Yener Süsoy

Sahtesi yapılmayan Türk ressamı yok

4 Şubat 2003
Türkiye'nin efsane gitarist i Gökçen Kaynatan'ın mesleği mimarlık, ama kendisi aynı zamanda mahkemelere bilirkişi olarak çalışıyor. Kaynatan, arkadaşımız Yener Süsoy'a Türk resminde sahteciliğin boyutları hakkında dehşet verici gözlemlerini anlattı. Taklit imza yapan öğretim üyesi var

- Uzman bir bilirkişi olarak söylüyorum ki, Çallı'dan Bedri Rahmi'ye bütün ünlü Türk ressamlarının sahte tabloları var. Ressamların sahte imzalarını yapanlar arasında Güzel Sanatlar'da hocalık yapanlar bile var. Son yıllarda İstanbul'a gelen bazı Ruslar da bu sahtekarlığı çok güzel beceriyor. Bu işin nasıl yapıldığını da anlatayım sana. Sosyetik bazı adamlar, özellikle Azerbaycan, Macaristan gibi eski Doğu Bloku ülkelerine gidip 5-10 senelik resimleri topluyor. Sonra Türkiye'ye getirip taklit imza uzmanı kişiye veriyorlar. Hangi resmin hangi ünlü ressamın çizgisine yakın olduğu belirlendikten sonra imza basılıp iş bitiriliyor. En iyi eksper bile o imzanın sahte olduğunu anlayamıyor. Ayrıca bir de fotoğraftan resim yapanlar var. Fotoğrafı çekilen eserleri bilgisayara koyup anında tuvale aktarıyorlar. Sonra da iyi bir boyamayla al sana milyarlık eser. Yenerciğim, ben bunları bire bir yaşamış adamım. Az kalsın beni de bu işin içine sokuyorlardı. Dükkana yurtdışından aldığım birkaç resmi asmıştım, sıradan şeylerdi. Bir gün biri gelip bunları nereden aldığımı sordu, birlikte tanıdığını söylediği bir ekspere gittik. Eksper resimleri incelerken, baktım bana gelen adam eviriyor, ağzında bir şeyler geveliyor. Sonunda ‘‘Bunun hanımı çok ustadır, bu resimlerin üstüne ünlü bir ressamın imzasını basacak, milyarlar edecek’’ dedi. Bunun üzerine ‘‘Ulan bunu yapmakla sahte para basma arasında ne fark var?’’ deyip resimleri kaptığım gibi çıktım oradan. Bu işte inanamayacağın kadar büyük para var. Adam, ‘‘Ekspertiz raporunda sahte olduğu anlaşılmayacak, garanti ediyorum’’ diyebiliyor. Sahte imzacılar bu işin kimyasal sırrını da çözmüş. Bilgisayarın bile anlayamadığı bir yöntemle imza resim kadar eski oluyor. Bu imza sahtekarları tablo başına yüzde 10 alıyor.

Bilirkişi dünyasında bol rüşvet dönüyor


- Benim mahkemelerde uzman bilirkişi olduğumu belki sen bile bilmiyorsundur. İç mimarlıktan antikaya, fuar tefrişinden, fikir sanat eserleri ihtilaflarından CD ve bantların yazıya dökülmesine kadar, beni çağırırlar. Sevilen bilirkişilerden değilim, çünkü raporuma doğruları yazıyorum. Yıllarca hakkım yendiği için girdim bu işe, başkaları da benim gibi yanmasın diye. Ben hakimin verdiği her dosyayı polis hafiyesi gibi araştırıp çözerim. Ama tanık olduğum birçok onursuz olaydan sonra tiksinti geldi. Bu dünyada da acayip şeyler dönüyor, rüşvet teklifleri gırla. Resmen bize verilen para 150 ila 200 milyon brüt. Benim gibilere üç ayda bir tane geliyor, kimilerinin önünde ise 200 dosya var.
Yazının Devamını Oku

Şimdi yaptığım elektronik müzik, 20 yıl sonrasının

3 Şubat 2003
1960'lı yıllarda dünya Jimi Hendrix'in, Türkiye ise Gökçen Kaynatan'ın gitarıyla inliyordu. Jimi'nin dişleriyle çaldığı gitarı Gökçen yere yatarak sırtında konuştururdu. ‘‘Gökçen Kaynatan ve Arkadaşları’’nın Emek ya da Paris Sineması'ındaki konserleri öncesinde Beyoğlu ya da Bağdat Caddesi saatler öncesinden gençlerle dolup taşardı. Bir hafta odasına kapanıp müziğin 6 renkli tablosunu yaptığı ‘‘Doğanın Ötesi’’ni yarattı. Stüdyosunda sesi 360 derece renklendirmeye çalışırken defalarca kulak zarlarını patlattı. Gökçen'le çocuklukla karışık ortak gençlik günlerimizi anarken ‘‘Shake Baby Shake’’ler söyledik, Chat Atkins'i andık. 29 yıllık eşi Gülnur ile seramikçi kızı Elif etrafımızda birer pervane. İç mimar kızı Zeynep ise çalıştığı yerden izin alamadığı için telefonla bize katılıyor. Baba Kaynatan 64'ünde, maşallah ne göbeği var ne de beyaz saçı. Kadıköy'de asansörsüz bir binanın 5. katındaki stüdyosunun merdivenlerini günde 5 kez inip çıkıyor. Mahallenin bütün güvercinlerini beslemeye eskiden olduğu gibi aynen devam ediyor. Doruk Onatkut'a 25 bin liraya orgunu satıp bu parayla aldığı 1961 model beyaz Fiat Spider hálá kapısının önünde. Onun arkasında 1974 Ford, Audi ve Audi. Emektar Ford'un arka bagajında her mesleğin dört dörtlük takımı var. Envai çeşit tornavidadan silikon türlerine, her boy ve her renkte dübelden matkap çeşitlerine, bin bir çeşit ve boydaki pense, kerpeten, çivi, vida ve iş tulumlarına kadar. Mübarek sanki mimar değil, seyyar hırdavatçı. Belki de bu yüzden bugüne kadar hiçbir özel radyo ve TV onun kapısını çalmadı. Tıpkı yıllarca emek verdiği, grubuna aldığı, ekmeğini paylaştığı birçok ünlü müzisyen arkadaşı gibi.

Metin Bulut'un gitarı hayallerimi süslerdi

İlk gitarımı ortaokuldayken ağabeyim getirmişti, bir Hawaii bozması. Kendi kendime onun perdelerini tamir edip çalar hale getirdim, içine de bir yumurta mikrofon koydum. O zamanlar kimse bunları değil görmek, sözünü bile etmezdi. Metin Bulut o zamanlar Kadıköy Kordon Oteli'nde çalışıyordu. Her gün Haydarpaşa Lisesi'ne giderken otelin önünden geçip pencereden onun çaldığı caz gitara bakardım. Bütün rüyalarımı Metin Bulut'un o gitarı süslerdi. Çarşamba günleri matine olurdu, gidip en önde onu dinlerdim.

