Yener Süsoy

Hastane sözü verenler sözlerini tutmadılar

4 Haziran 2003
Dünyaca ünlü beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil, arkadaşımız Yener Süsoy'a her bilim adamı gibi ölümden sonrasını çok merak ettiğini söyledi. Prof. Yaşargil, değişik zamanlarda kendisine hastane açma sözü veren Ağa Ceylan, Halis Toprak ve Turgut Özal'ın sözlerinde durmadığını itiraf etti. - Bana hastane yapma sözü verenler de sözlerinde durmadı. Ağa Ceylan, bir gün elinde filmlerle Zürih'e geldi, meğer beyninde tümör olduğu söylenmiş. Filmlere baktım, bence kesinlikle bir şey yoktu, ben bunca yıllık tecrübemle öyle koklamıştım. Gidip bir resim daha çektirdik, baktım gerçekten ur yok. Adam bir sevindi, sanki bütün dünyayı ihya edecek. Türkiye'de bir hastane yapmak için bana söz verdi ama, gerçekleşmedi. Halis Toprak'ın oğlunu ameliyat ettim, o da aynı sözü verdi, olmadı. Turgut (Özal) bey de Malatya'da bir hastane kuracaktı; refikam Dianne bu proje üzerinde 3 ay uğraştı, o da lafta kaldı. İsterdim ki çok param olsun da, kimseden yardım istemeden Türkiye'de bir hastane kurayım. Bu hayalimi gerçekleştiremediğim için hálá çok üzülürüm.

Biz canlılar bir köprüyüz diğerlerine yol açıyoruz

- Ölüm, bence diğerlerinin yaşamasına yol açmak demek. Biz canlılar hep köprüyüz, diğerlerine yol, yer açıyoruz. Ölümden korkmuyorum ama, arkasında yatanın, sonrasının ne olduğunu bilmek istiyorum. Ölünce herhalde vücudumuz atomlara bölünecek, kimisi bir ağacın, kimisi bir hayvanın, kimisi bir kurdun içine girecek. Şu anda bizim teneffüs ettiğimiz havadaki atom parçaları kim bilir nereden geliyor, atalarımızdan kalmış olabilir. Çocukken hep düşünürdüm, nasıl oluyor da kurttan kelebek oluyor, muazzam bir şey. Kurdun milyonlarca hücresi bir kısmı değişerek kelebek olsun diye kendini öldürüyor.


Firma, 2 yıl sonra benim aletleri kendisine mal etti


- Yener bey, vallahi zengin biri değilim. 40 senedir beyin cerrahisindeyim, ilk 20 sene hocanın yanında aldığım para 500 İsviçre Frangıydı; daha sonraları bu senede 50 bine çıktı. Hoca olduktan sonra kazancım yerinde gibi görünebilir ama, yüzde 73'ünü geri veriyordum. Yüzde 40'ını hastane alıyordu, geri kalanı da vergilere gidiyordu, bana kalan yüzde 27'ydi. O para hiçbir zaman zenginlik yaratmıyor efendim. Benim adımı taşıyan alet edevattan da bir şey kazanamadım. Bir firma bana mukavele imzalatıp kızım Leyla'nın adını taşıyan ekartör dahil 10 tane alet çıkardı. Sonradan öğrendim ki, bana imzalattıkları mukavele 2 senelikmiş, bende tüccar kafası yok ki. Firma 2 yıl sonra benim yarattığım beyin cerrahisi aletlerinin hepsini kendisine mal etti. Aynı şekilde mikroskoplar için de Zeiss firmasından bir kuruş almış değilim. Gelen hastaların en zengininden bile 6 bin İsviçre Frangı alırdım.


