedik. Ylk zeytinimi yerken ağladım biliyor musunuz. Mutluluktan.
?u anda, bunu yazarken de ağlıyorum. Mutluluktan.
Sırf şunu yaşayabildiğim ve yazabildiğim için öyle mutluyum ki! Sanki sonsuzca sağlıklı, ölümsüz, hür ve hep capcanlıyım artık ben.
Ve güm! Hüzün.
Oysa ben bambaşka bir işle uğraşıyorum, gerçek hayatta. Gerçek hayat artık hangisiyse tabii!
Pek fazla sevmediğim, hiç de benimle alakası olmayan bir işte çalışıyorum. Bildiğiniz işkadınıyım işte yani. Hep şikayetçiyim genelde ve bu yüzden şımarık bir insanım ya ben mesela, nankörüm ya...
Ama elimde değil işte.
Burnumu çeke çeke...
Bir gün... Bir gün...
Ne şu anda çalıştığım işte, ki Allah bin razı olsun ekmek kapımdır, ne de başka bir işte sevmediğim, bana hayat vermeyen bir şeyi yapmak istiyorum.
Bahçemdeki zeytinlerimin olmasını bekleyerek yazmak, hayatımı hayallerimle kazanabilmeyi, yazarak hayatımı kazanabilmeyi hayal ve ümit ediyorum.
Babama benzemek istemiyorum.
Annem gibi olmak istiyorum. Acele. Yonca “zeytin dalı”
Paylaş