Lisedeyken güzel bir bas gitar yaptım kendi ellerimle, onu sonra rahmetli Mesut Aytunca'ya hediye ettim, vefatına kadar hep kullandı. Ben gitarla yatıp gitarla kalkıyordum. Pikabımı sonsuza ayarlayıp kulaklığı kulağıma takardım, gitarım elinde uyurdum, sabah kalktığımda parça ezberimde olurdu.

14 kişilik grubumuzla konserlere çıkıyorduk

Gökçen Kaynatan ve Arkadaşları'nın ilkini 1958'de Haydarpaşa Lisesi'nde okurken kurdum. O grupta Bülent Ateş, Ertuğrul Özkan, Erol Bilem ve Mesut Aytunca vardı. Mesut'la Erol benim gitar talebelerimdi, çok yetenekli oldukları için onları tercih etmiştim. Dünya tatlısı İlham Gencer'in Site'deki şovlarından Karamürsel Amerikan Üssü'ne kadar birçok yerde çalıştık. Şimdiki gençler bilsin ki, 1960'larda sıfır teknolojiyle Amerikan müziği yapıyorduk. Parlak kumaşlardan ceketlerimiz, gömleklerimiz var. Sadık Bütünley, Bilgesu Duru (Erenus), Bilge Şan dahil 14 kişi konsere çıkıyoruz. Fahir Oltulu, anadili gibi bildiği Fransızcasıyla Adamo'nun ünlü şarkılarını söylüyor. Daha sonra Özdemir Erdoğan, Cem Karaca da katıldı şovlarımıza.

Her konser için 54 parça hazırlardım

Türkiye'de şu anda kullanılan ses düzenini o zamanlardan ben hazırladım. Öylesine efektler de koyardım ki, millet şaşırırdı, adeta canlı klip seyrettiriyordum. Ben bunları bir yerlerden almadım, hepsini akşam düşünüp sabah tatbik ettim. Her konsere 54 yeni parça hazırlardım, bir konserde çaldığımı bir başka konserde çalmadım. Aralıksız 3 saat, ışıklı, efektli, elektronik ses düzenli muhteşem gösteri. Unutma ki, 1961'de orkestramın ütücüsü, nakliyecisi, elektronik ses düzencisi vardı. İddia ediyorum, şimdi yaptığım elektronik müzikler de Türkiye'nin 20 yıl sonrasının.

İki daire fiyatına piyano aldım

- Türkiye'deki hiçbir müzisyen, şu gördüğün AMS profesyonel synthe'den düt sesi bile çıkaramaz. Tam 28 oktav çıkıyor, kulak duymuyor yani. Rahmetli Barış da bunun bir eşini getirdi, beceremeyince ona tekniğini öğretip aleti programladım. Bunu satın almak yetmiyor, benim gibi mektebine gidip okumak şart. Bu piyanoyu 1978'de Almanya'dan dönerken o zaman dünyanın borcuna girip 20 bin Alman Markına satın aldım. Benimkiler hep böyle gelir getirmeyen, zevk yatırımları. Birlikte çalıp söylediğimiz Lechstein piyanoya 1974'de verdiğim 350 bin lirayla 2 daire alınıyordu.

Gökçen Kaynatan ve Arkadaşları 2003

Basgitar Hicri Kurtdede, klavye ve ritm gitar Ahmet Dalkılıç, elektro bateri Timur Aldoğan, solist Osman Omur ve solo gitar Gökçen Kaynatan (sağdan ikinci). Yıllar sonra aynı gençlik heyecanı ve ciddiyetle müzik yapıyorlar (üstte). Gökçen Kaynatan ve Arkadaşları, 1964'te Suadiye'deki Paris Sineması'nda bir konser sırasında..

YARIN: Sahtesi olmayan Türk ressamı yok
Yazının Devamını Oku

1983 seçimleri öncesi Kenan Evren milletvekilliği teklif etti

28 Ocak 2003
Türk tiyatrosuna 1960'lı yılların başından beri emeği geçen Ahmet Gülhan, siyasetle de içli dışlı olmuş bir sanatçı. 27 Mayıs'ın içinde olan Gülhan, Yener Süsoy'a 1983 seçimleri öncesi Kenan Evren'den nasıl ‘‘Milletvekili ol’’ teklifi aldığını anlattı. Ben SODEP'i istiyorum Erol Evgin ise ANAP’ı


- Karşında Kenan Evren'den milletvekilliği teklifi almış bir kardeşin oturuyor. Gülme, vallahi doğru. Kenan paşanın o dönemde Şan Tiyatrosu ile arası çok iyi, her oyunumuza geliyor. 1983 seçimleri öncesi siyasi partiler kurulurken Egemen Bostancı'ya ‘‘Bana iki sanatçı tespit et, Meclis'te sanatçı görmek istiyorum’’ demiş. Egemen gece bana gelip ‘‘Biri sensin, öteki de Erol Evgin’’ dedi. Yapma etme Egemen dememe kalmadan Kenan Paşa'ya adlarımızı verdi. Evren'in cevabı ‘‘Seçimin harika, istedikleri partiyi seçsinler’’ olmuş. Ben SODEP'e sıcak bakıyorum, Erol'un gönlü ise Turgut Özal'da. Ankara'da Washington Restoran'da yemek yerken Erol'a ‘‘Oğlum milletvekili lojmanı filan yok, işimizi gücümüzü bırakıp buraya gelip tek göz ev tutacağız, şu masalardakiler gibi burada kadınsız sap gibi mi yaşayacağız?’’ dedim. Erol ‘‘Beraber ev tutarız masraf yarıya düşer’’ demez mi? ‘‘Ulan hiç kafan çalışmıyor’’ dedim, ‘‘Ayrı partilere giriyoruz, beraber ev tutarsak bizi oyarlar.’’ Sonra birlikte İstanbul'a dönüp Egemen'e ret kararımızı açıkladık.