Zengin değilim, kitap alacak param olsun yeter


- Son 8 yıldır Arkansas Üniversitesi'nde maaşlı olarak çalışıyorum, aldığım para da beni yaşatır, zengin etmez. Zaten parada, pulda, zenginlikte hiç gözüm olmadı, kitapçıdan içim burkulmadan çıkabilirsem yeter bana. Parasızlıktan kitap alamadığım günleri hálá unutamam. Uzun seneler kazanamadım, 1973-1992 arasında biraz param oldu da toparlanabildik. İlk arabamı 1975'te alabildim.
Yazının Devamını Oku

Beyni kendi haline bırakmayacaksınız

3 Haziran 2003
Amerikan Beyin Cerrahları Birliği'nce 1999 yılında ‘‘Yüzyılın Adamı’’ unvanı verilen ve dünyanın gelmiş geçmiş sayılı beyin cerrahlarından biri kabul edilen Prof. Dr. Gazi Yaşargil, arkadaşımız Yener Süsoy'a beyni sağlıklı tutmanın yollarını açıkladı.
Prof. Yaşargil, zihinsel tembelliğin, alkol ve sigaranın beyne çok büyük zarar verdiğini söyledi.

Beynin en büyük 3 düşmanı alkol, nikotin, tembellik

Beynin en büyük düşmanı alkol, nikotindir, uyuşturucular ve tembelliktir. Beyin kendi haline bırakılınca durmaya başlıyor ve kuruyor. Ağır, yağlı, ballı yiyecekler beyne ağır gelir.

Beyni sağlıklı tutmanın en önemli yolu onu atıl bırakmamaktır. Her konuda kitap, dergi, gazete ne varsa okuyun. Matematik, bulmaca, satranç, tavla da çok yararlıdır.

Vücutta her gün deveran eden 700-800 kübik suyu beyin çıkarıyor, bu bildiğiniz su değil, çok kıymetli. İçinde tuz, altın gibi bütün maddeler var.

ASANSÖR KULLANMAM

Egzersiz yaptığınızda kaslardan çıkan bazı maddeler beyni güçlendiriyor. Ben çalıştığım hastanede hiç asansör kullanmam, durmadan iner çıkarım, koridorlarda yürürüm.

Beynimizin kendine has bir sesi, ritmi var, kayda alıp bunu müziğe çevirebilirsiniz.

Balık yağı çok faydalıdır, herkese tavsiye ederim. Meyveyi soyarak değil, mümkünse kabuğuyla, hatta çekirdeğiyle yiyin. Hem kabızlığı atar, birçok şeye de iyi gelir.


İlaçtan hiç hoşlanmam


İlaçtan hiç hoşlanmam, hastalara vermeyi de sevmem. Ben sadece aspirin içerim, bana sadece o iyi gelir.

Organlarımın hepsi kalp başta çok iyi çalışıyor, henüz onları bağışlamış değilim. Esaslı bir hastalık geçirmedim, küçüklüğümde zatürree ve yüz felci geçirdim.

Sosyal hayat beynimi yoruyor

Hiçbir sosyal hayatım da yok, gittiğimde beynim yoruluyor, ertesi gün peltem çıkıyor. İçki küçük beyni dumura uğratıyor, beynin orta kısımlarını harap ediyor.

Hafıza nedir, akıl nedir; sevinme hissiyatı nerelerde oluyor; içimizdeki resimler nerelerde; musikiye nereden tam anlıyoruz; bu soruların cevaplarını hálá bilmiyoruz. Beynimizde 100 milyar hücre olduğunu, bunun yanında 200-300 milyar da yardımcı hücreler var diyorduk, ama şimdi ortaya başka şeyler çıktı. Her hücrenin anında işleyen telefon gibi 10-15 bin bağları var. Aslında beyin hakkında bildiklerimiz incir çekirdeğinden bile küçük.

Beyin salatasını çocukken sevredim

Çocukken beyin salatasını çok severdim, ama artık yiyemiyorum; artık tuhafıma da gidiyor.

Okuldayken arkadaşlarım beni çok yaşlı bulurdu, ama ben hálá 6 yaşını geçmedim. İçimdeki o çocuğu hiç öldürmedim, birdenbire çocukluk havasına girip hınzırlığım tutar, olmayacak bir laf söyleyebilirim.