Ecevit’in şaşırtan tepkisi


Bülent Ecevit, Devekuşu Kabare'nin hiçbir oyununu kaçırmaz, gayet nazik şekilde eşiyle birlikte gelirdi. 1976'da ‘‘Haneler’’i oynuyoruz, oyunda ben Ecevit'i canlandırıyorum. Skecin finalinde yaramazlık yapan öğrencilere ‘‘Şimdi askerlik hocanızı çağırırım ha’’ deyince yıkılıyor ortalık. Ankara turnemizde kendisini ziyaret edip oyunumuza davet ettim. ‘‘Bir espri varmış, bir askerlik hocası lafı ediliyormuş. Bu çok tuhafıma gitti, böyle bir espri varsa ben gelmeyeyim’’ dedi. Çok şaşırdım, Ecevit gibi bir adamdan böyle bir sansür geleceği aklımın ucundan geçmezdi.


27 Mayıs’ın içindeydim


Ahmet geçmişin yaman sol öğrenci liderlerinden biridir aynı zamanda. Cağaloğlu'ndaki MTTB Genel Merkezi'ndeki odasında nice eylemler planlayıp, nice bildiriler basmıştır. 27 Mayıs öncesi ve sonrası neler neler...

- 27 Mayıs'ın olacağından haberim vardı, hatta kısmen de içinde sayılırım. 1 Mayıs 1960 Pazar günü Saraçhane'deki Belediye Sarayı'nda NATO toplantısı yapılacak diye gündüz de sokağa çıkma yasağı kondu. Biz buna rağmen sokağa çıkıp Atatürkçü, Kemalist 5 bin arkadaşımızla NATO'yu protesto edeceğiz. Bunun için İstanbul'u bölüştük, Kadıköy bana düştü. O gün Kadıköy'de harekete geçtik ama, henüz 400 kişi kadar olmuştuk ki polis başta ben herkese içeri attı. 4 gün Selimiye'de yattım, çıktığım gün silahlı kuvvetlerin yönetime kesin el koyacağını öğrendim. Milli Birlik Komitesi'nden haberimiz yok ama, askerden bir hareket geleceği bilgilerine sahibiz. Bize gelen bilgilere göre ihtilal genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları seviyesinde olacaktı. Bir yüzbaşı durup dururken bir çaylı parti düzenleyerek Kara Harp Okulu öğrencileriyle bizim MTTB Yönetim Kurulu'nu bir araya getirdi. Bu arada 66. Tümen Komutanı Faruk Güventürk paşayla yakın temasımız var, Fahri Özdilek de İstanbul Sıkıyönetim Komutanı.

Askerler bizimle yaptığı toplantılar için hep Belediye Sarayı'nı tercih ederlerdi.

Burada bize ‘‘Bekleyin, moralinizi bozmayın’’ gibi sözler söylerlerdi. Biz onların ihtilal yapmasını değil, hükümetin istifa etmesini istiyoruz. Bu arada her gün bir yerde eylem var, asker kolluyor, polis horluyor. Hepimiz okulu, işi bırakmışız, her gün toplantı halindeyiz. Karşımızdaki binada olan TMTF'de polis ve sağcı arkadaşlar bizi ispiyonlardı, Demokrat Parti'nin organı olarak. Ve 26 Mayıs günü genel başkan arkadaşım Faruk Bal apar topar Ankara'dan dönüp odasında icra konseyini topladı. İlk sözü ‘‘Çocuklar yarın akşam tamam bu iş’’ dedi. Koskoca cumhurbaşkanının, başbakanının ihtilalden haberi yoktu, biz ise bir gün öncesinden biliyorduk.

İhtilalden sonra Milli Birlik Komitesi'nden özellikle Şefik ve Ruhi Soyuyüce, Orhan Kabibay gibi kişilerle çok iç içe, kol kola olduk. Milli Birlik Komitesi'ndeki tasfiye hareketi içinde bu isimler de yer alınca biz de birden 14'çü oluverdik. Ama sonra uyandık ki, 14'ün 5'i sağcı, 9'u solcu. Sağcı grubunun başını Türkeş çekiyor, solcu grubunun başında ise Orhan Kabibay var. Bu arada Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam cezaları konusunda ne lehte, ne de aleyhte bir görüşümüz oldu. Bu konu hiç gündeme de gelmedi, belki de uyutulduk bilmiyorum, çok gençtik. Yassıada Mahkemeleri başladıktan sonra Komite başta ben çoğu kişinin gözünde saygınlığını, güvenilirliğini kaybetti.
Yazının Devamını Oku

Metin egoisttir Zeki ise çocuk

27 Ocak 2003
Ahmet Gülhan'ı yakından tanımayan, onun gelmiş geçmiş tüm yaşamının tiyatro ile sınırlı olduğunu sanabilir. Oysa bu Ahmet, en az tiyatro kadar siyasette de felek çemberlerinden geçmiştir. ‘‘Biz Size Aşık Olduk’’a aşık olduysanız, orada gördüğünüz asabi, ciddi Fahrettin, gerçek Ahmet'in ta kendisidir. Aslına bakarsanız Ahmet Gülhan komikliği bile ciddi yapan asabi mizaçlı, çok tatlı bir adamdır.

Ahmet Gülhan, 29 yıllık eşi, meslektaşı Gülümser'le birlikte Beylerbeyi vapur iskelesinin karşısındaki dışı eski, içi modern bir
apartmanın çatıdaki dubleks dairesinde oturuyor. Kayınpederinin bir çift sedef kakma sehpa hediye etmesiyle başlayan antika tutkusu, evi 150 yıllık masa, kütüphane, koltuklarla donatmaya kadar getirmiş. Bir başka yanda ise Zippo çakmak koleksiyonu var, öteki yanda yüzlerce yıl ötesinden kalma paha biçilemeyen Kafkas tefekkür değnekleri. Konuşmaya başlamadan Ahmet'le çenemizin altına bu değneklerden birer tane koyduk, o anlattı ben dinledim. Gülümser garibim ise o sıralarda bize hamsili pilav ve lüfer pişirmekle meşguldü.

Zeki’nin Metin’i suçlaması yanlış

Haldun Taner'in Mühürdar'daki evinde yaptığımız rol dağıtımı toplantılarında son sözü hep Metin söylerdi, ‘‘Bunu ben oynayacağım’’ dediği zaman iş bitmişti. Metin büyük bir açgözlülükle en avantajlı rolleri daima kendi alırdı. Geri kalanları da ağlayarak Zeki alır, en sondakiler de bana kalırdı. Bu durum 12 yıl hep böyle devam etti, Devekuşu'nda hiçbir zaman istediğim rolü oynayamadım. Sadece çok beğenildiği halde tutmayan ‘‘Generallerin 5 Çayı’’ oyununda bana bir jest yaptılar, o kadar. Arta kalan rolleri oynadım, ama yine de hepsini parlattım. Ben tiyatroyu ünlü bir aktör olmak için değil, politik bir araç olduğu için seçtiğimden ne oynadığım hiç önemli olmadı.

Hızlı ve dağınık yaşadığım bekárlık dönemimdeki bütün gece hayatımı Metin'le paylaştım. Metin kendisinin de itiraf ettiği gibi çok egoisttir, mesela eşinin onu her an gelecekmiş gibi evinde beklemesini ister. O günlerde beraber içerdik, sonunda onu eve ben bırakırdım. Oyundan sonra başlayıp sabah 07.00'ye kadar ikimizin 4-5 şişe viski içtiği çok oldu. Aksaray'daki evinde benim de bir yatağım vardı, istediğimde orada kalırdım. Biz böyle bir dostluktan ayrıldık, kavgasız dövüşsüz.

Zeki çok duygusal, çok merhametli, çocuk gibi bir adamdır. Devekuşu'nu kurarken annesine, kız kardeşlerine, ağabeylerine destek oluyordu. Oya ile evlendikten sonra bu listeye kayınbiraderi ile ve eşinin dayısı eklendi. Bu günlere kadar 8-10 evi besliyordu; kimilerine bakmaya hálá da devam ediyor, Zeki'nin kaderi bu. Daima gaz yediği için, daima hiç alakası olmayan işlere bulaştığı için sıkıntıya düştü. Mesela bir oto galerisinin önünden geçerken kahve içmeye davet ederler, çıkarken elinde bir Mercedes anahtarı olur. Kedisine maddi olarak yardım etmediği gerekçesiyle Metin'i suçlaması ise çok yanlış. Metin'in onu düze çıkarmak için son 10 yıldır neler yaptığını ben bilirim. Metin cimri değildir, hesabını çok iyi bilir. Zeki'nin bir özelliği de tiyatroya giren her kız arkadaşımıza hemen aşık olmasıdır. Kız ona bir ay mukavemet gösterirse kız kardeşi olur.

400 metre şampiyonu tiyatrocu

Yıllardır kahkahalara boğduğu hayranları pek bilmez Ahmet Gülhan'ın bir zamanların Türkiye Şampiyonu atleti olduğunu ve ötesini.

- Doğma büyüme Kadıköylüyüm, Yeldeğirmeni, Rıhtım, iskele ve civarları. Babam Devlet Demiryolları'nda revizördü. Tophane Erkek Sanat Enstitüsü'nün motor bölümünden sonra Akşam Teknik Okulu makineyi bitirdim. Bu arada Yeldeğirmeni Spor'un amatör lisanslı sağaçık futbolcusuyum ve okulun en başarılı atletiyim. 400 ve 400 engellide gençler şampiyonu oldum, 4x400 bayrakta ise İstanbul karması olarak Türkiye rekoru kırdık, birkaç yıl önce ancak egale edilebildi. 50,5 saniyede 400 koştum, 58 saniye ise 400 Engel koşuyordum. Türkiye Şampiyonu olduktan sonra Fenerbahçe'den teklif geldi, orada koşmaya başladım. 1961'de atletizmi bırakıp. Bu arada talebe derneği başkanlıkları yapıyorum, hafiften politikanın içindeyim. Derken Milli Türk Talebe Birliği'nde İstanbul İcra Konseyi Başkanlığı, yürüyüşler, boykotlar, 28 Nisan, 27 Mayıs ve Milli Birlik Komitesi'yle beraberlik. MTTB'de Erdoğan Tuncel, Ümit Akkartal'ın kurduğu Birlik Tiyatrosu bana bağlanınca o ekiple çok iç içe olduk. ‘‘Duvarların Ötesi’’ni oynuyorlar, o hafta Alpullu Şeker Fabrikası'na bağlamışlar oyunu, parayı alıp harcamışlar. ‘‘Bacaksız’’ı oynayan Hayri 41 derece ateşle yatağa düşmüş, kapımı çalıp onun yerine sahneye çıkmamı istiyorlar. Yapamam, edemem derken otobüste rolümü ezberleyerek Alpullu'da bir oyun oynadım, oynayış o oynayış. Alkış kıyamet, 1960'ın soğuk bir kış akşamı. Bu oyunu MTTB'de oynarken Cahide Sonku seyretmiş, ertesi gün kendileriyle çalışmamı teklif etmek için tiyatroya gelri. Cahit Irgat'ın da yer aldığı ekiple Cahitler Tiyatrosu adıyla 6 ay Anadolu turnesi yaptık, böylece 1961'de profesyonel oldum. Gece okul, gündüz çalışma derken atletizmi kenara itip yerine tiyatroyu koydum.

Devekuşu Kabare nasıl dağıldı

Türkiye'de bir tarih yaratan Devekuşu Kabare Tiyatrosu, 1967'de kurulduğunda Ahmet 27 yaşındaydı, Metin 26, Zeki ise 25. Üç kafadarların bu beraberliği tam 12 yıllık sonra bozulacak, 1978 Nisanında Ahmet ile rahmetli Haldun ağabey, Devekuşu'ndan ayrılıp Tef Kabare'yi kuracaklardı.

- Ayrılışımızın nedenlerini bugüne kadar hiç açıklamadım Yener, her şeyi ilk defa anlatıyorum. Yeni sezonda oynayacağımız oyunu belirlemek için 1978'in nisan ayında yaptığımız toplantıda ilk kez aramızda görüş ayrılığı çıktı. Zeki Alasya ile Metin Akpınar, o sıralarda Ertem Eğilmez'le bir sinema macerasına girmişlerdi, ayrıca gazinolarda assolist altı komiklik yapıyorlardı. Böyle olunca da tiyatronun bütün yükü benim sırtıma bindi. O toplantıda Türkiye'de artık tiyatro yapılamaz, ülke içsavaşa gidiyor, yarının ne olacağı belli değil, çeşme akarken dolduralım, büyük salona geçelim gibi bir söylem çıktı ortaya. Metin ayrıca sınıf atladığımız, mensubu olduğumuz yeni sınıfa ihanet etmememiz gerektiği gibilerinden garip laflar söyleyince sinirlendim. ‘‘Metin, alnının teriyle Fenerbahçe'de bir daire sahibi oldun diye sınıf atladığını mı zannediyorsun?’’ dedim. Zeki ise çok politize bir adam olmadığı için ikimize de hak veriyordu. Haldun Taner hepimizi ortak bir noktada buluşturmak için bir buçuk ay arabuluculuk yaptı, ama olmayınca Haldun'la ben ayrıldık. Yenerciğim, acaba biz şövalyelik yapıp da mı ayrıldık, yoksa bizim karakterimizi çok iyi bildikleri için damarımıza kasten basarak onlar mı bizden kurtuldu, bunun cevabımı hálá veremedim. Metin ve Zeki kendilerinden o kadar emindi ki, ayrılırken ‘‘Kim haklı çıkarsa ötekinden özür dileyecek, var mısınız’’ dediler. Yıllar sonra bir gece Lalezar'da Metin'le aynı masaya düştük. Bir ara kulağıma eğilip ‘‘Ortak bir özür borcum var sana’’ dedi, bu bana yeter.