Ömrümüz 120 seneye ayarlanmış

Prof Yaşargil, Yener Süsoy’a insan ömrüyle ilgili olarak da şunları söyledi: ‘Her hücremizin kendini öldürme kabiliyeti var, genlerin uçlarındaki telomerler ne zaman öleceğimizi tayin ediyor. Ömrümüz 120 seneye göre kurulmuş, fazlası yok. Ama, bir bakarsınız telomeri değiştirirler, o zaman 250 oluruz. Kader diye bir şey var ama, insan kısmen de kendi kaderini tayin edebiliyor. Yener bey, hayatımda başımdan olmayacak tuhaf işler geçti, beni meleklerin koruduğuna inanırım.’

Beynin etrafında su yolları var

- Alexis Karel'e 3 milimetrelik damarda ameliyat yaptığı için Nobel verildi; ben onu 1 milimetreye indirip beyin damarını açıp kapattım, benim maharetim işte burada. Ben yalnız o ufacık damarları tamirle kalmadım, beyin cerrahisine birçok yenilik getirdim. Mesela, beynin etrafında su yolları olduğunu, o yolları takip edersek beynin her yerine gidebileceğimizi gösterdim. İkinci ortaya çıkarttığım konu, damarların neden hasta olduğu. Tümörlerin teşekkül ettiği yerler de kompartımanlar halinde, beynin her tarafı birden hastalanmıyor. Adamın beyninde yumruk büyüklüğünde tümör var, şahsiyeti yerinde devlet başkanı. Beynimizin her iki yarım küresinde 200'e yakın odacık var, bunlar tek başına hastalanabiliyor. Bazen de yangının binayı sarması gibi, bir enfeksiyon hastalığı bütün beyni sarabiliyor; mesela menenjit, MS gibi. Bazı hastalıklar ise yalnız bir yere oturuyor, oradan 5 santim büyüklüğünde bir parça bile alınsa hastada hiçbir değişiklik olmuyor. Bu konsept henüz tamamıyla kabul edilmiş değil, bu ameliyatları benim dışımda yapanların sayısı 10 kişi. Başlangıçta hep böyle olur. Benim yön açtığım bir başka konu da bel fıtığıdır. O ameliyatlarda ilk defa mikroskop kullanmaya başladığımda ‘‘Yatağa da mikroskopla mı giriyorsun’’ diye benimle alay ettiler. Ama şimdi oturdu, herkes böyle yapıyor. Sayın Süsoy, ben de inanırım ki şans hazırlıklı olanı sever.

Yarın: Ölümden sonrasını ben de merak ediyorum
Yazının Devamını Oku

Rusların gelişiyle bizim imam bile derici oldu

20 Mayıs 2003
Dericilik sektörünün en ünlü markalarından Derimod'un kurucusu Ümit Zaim, sektöre en büyük darbenin 1990'lı yıllardaki ‘‘bavul ticareti’’yle vurulduğunu söyledi. Zaim, Yener Süsoy'a ‘‘Ruslar gelince bizim imam bile derici oldu’’ diye konuştu. - 1990'larda başlayan Rusya furyası sırasında Türk dericiliği büyük darbe aldı. Rusya o sırada bu konuda çok aç; önce Laleli'ye, sonra da Zeytinburnu'na saldırdılar. İyi, kötü ne buldularsa hepsini aldılar. Zeytinburnu'ndaki bakkal, baktı ki yandaki dükkan çok işi yapıyor, o da dükkanını dericiye çevirdi. Yenerciğim, bizim imam bile mesleğini bırakıp dericiliğe soyundu. Bütün bunlar bizim sektöre yapılabilecek en büyük ihanetti. Bu arada bir ihanet de sonradan olma tabakçılardan geldi; kimisi boyasından, kimisi asidinden çaldı. Adam 10 defa giydi, aldığı derinin boyası aktı gitti.