Cem Yılmaz bir fenomen

Birkaç satır da ömrünü adadığı tiyatrodan söz etsek artık, beğendiklerinden, beğenmediklerinden.

- Ben ideal komik adamı, kolları kısa, kafası büyük, göbekli, orta boylu, kel kafalı olarak tarif ederim. Karagöz de böyle, Kavuklu da, Dümbüllü de, Muammer Karaca da. Karaca gayet ciddi laf ebeliği yaparak, ağzını burnunu kıvırmadan, taklit yapmadan konuşup milleti yerlere yatırırdı. O büyük ustanın aynısı komik bir adam var şimdi: Cem Yılmaz. Cem bir fenomen ve komik tarifime tıpatıp uyuyor. Adam 2 bin kişilik salonu bir günde dolduruyor, bir arz-talep meselesi. Ne dersen de, bu adam büyük yetenek, zamanlama duygusu bir harika. Tek eksiği çok uzatması, böyle bir gösterinin 2 saati geçmemesi lazım geldiğini hálá öğrenemedi. Yılmaz Erdoğan'ın kalemini beğeniyorum, şu anda ne yazık ki beğendiğim bir kadın komik yok. Türkiye'nin en iyi erkek oyuncusu tartışmasız Haluk Bilginer, oyununa ancak şapka çıkarılır. Bir de Hababam'ın yeni versiyonu sordun, Rıfat Ilgaz'ın yazdığı Hababam Sınıfı'yla bugünkü okullarımızın uzaktan yakından alakası yok. Hababam, bundan 50 sene önce fakir çocukların okuduğu parasız yatılı devlet lisesi. Şimdi ne öyle okul var, ne hoca, ne de müfettiş.

YARIN: Evren’den milletvekilliği teklifi
Yazının Devamını Oku

İç çamaşırına çerçeve yaptıranlar bile var

20 Ocak 2003
Madrid'e 28 kilometre kala ‘‘Kalaora’’ yazılı tabelayı izlerseniz biraz sonra karşınıza Kalaora Kalesi çıkar. Türkiye'nin en eski ve en ünlü varak çerçeve sanatçısı Albert Kalaora'nun soyadı işte oradan gelir. Osmanlı'nın 500 küsur yıl önce İspanya'daki zalimlerden kurtardığı Musevilerin arasında onun ataları da vardır. Babası Jozef'in dillere destan titizlik ve ustalığını kendi yaratıcılığıyla bileştirip Floransa ekolünün ülkemizdeki ilk ve tek temsilcisi olmuştur. Dostu, rakibi herkes söyler ki, Türk çerçeve tarihi kılcal damarlarına kadar ondan sorulur.

O halde ne duruyoruz, ver elini Teşvikiye, ver elini Floransa çerçeve, ver elini Vinci Sanat Galerisi. Dört bir yanda resimler, aynalar, çerçeveler ve yine çerçeveler. 40 yıl önce çocuk yaşımda Albert ustanın Sirkeci'deki dükkanından çok, onun yanındaki katmerciyi bilirdim. Albert ustanın telefonu yoktu da, hemen karşısındaki Şahin Palas Oteli'nin telefonundan ararlardı onu. Otelin Giritli kátibi eliyle telefon işareti yaptığı zaman yeni müşteri gelecek diye havalara uçardı.

İşte o Albert, babasının Bombay'dan İstanbul'a göç eden Beyaz Ruslarla geliştirdiği çerçeveciliği eşi Şeyla, oğlu Yossi ve kızı Megi ile yıllardır sürdürüyor. Yine makineli tüfek gibi konuşuyor, yine beyefendi, yine kibar, yine yerinde duramıyor, yine bel fıtığı var ve yine saçları dağınık.


Her şeyi çerçevelerim


- Çerçevelerde kullandığımız klasik desenler genellikle kiliselerin süslemelerinden alınma. Avrupa'da bunun kitapları var, beğendiğinizin çelik kalıbını yaptırıp serbestçe kullanıyorsunuz. Bunları çerçeveye uygularken hazır satılanları değil, kendimize özel bir hamuru kullanıyorum. İçinde reçine, üstübeç gibi maddeler bulunan bu özel hamur, birkaç nesil eskitir yine bozulmaz. Yaptığım işe plastiği uzaktan yakından katmam, aksi rezilliktir. Şark havası taşıyan özgün desenlerimizi tezhip, hat ve minyatürlerde kullanıyoruz. Çerçeve yapamayacağım hiçbir şey yok, aklınıza ne gelirse. Atlastan cepkene, haritadan bebek patiğine kadar. Kadın iç çamaşırı, sevgilisinin G-stringini, gelinliğini çerçeveleten bile var. Diyen olabilir ki, kardeşim seni uzun uzadıya ne bekleyeyim, giderim bir süpermarkete 5 dakikada istediğim çerçeveyi yaptırırım. Doğru ama, onunla benim aramdaki fark hiç mektebe gitmemiş bir adamla üniversite mezunu arasındaki fark kadar.

Her resmin çerçevesi ayrıdır

- 150 senelik bir resme yeni çerçeve yaparsanız tam bir felaket olur, varak çerçeve mutlaka eskitilmiş olacak. Klasik bir resimde 50 seneden daha genç görünümlü bir klasik çerçeve kullanamazsınız. Ayrıca her çerçeve her resme de gitmez. Yarım yüzyıllık bir çerçeveyi antika havasına sokamazsınız, çünkü eskimez. Patine dediğiniz eskitmenin en makbul olan yöntemi gomalakla yapılanıdır. Eskiden mobilyalar da kızdırma gomalakla yapılırdı, şimdiki gibi sanayi malı pistole boyalar yoktu. Türkiye'de gomalağı rahmetli babamdan daha iyi kullanan kimse yoktur.

Çerçevenin kaynağı Rönesans

- Çerçevenin doğuşu, öteki süsleme sanatları gibi Rönesans'la başlar. Çerçeveler, o zamana kadar sadece resmi korumak küçük bir yükseklik verilerek basitçe yapılıyordu. İhtişamlı kiliselerin, katedrallerin, sarayların yapılmasıyla birlikte çerçevecilik de bir sanat kolu haline dönüşmeye başladı. Resmin karakterine göre çerçeve yapılmaya başlandı ve zamanla değişik ekoller doğdu. Bunlardan Floransa ekolü, bugün hálá dünyada 1 numaradır. Fransa'daki muhteşem eski eserlerin çoğu Floransalı ustaların eseridir. Onlar da kendi dönemlerinde yaptıkları çerçevelerde bol süsleme ve varak kullandı. Hepsi bugün hálá yapıldıkları günkü gibi duruyor. Ben de kendi dükkanımı açtığım 1952'den bu yana Floransa ekolünü seçtim ve ona bütünüyle sadık kaldım.

En iyisi beyaz çamdan olur

- Biz çerçevede ya yerli beyaz çam ya da ithal malı bir Afrika ağacı olan Ayos ağacını kullanıyoruz. Ayosun en büyük özelliği fırına girdikten sonra isterseniz 6 metre boyunda çubuk yapın yine eğilmez. Aynı ailenin ikinci sınıf ağacı olan Obeçe ise asap bozacak kadar hafiftir, itibar görmez. Çok iyi bir mal yapmak istendiğinde ben yerli beyaz çam kullanıyorum. Ayancık ürünleri arasından en iyilerini seçip budaklarını yakıyorum. Fırın kurusu mal almam, tek tek özel ızgaralara yatırıp hava kurusu yaparım. Izgaradaki odunları 15 günde bir çevirmezseniz ağaç yanar, çürür. Kurumuş keresteler çeşitli boylara çekilip tesviye edilir. Kordonları de çekildikten sonra kaymak gibi olması için özel yöntemlerle zımpara yapılır. Daha sonra üstü özel bir harman koruyucu macunla doyurularak kaplanır. Kesim dışındaki bütün işler bizde elle yapılır.

Paspartu nerede kullanılmalı

Paspartu, gravürde, serigrafta, fotoğrafta mutlaka kullanılmalı, ama posterde kullanılırsa eseri rezil eder. Fotoğrafta kullanılan paspartunun normal ölçüsü 6 santimdir. Asitli olmayan paspartu makbuldür, asitlisi yağ gibi lekeler oluşturup saklananı bozar. Madalya ve benzerlerine kadife paspartu yapıp onlara saray odasına asılacak havayı veririz.

Varak çerçeveye ıslak bez sürülmezse, üstüne su dökülmezse asırlarca bir şey olmaz. Oda içindeki anormal sıcaklık da varağı kavurur. Rutubet de çerçevenin düşmanıdır, hele yalıda oturuyorsanız her gün hepsini çok yumuşak bir bezle sileceksiniz. Bu durumda bile çerçevenin ömrü yarı yarıya azalır, tuzlu su rüzgarı böylesine ölümcüldür.

Altın varakların içinde eser miktarda altın olduğu söylenir ama, gerçeğini isterseniz 24 ayar altından yaptırabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Bir el saçımı okşadı ben de elin sahibini!

14 Ocak 2003
Türkiye'nin ilk kadın boksörü, Avrupa ve Dünya Şampiyonu Nurhayat Hiçyakmaz, dobra dobra bir genç kız. Sözünü hiç esirgemiyor ve kadın-erkek ayrımı yapmıyor. Hele kendini ‘‘üstün’’ sanıp kadınlara eziyet eden erkeklere hiç dayanamıyor. Bu konuda hayli ‘‘vukuat’’ı var. Şampiyon, Yener Süsoy'a başından geçen sarkıntılık olaylarını da anlattı.

Mahallede erkek kardeşime horozlananı ben döverdim

Ne yalan söyleyeyim ben boks denen vahşi sporu erkeğe bile yakıştıramıyorum, nerede kaldı ki kadına...

- Babam ilk çocuğu kız olunca ikincisi erkek olur diye beklemiş, ama ben onun bu hayallerini yıkmışım. Bu yüzden erkek gibi yetiştim Yener ağabey, mesela hiç evcilik oynamadım. Mahallede erkek çocuklarla top oynardım, bilye oynardım. Ben bir yaş küçük erkek kardeşime horozlananları hep döverdim, bana zaten kimse bir şey söyleyemezdi. Vallahi bütün mahalle benden korkardı. 1992'de tekvando ile spora başladım, sonra milli takım kamplarına katıldım. O sıralarda kickbox sporu da Türkiye'de yeni tanınmaya başlıyordu. Adana Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü'ne müracaat edip zar zor lisans çıkardım. Türkiye'de 1997'de yapılan ilk Türkiye Bayanlar Kickboxing Şampiyonası'nda 55 kiloda şampiyon oldum, milli takıma girdim. Daha sonra başta Almanya, Hollanda olmak üzere yurtdışından gelen davetleri kabul edip kendi imkanlarımla çeşitli ülkelere gidip maçlar yaptım, hepsinde galip geldim.

1998 de ilk Türkiye Bayanlar Boks Şampiyonası'nda 54 kiloda şampiyon oldum. Yener ağabey, boks kadına neden yakışmasın? Sizin kilonuzda, sizin gibi normal bir bayanla maç yapıyorsunuz. Boks çok zeká isteyen, satranç benzeri bir spor. Tehlikeli sporlar arasında 14. sırada, ayrıca 2004'den itibaren de olimpiyatlara giriyor. Boksta asıl mesele yumruk almadan yumruk atabilmek. Antrenmanlarda hep erkeklerle dövüştüğüm için çok iyi biliyorum, anatomik olarak kadından daha güçlü ama, her erkek her kadını dövemez. Ya da her erkek güçlüdür diye genel bir kural yok, bunu net söylüyorum. Kadın her türlü acıya çok daha dayanıklı, sadece doğum sancısını düşünmek bile bunu doğrulamaya yeter. Erkek ise bir tüyü çekildiğinde bile acıdan feryat eder. Bunları Türkiye'nin ilk kadın boksörü ve kickbox'çısı olarak iddia ediyorum. Allah'a şükür bugüne kadar ne burnum kırıldı, ne kaşım düştü.

Kocam adam olsun canımı yesin, yoksa onun canını alırım

Yakışıklı genç hemcinslerim, eğri oturup doğru konuşun, Nurhayat gibi bir sevgiliniz, nişanlınız, eşiniz olmasını ister misiniz?..

- Şimdiye kadar duygusal anlamda bir erkek arkadaşım olmadı sayılır. Hiç aşık olmadım ama, herhalde çok güzel, çok değerli bir şeydir. Aşk dünyanın en derin acısıyla en derin mutluğundan yaratılmış olmalı. Kavuşunca aşk olmazmış, kavuşulmayan sevgiler aşkmış, bilmem hangisi doğru? Erkekler benden korkuyor nedense, bu gidişle koca bulma ihtimalim çok. Kocam adam gibi adam olsun, canımı yesin, yoksa canını alırım onun. Türkiye'de kadınlar hep eziliyor, aç televizyonları, gazeteleri gör hallerini. Şiddet yanlısı biri değilim ama, hak eden insana hak ettiği yerde hak ettiği şeyi yaparım.