Şu anda hálá Türkiye'nin deri konfeksiyondaki en büyük pazarı Rusya. Bizden daha çok kürk-süet alırlar; ülkeleri ne kadar soğuk bir düşün. Hiçbir tekstil eksi 30 dereceyi önleyemez, bir de Sibirya taraflarını düşün. Ruslar kürk-süet giymeye mecburdur. En iyi kürk-süet kuzu derisinden yapılır, Türk kuzusunun ünü de malum. Bunun yanı sıra deri giymek Ruslar için bir statüdür. Böyle önemli bir ülkeyle imamdan bozma derici iş yapabilir mi? Bir ara Moskova'da kendi gözlerimle gördüm, dükkanına ‘‘Burada Türk derisi satılmaz’’ diye yazı asanlar oldu. Ruslar hem günün modasını ister, hem de abartıyı, sade ceketten hoşlanmazlar. Yakası şatafatlı olacak, üzerinde çok işleme olacak. Amerikalı ise iyi bir deri müşterisi değildir, çünkü onların deri kültürü yok denecek kadar az.

8 kuzudan 1 ceket çıkar

İyi giysilik deri küçük kuzudan yapılır, dünyanın en iyi kuzu derisi ise Türkiye'dedir. Özellikle Bursa, Bandırma ve Çorlu yöresinin kuzuları çok makbuldür. Yerli üretim yetmediği için şu anda Türkiye genelinde yüzde 80 ithal deri kullanılıyor. Yeni Zelanda'dan Avustralya'ya, İran'a kadar dünyanın her yerinden getiriliyor. Mobilya ve oto döşemelerinde ise büyük baş hayvanların derileri kullanılır.

Deri nefes alır, ama rüzgar geçirmez, terletmez, çok sağlıklıdır. Amerikalı bilim adamlarının son açıklamalarına göre deri vücuttaki elektriği alıp stresi azaltıyor.

5 koyundan veya 8 kuzudan bir ceket çıkar. Tekstilde kumaşları üst üste koyup 100 kat kesebilirsin, bizde ise asorti denen tek tek eşleştirme yapılır.
Yazının Devamını Oku

Tayyip Bey'in bana kızdığı gece

13 Mayıs 2003
Genel başkanken bir gece yaptığımız telefon konuşmasında bana kızdı. Alınmasını kararlaştırdığımız ek vergileri kendisine anlattım, ‘Olmaz, zaten Türkiye’de vergiler çok yüksek, yazık bu vatandaşa’ diye bana çıkıştı, sonunda, ‘Ne yaparsanız yapın’ dedi. İleride daha büyük problemlere yol açmamak, kısaca ülkenin selameti için o tedbirleri almamız şarttı. Tayyip Bey'e hükümet kuruluncaya kadar, ‘Ağabey’ dedim, şimdi ise ‘Başbakanım’ diyorum. Tayyip Ağabey ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında hiçbir fark yok. Öncelikle çok dürüst, sözüne güvenilir bir insandır, işini çok iyi takip eder. Yener Bey, Başbakanımız bütün konuları bizlerle istişare eder, bana hiçbir zaman 'Şunu şöyle yap' dememiştir şimdiye kadar. 'Böyle bir durum var, sen şuna bir bak' gibilerinden yaklaşır. Gerekli her konuyu istişare ederiz, önemli olan Türkiye için doğru olanı yapmak. O da bana güveniyor, bu konuda en küçük bir sorunuz yok.

Bakanlık koltuğuna oturuncaya kadar; 'Türkiye'de vergi oranları çok yüksek, mutlaka hemen düşmeli' diye şikáyet ederdim. Fakat gelince gördüm ki, devletin borç durumu, gelir-gider dengesi gerçekten dikkat edilmesi gereken noktalarda. Bu arada öteki sorunuza da cevap vereyim, biz IMF'yle anlaşmalarımızda hiçbir zaman işin para yönünde olmadık. İki sene boyunca oradan gelecek toplam para iki milyar dolar, bizim bu sene ödeyeceğimiz borç rakamı ise bu sene borçlanıp da ödeyeceklerimiz dahil 90 küsur milyar dolar. Bir o kadar da gelecek sene ödeneceğini düşünün. IMF'yle anlaşıyor olmanın asıl önemli noktası, hükümetimizin uygulamakta olduğu ekonomi politikalarının uluslararası finans kuruluşları tarafından da bir bakıma onaylanması. Bir başka deyişle, 'Türk hükümetinin uyguladığı ekonomik politikalar Türkiye için gerçekten doğrudur' güvenini dünyaya vermek.


ZEYNEP BABACAN


Ali’yi en çok hanımlar seviyor


Ali'yle üniversite 3. sınıfta okurken 1994 Eylül'ünde tanıştık. Daha önceden tanıdığım kız kardeşleri Ali beni görsün diye ailece bize geldiler. Birbirimizi beğendik, baş başa ilk görüşmemiz Gaziosmanpaşa'daki Papazın Bağı'nda oldu. İki ay sonra söz kestik, 1995'te de evlendik. Eskiden haftanın en az iki günü dışarıda yemek yerdik, özellikle İtalyan, Çin lokantalarına giderdik. Son aylarda 03.00'ten önce eve gelmiyor. Bakıyorum Ali'yi hanımlar daha çok seviyor, onu kendi çocuğu, kardeşi gibi görüyor. Anneler babalar onu örnek, güvenilir bir aile çocuğu olarak gösterir zaten hep. Yaşça büyükler bile ondan akıl alır.


Uzakdoğu mutfağının meraklısıyım, çok iyi suşi yaparım


Yemek yapmaktan değil, yemek yemekten iyi anlarım, damak zevkim iyidir. Uzakdoğu, özellikle Tayland mutfağına meraklıyım, bilhassa suşi hastasıyım. Amerika'dayken bir Japon arkadaşım bana suşi yapmasını öğretti, iyi de beceriyorum.

Zeynep ve ben tam bir vahşi doğa tutkunuyuz, çok özel izinlerle girilebilen Malezya'daki yağmur ormanlarında geçirdiğimiz üç günü unutamayız. Kerem'i alüminyum sırt çantasında taşıyıp dağ tepe yürüdük, böcek turlarına katıldık.

Ben de, Zeynep de Kuran'ı Arapça'sından okuruz ama hafızlığımız yok.

Ailece Sezen Aksu hayranıyız, hem kendisini, hem de yetiştirdiklerini severek dinleriz. Aksu'nun bütün şarkıları dinleme listemizin başında yer alır.

Amerika'dayken 18 delikte oynayan iyi bir golf oyuncusuydum ama, Ankara'da golf sahası yok. Bir de kayak yapmaya meraklıyım, Aspen'den Palandöken'e kadar bir çok yerde paralel yaptım. Bakan oluncaya kadar Zeynep'le Eymir Gölü etrafında bisiklete binerdik.
Yazının Devamını Oku

Kimse beni toy görmesin

12 Mayıs 2003
Yazarken bile insana fenalıklar geliyor, şu listeye bir bakar mısınız lütfen; Kurtuluş İlkokulu'ndan 1'incilikle mezun olmuş. 1985'de TED Ankara Koleji'ni yine 1'incilikle bitirmiş. 1989'da ODTÜ Endüstri Mühendisliği Fakültesi'nden tam not 4 üzerinden 4 ortalamayla ve elbette yine 1'incilikle diplomasını almış. Ünlü Fullbright Bursu'yla Amerika'nın 1 no.lu yüksek ihtisas okulu Nortwestern Üniversitesi Kellogge School'dan da elbette yine 1'incilikle mezun olmuş.

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Hilmi oğlu 4.4.1967 Ankara doğumlu Ali Babacan'ın öğrenim geçmişi işte böyle. Bakmayın 0011 kırmızı plakalı siyah Mercedes'e bindiğine, görüldüğü gibi bu 'Ali Baba'da 1 numara takıntısı var. Baba Hilmi bey de aynı dertten mustarip, o da ilkokuldan üniversiteye kadar başını 1'inciliklerden alamamış.

Bugüne kadar özel hayatı hakkında ser verip sır vermeyen Ali Babacan'la Sancak Mahallesi Yıldızevler'de yeni taşındığı evinde her şeyi konuştuk. O saate kadar ne 1974 doğumlu eşi Zeynep'i tanıyorduk, ne 1996 doğumlu oğlu Kerem'i, 3 ay bir haftalık kızı Dilara'nın ise yüzünü gören yoktu.