Kendim silahım niye silah taşıyayım ki?

Dünyada hayranlık duyduğum tek boksör Mike Tyson, bu yüzden Rotweiller cinsi muhteşem köpeğime Tyson adını koydum. Onunla ringde karşı karşıya gelsem herhalde rüzgarından uçarım ama, olsun.

Van Damme gerçek bir sporcu değil, o dövüşleri beyazperdede rol gereği canlandırıyor. Eski bir balet olduğu için gösterilerinde başarılı oluyor ama, sporcu kişiliği filan yok.

Silahlara çok büyük merakım var ama, bugüne kadar hiç taşımadım. Kendim silahım zaten, silaha ne ihtiyacım olur ki?

Maç öncesi dua okurum, uğuruna inandığım body'mi giyerim. Beyaz şortumun da bana uğur getirdiğine inanırım. Nazara karşı içinde cıva olan minik bir cam şişeyi de yanımdan ayırmam.

Gece otobüste saçıma uzanınca tepem attı

- Bir keresinde de Türkiye şampiyonası için annemle beraber Adana'dan Eskişehir'e gece otobüsüyle gidiyoruz. Annem yan koltukta, ben iki koltuğu uzanmışım. Gece baktım saçlarıma doğru bir el uzanıyor, birden ürperip kalktım. Arkamdaki koltukta oturan bir adam bu sefer yanaklarımı da okşamaya kalkıştı. O sinirle bir tuttum adamı, bir çaktım, anında otobüs durdu. Adamı ilk petrol istasyonunda valizleriyle beraber dışarı attılar. Haksız mıyım be ağabey, elim kolum bağlı öylece dursa mıydım?

Maydanozcu sarkıntılık edince karakolluk oldum

- Evvelki sene Adana'da evimizin önünde annem, ablam ve ben yolda yürüyoruz. Bizim evin altındaki marketin önünde arabaya yaslanmış yaşlı bir adam bize el sallıyor. Ben adamı tanımıyorum. Biz yürürken baktım adam arabasıyla bizi takip edip el sallamaya devam ediyor. Bize eliyle değişik parti işaretleri falan yapıyor. Bu yetmezmiş gibi yanımıza yaklaşıp bana ‘‘Gel seninle tanışalım, görüşelim’’ demesin mi? Açık olan cama yaklaşıp ‘‘Madem tanışmak istiyorsun, in arabadan insan gibi konuşalım’’ dedim. Hem inmedi, hem terbiyesiz sözler söylemeye başladı. Kravatından tutup camdan çektim az kalsın boğulacaktı, sonra Allah ne verdiyse. Bir anda burnu patladı, yüzü kan gölüne döndü. Millet etrafımıza toplanmış bravo diyerek beni alkışlıyor. Derken polis geldi, karakola gittik, adamın çenesi falan her tarafı da kırılmış, beni mahkemeye verdi. Meğer arabada adam dövmek haneye tecavüze giriyormuş, birkaç duruşmadan sonra beraat ettim, olay kapandı.
Yazının Devamını Oku

Masa başında çalışanlar damar sertliğine dikkat

8 Ocak 2003
Prof. Dr. Ziya Mocan, arkadaşımız Yener Süsoy'a, kalp, damar ve böbrek hastaları ile önerilerini anlatıyor. Böbrek hastalarının günde mutlaka 2.5 litre su içmesini tavsiye eden Prof Mocan, masa başı işlerin de damarsertliği riski içerdiğini söylüyor. - Damar sertliği özellikle sistolik kan basıncında artma yapar ve daha çok yaşlı guruplarda görülür. Yağ içeren partiküllerin zamanla damar duvarlarında birikip sertleştirmesi demektir kısaca. Kan kolesterolü yüksek olanlarda damar sertliği erken yaşlarda meydana gelir. Bu tip hastaların göz çevresi ile dirsek arka yüzünde yağ birikimleri oluşur. Ayrıca hipertansiyonun kendisi de damar sertliğine yol açar. Damarlar insanın biyolojik yaşamını belirlediğine göre hepimiz hipertansiyon gibi damarları bozan bir hastalıkla mücadele etmeliyiz. Özellikle masa başında çalışanların fizik aktiviteleri yok gibi. Bu çok yanlış, ne kadar yorgun olursanız olun her gün yapacağınız 30 dakikalık hızlı yürüyüş koruyucu kolesterol HDL'yi arttırarak sizi kalp hastalıklarından koruyacaktır. Bunun yanı sıra stresten olabildiğince uzak durmaya çalışılmalı, iş stresi dinlenme, aile ortamına sokulmamalı..


Böbrek yetmezliğinin işaretleri


- Organizmamızın baş kimyagerleri olan böbrekler, kendi hastalıklarının işaretlerini hırpalandıktan sonra veriyor. Onlar çalışmazsa vücutta su, tuz ve toksik maddeler birikip ödemler oluşuyor. Bu şişlikler özellikle bacaklarda, ayak bileklerinde ve yüzde görülüyor. Ayrıca tansiyonda yükselme, halsizlik, bulantı, kusma, iştahsızlık, uyku hali, dalgınlık, kansızlık, ciltte renk değişikliği ve kaşıntı gibi belirtiler de olabiliyor. Mesela geceleri birden fazla idrara kalkmak böbrek yetmezliğinin belirtisi olabilir. Prostta idrara çıkmalar genellikle gündüzdür, böbrekte ise gece. İstirahat halinde böbrekler daha iyi kanlanıp daha çok çalıştığı için idrar miktarı geceleri artar. Böbrek yetmezliğinin ideal tedavisi böbrek nakli ama, dünyada olduğu gibi bizde de donör sıkıntısı olduğu için, hastaların ancak yüzde 10'una yapılabiliyor. Öteki seçenekler ise hemodiyaliz ve periton diyalizi.

Böbrek hastası 2,5 litre su içmeli

- Eskiden böbrek hastalarına kesinlikle tuz verilmezdi, ama günümüzde bu yasaklar kalktı. Şimdi böbrek hastaları normal tuzlu yiyor, çünkü böbreğin normal fonksiyonu için tuza da ihtiyacı var. Böbrek tamamen tuzsuz bırakıldığında çekiliyor, fonksiyonlarını kaybediyor. Ödem, tansiyon yüksekliği, kalp, koroner sorunları olmayan böbrek hastaları normal tuzlu yemeli. Son dönemde böbrek hastalarına günde 2,5 litre su içmelerini öneriyoruz. Böbreğin esas maddesi su, onun için asla susuz kalmaması lazım.
Yazının Devamını Oku

Tansiyon yükselince cinsel güç de azalır

7 Ocak 2003
Ünlü tıp adamı Prof. Dr. Ziya Mocan, arkadaşımız Yener Süsoy'a yüksek tansiyonun belirtilerini anlattı. Sigara içenlerde ve diyabetlilerde daha sık görülen yüksek tansiyon, çok yükselince cinsel güçte de azalma görülüyor. Yüksek tansiyon hastası kimdir?