Kamuya, özel sektörün dinamizmini getirmeliyiz

Yener bey kimse beni bu makam için toy, tecrübesiz görmesin. Özel sektör insanı öyle yetiştiriyor ki, insan çok farklı durumlara, konulara hemen adapte olabilir hale geliyor. Beni en çok şaşırtan, Türkiye'deki hantal bürokratik zihniyetin, engellerin beklediğimden çok daha ağır olduğunu görmek oldu. Hukuki altyapı son derece tutucu, statükoyu korumaya yönelik, sanki 'Aman yeni bir şeyler olmasın, yapılamasın, zorlaşsın, böyle gitsin, kimse bizim rahatımızı bozmasın' deniliyor. Üzerinde 3-4 aydır çalışıp da bir türlü maliye, hazine mevzuatını halledemediğimiz konular var. Devletçi anlayış öylesine sinmiş ki bütün mevzuatın derinliklerine, bunları aşmak çok vakit alıyor.

Yanıma çok güçlü bir ekip kurmak istedim, ağırlıkla özel sektörden seçtiğim kişiler olacaktı. Fakat bir baktım ki, her kademe için yıllarca memuriyette çalışmış olma şartı var. Yurt dışında eğitim yapmış, o ülkelerde çok kilit pozisyonlara gelmiş gencimiz var, fakat ben hálá bunları Türkiye'ye getirip istediğim yerlerde değerlendiremiyorum. Şu anda yaptığım, mevcut sistem içinden iyi arkadaşlar seçmek ama bu vakit alıyor. Kamuya mutlaka çok daha kuvvetli ve yaygın bir şekilde özel sektör dinamizmini getirmemiz gerekiyor. Hem ODTÜ, hem de Amerika'daki eğitimlerim hep ekip çalışması tabanına dayanır. Kararları da paylaşırım, yapan kişi onun doğru olduğuna inanıp da yapacak, sırf tepeden emir geldi diye yaparsa bir yerde tıkanır. Analiz sürem uzundur ama, kararım hızlı olur.

Wolfowitz’in sözleri çok doğal

Tezkerenin geçeceğine çok emindim, çünkü oturumundan önce bizim grup salonunda bir oylama yapıldı. Oylamanın bitiminde Tayyip beyle Abdullah bey arka odaya geçip sayım yaptılar. Geri çıktıklarında Tayyip bey; 'Arkadaşlar grubumuz büyük bir çoğunlukla destekliyor. Ben de genel başkanınız olarak hepinizden bu tezkereye evet demenizi bekliyorum' dedi.

Tezkerenin geçeceğine o kadar inanıyordum ki, aynı gece için sinemaya rezervasyon yaptırmıştım. Tezkerenin geçmemesi elbette Amerikan yönetiminde ciddi bir hayal kırıklığı yarattı, Wolfowitz'in son açıklamaları tamamıyla onun yansıması. Amerikan yönetimi hayal kırıklığına uğramakta bence haklı, onun için Wolfowitz'in sözlerini çok doğal karşıladım. Ama; 'Türkiye hatasını kabul etmeli, özür dilemeli' gibisinden bölümünü yadırgadım. Türkiye demokratik bir ülke, yüce Meclis kararını vermiş, ben kimin adına özür dileyeceğim?

Teksaslı başkan at tüccarı hemşerisini anlatınca..

Amerika'da kaldığım süre içinde 50 eyaletin 43'ünü gezdiğim için, telefonda benimle konuşanın aksanından nereli olduğunu anlarım. Teksas insanı samimi, pragmatik, çözüme yöneliktir, lafı dolaştırmadan hemen konuya girer. Yarım saatlik görüşmemiz sırasında gözlemleyebildiğim kadarıyla Başkan Bush da tipik bir Teksaslı. Oval Ofis'e girdiğimizde lafı benimle açtı; 'Sen de MBA'liymişsin, ben de MBA'li ilk Amerikan başkanıyım' dedi. Senin gittiğin okul çok iyidir, iyi biliyorum' dedi. Başkan'la yarım saatlik görüşmemizin ilk 5 dakikası benimle yaptığı konuşmalarla geçti. Anlaşıldı ki, biz oraya gitmeden kendisini her konuda çok iyi brife etmişler. Bu arada benim daha önceleri ne yaptığımı sordu, genç yaşta siyasete girdiğim için kutlayıp başarılar diledi. Esas konuya girişi Yaşar bey yaptı, sözlerine; 'Bu ziyaretimizin sebebi herhangi bir şeyi burada pazarlık edip karara bağlamak değil' dedi. Bunu üzerine Bush hemen lafa girip; 'Bir dakika, siz pazarlık için burada değiliz diye başladınız. Bizim Teksas'taki at pazarlarında tacirler müşteriyle konuşmaya; 'Bu işten anlamam' diye başlar, sonunda bakarsınız ki, hem size atı satmış, üzerinizde de sadece iç çamaşırınız kalmış. Sizde bize böyle yapmayın ha' dedi. Bunun üzerine herkes güldü, ondan sonra diplomatik hava dağıldı, sıcak, samimi bir ortama girildi. Bu arada büyük bir tepsi içinde çok çeşitli içecekler sunuldu, ben taze sıkılmış soğuk bir portakal suyu içtiğimi hatırlıyorum. Yener bey, Başkan Bush'la yaptığımız görüşmede hiç rakam konuşulmadı, siyasi konular daha çok konuşuldu. Bush çok direkt olarak; 'Biz bu işe kararlıyız' dedi. Biz de Irak savaşının bizim için siyasi, askeri, ekonomik risklerini kendisine anlattık. 1991 Körfez Savaşı'ndan örnekler verip mutlaka Amerikan hazinesiyle yakın alışmamız gerektiğini söyledik. Bu görüşmeleri para odaklı bir müzakere haline getiren Amerikan basınıdır.

Ve Zeynep Babacan anlatıyor:

Atatürkçü bir okulda yetiştim

Ben niye Atatürk düşmanı olayım ki Yener bey, elbette değilim. Ben Atatürkçü bir okulda yetişmiş, kendi dini inançlarını yaşamaya çalışan Müslüman bir Türk kızıyım. Örtünmeye kendi irade ve isteğimle lise sonda karar verdim ama, elbette bunu orada uygulayamazdım. Ankara Koleji'nden sonra Hacettepe Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümü'nü örtülü olarak bitirdim. Ailemde benden başka örtülü yoktu, belki de onun için bu konuda beni desteklemedi. O zamanlar iki arada kalmıştım, bir yanda kolej ortamı, öbür tarafta okuduğum kitaplar, Allah'ın emri. Kendi kendime; 'Örtünürsem isteğim gibi yaşayacağım, iç huzurum olacak, aksi halde hayatım çok farklı bir yöne de gidebilir' deyip kararımı verdim. Başımdaki türban siyasi bir simge değil. Ayrıca bu amaçla örtünen bir kişiye de bugüne kadar hiç rastlamadım. Bazıları yobaz görünüşlü, bağnaz olabilir ama, bunu bütün başını kapatanlara mal etmemek lazım.

YARIN: ZEYNEP BABACAN: ALİYİ EN ÇOK HANIMLAR SEVİYOR
Yazının Devamını Oku

Vali’nin evine bak

6 Mayıs 2003
Bingöl Valisi Hüseyin Avni Coş, çalışmaktan bir türlü gidemediği konutundaki hasarı, ilk kez Hürriyet'le gördü ve şaşırdı. Hayretler içerisinde Yener Süsoy'a dönen Vali Coş, aynen şunları söyledi: ‘‘Yener Bey, ben bu evden iyi ki sağ çıkabilmişim...’’‘BİNGÖL yaylalarının mavi dumanlarına, gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına’ (Kemalettin Kamu).