- Tansiyon, her bir kalp atımında damar duvarında oluşan gerilim basıncı olarak ölçülen değerdir. Normal ve yüksek kan basıncı arasında kesin sınır yok, sadece alt sınırın (diyastolik) yüksekliği, üst sınırın (sistolik) yüksekliği yaş, seks ve ırk faktörleri de göz önüne alınıyor. Hipertansiyonun tanısını koymak için hastada en az 3 kez kan basıncı yüksekliğini görmek gerekir. Doktor korkusundan olanlara ‘‘Beyaz Önlük Hipertansiyonu’’ diyoruz. Eskiden bunu önemli bulmazdık, bugün ise doktor karşısında tansiyonu yükselenleri geleceğin hipertansif hastaları olarak görüyoruz.

Normalde bir erişkinde sistolik kan basıncı 140 mmHg'nın altında olmalıdır. 140-159 mmHg arası sınır, 160 ve üstü ise kesin hipertansiyon olarak kabul edilir. Halk arasında küçük tansiyon diye bilinen diyastonik kan basıncı ise 85 mmHg ve altında olmalıdır. 85-89 mmHg normalin üstü, 90-104 mmHg hafif, 05-114 orta, 115 mmHg üzeri ise ağır hipertansiyondur. Yani 140/85 mmHg altı genç erişkinlerde normal kabul edilir.

Yüksek tansiyonu olan bazı kişilerde ‘‘Buna vücudum alıştı’’ diye çok yanlış bir kanı var, böyle şey olmaz. Kan basıncı günün değişik saatlerinde hafif inip çıkmalar yapabilir. Bu değişimler bazılarında çok fazla olur, bunları hafif hipertansif olarak kabul ederiz. Hipertansiyonlu uzun süre tedavi edilmezse Malign Hipertansiyon denilen 22-14 ölçüsünü aşıp kalp, beyin, göz, böbrek organlarını tahrip edebilirler.

İmkanı olan hastalara tansiyon holteri koydurup 24 saat boyunca an be an tansiyonunun ne olduğunu makineye kaydettiriyorum. Böylece hekim-hasta ilişkisi çok doğru bir raya oturmuş oluyor. Bu hastaları hemen tuzsuz rejime alıp zayıflamalarını sağlıyoruz, varsa yüksek kolesterollerini düşürüyoruz ve sakinleştirici ilaçlar veriyoruz.


VÜCUTTAKİ Belirtileri neler


Erişkin her 4 kişiden birinde görülen yüksek tansiyon pek belirti vermez ama, teşhisi ve tedavisi kolaydır. Yüksek tansiyon tedavisi kalp-damar hastalıklarında da belirgin bir azalma sağlar. Ailesinde hipertansifler olan, arada bir hafif tansiyon oynamaları yaşayan kişinin mutlaka takip edilmesi gerekir. Çoğu insan, hipertansif olduğunu tesadüfen bir doktor muayenesinde öğrenir ama, yine de bazı işaretlere dikkat edilmeli.

Tansiyon çok yükseldiğinde genellikle ensede başlayan bir ağrı oluşur. Ağrı sabahları daha fazladır, günün ilerleyen saatlerinde ise azalır. Ayrıca sersemlik hali, çarpıntı, halsizlik, çabuk yorulma, cinsel güçte azalma gibi belirtiler de gösterir.

Damarsal sorunlara bağlı olarak burun kanaması, kırmızı idrar, görme bozukluğu, geçici kuvvet kayıpları, sol göğüste ağrılar, nefes darlığı olur.

Başka hastalıklara bağlı olarak çok su içme, çok idrara çıkma, kas zafiyeti, kan potasyumunda azalma, kilo alma, ciltte çizgiler oluşması, ani baş ağrıları, çarpıntı, yüzde kızarma ve ayakta baş dönmesi atakları görülür.

Esansiyel hipertansiyonun en önemli ipuçlarından biri, diyastolik kan basıncının ayağa kalkıldığında artmasıdır. Ayakta ölçülen rakamlar yatış pozisyonunda alınanlar mutlaka karşılaştırılmalı.

Doğum kontrol hapları da hipertansiyonu ortaya çıkaran faktörlerdendir.

Sık sık yaşanan idrar yolları enfeksiyonu, gece birden fazla idrara gitme böbrek kökenli bir hipertansiyonun varlığını belirtebilir.

Aşırı kilo alma da hormonal kökenli bir hipertansiyona bağlı olabilir.

Hipertansiyonun en önemli komplikasyonları kalp krizi, beyin kanlanmasında azalma, göz dibi kanamaları, görme bozukluğu, kalp yetmezliği, bacak damarlarında daralma, gözde kanamalar, inme denilen felçlerdir.

Hipertansiyon; sigara içenlerde, diyabetlilerde, kandaki kolesterol ve lipitleri yüksek olanlarda, anne ve babasında kalp-damar hastalığı olanlarda daha sık görülür.


Tansiyon mutlaka 12’ye inmeli


- Tansiyonun küçüğü de büyüğü de önemlidir. Yener bey, üst ve alt tansiyonlar arasındaki denge de günümüzde artık çok önemli. Son araştırmalar gösterdi ki, küçük tansiyonu 6'nın altına düşürülen yaşlı hastalarda enfarktüs riski çok artıyor. Hipertansiyon hastalarının mutlak ve mutlak tuzsuz yemeleri şart. Aslında vücudumuzun ihtiyacı olduğu tuzu günlük gıdalardan yeterince alıyoruz, ekstradan serpilen tuz sadece damak zevki için. Hipertansiyon tedavisinde bir diğer yeni anlayış ise 30-60 yaşları arasındaki tüm erişkinlerin tansiyonlarını 12'ye kadar yavaş yavaş düşürmek. Eskiden 18'lerdeki tansiyon 12'lere düşürülmezdi, bugün 11'e kadar iniliyor. Hastada tansiyon düşüklüğünden baş dönmesi olduğunda o seviyenin bir üstü ideal rakam oluyor. Bunun için hastaların tansiyonlarını artık semptomatik olmayan seviyeye düşürüyoruz, son ideal rakam 12.

YARIN: DAMAR SERTLİĞİNE KARŞI ÖNERİLER
Yazının Devamını Oku