Bingöl'ün 80 günlük valisi Hüseyin Avni Coş, kendi oturduğu konutun depremde ne hale geldiğini ilk kez görürken şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Deprem olur olmaz makamına koşan Coş o saatten beri bekár yaşadığı lojmanına dönmemiş, kendi söküğünü dikemeyen terzi durumunda yani. Isparta Eğirdirli Coş'la sabaha karşı duvarları şahrem şahrem çatlamış makamında kuşburnu içerken, ‘‘Beyefendi, Vali Bey, siz buradan, biz de Çeltiksuyu'ndan dışarı çıkamadık. Hazır şu anda kimseler yok, bizi lojmanınıza götürün, bakalım deprem vali konağına diş geçirebilmiş mi?’’ dedik. ‘‘Yener Bey, buyurun gidelim. Bu sayede ben de konutta neler olduğunu ilk kez görmüş olurum’’ demesinden 3 dakika sonra Karşıyaka'daki konutunun önündeydik.

POLİSLER ARABA İÇİNDE NÖBETLEŞE YATIYOR

Kapıya geldik ki ne görelim; polisler, korumalar arabalarının içinde nöbetleşe yatıyorlar. Konutun tam karşısına bir çadırkent kurulmuş ama Vali Bey'e torpil geçip bir tane çadır vermemişler. Evinin içine girmemizle birlikte, depremin 2 katlı vali konağını da nasıl perişan ettiğini gördü. Depremden bu yana evine ilk kez gelen Vali Coş da şaşkınlık içindeydi. Salonun yıkık duvarlarında oluşan çatlaklardan gökteki yıldızlar sayılabiliyordu. Şöminenin mermerleri yerlere düşüp kırılmış, avizeler paramparça olmuştu. Ziyafet masası, üstüne düşen tuğla ve taşlarla parçalanmış, sandalyeler yere devrilmişti. Nadide kristal bardakların sıralandığı büfe, içindekilerle birlikte tuz buz olmuştu. Alt kattaki çalışma odası, mutfak, banyo da depremden nasibini yeterince almıştı. Bina 1986'da bittiği için herhangi bir yasal kovuşturma yapılması mümkün değil.

Bahçeye çıkıp konutun çevresinde dolaşmaya başladığımızda gördüklerimiz daha da ürkütücüydü, Coş'un yatak odasının balkonu tümüyle göçmüştü ama farkında değildi. Vali Bey şaşkınlık içinde, ‘‘Yener Bey, ben bu evden iyi ki sağ çıkabilmişim’’ dedi. Şaşkınlıktan gözü gibi baktığı, kendi yetiştirdiği çileklerin üstünde yürüdüğünün bile farkında değildi. Bu arada korumalardan biri, ‘‘Efendim, Boğaziçi Üniversitesi havuzun kenarına bir deprem cihazı yerleştirdi. En sakin yer orasıymış’’ demesin mi? Vali Coş, coştu, ‘‘Kardeşim, valinin evine cihaz takılıyor, valinin haberi yok’’ diye yarı şaka, yarı ciddi.

MİLLİ EĞİTİM'İN HATASI DA OLABİLİR

Çeltiksuyu Yatılı Okulu için kimin ipini çekilecek; müteahhidin mi, yoksa idarenin mi?.. Bu konuda Bingöl'de rivayetler muhtelif.

Binanın çöküp enkaz haline gelmesinin birkaç nedeni olabilir. Mesela zemin etüdü yapılmadan, deprem kuşağında olmayan bir bölge için geçerli olabilecek projenin deprem kuşağında uygulanması gibi yanlış bir tatbikat olabilir. Müteahhit inşaatı bu projeye göre yapmışsa, hata onayı veren Milli Eğitim'in olur. Siz de gördünüz, yıkılan okulumuzun zemini dereye yakın dolgu bir toprak olduğu için yumuşak. Bir başka ihtimal de müteahhidin küçük hesaplar peşinde koşup malzemeden çalması olabilir. Gördünüz, aynı müteahhidin yıkılan okulun yanında yaptığı derslik enkaz haline gelmemiş, yandaki lojmanlar da ayakta kalmış. Bunların belirlenmesi için başsavcımız yıkılan okulla ilgili soruşturmayı hemen başlattı, laboratuvar testleri için beton bloklardan numuneler aldırdı. İkinci aşama, okulun yapımında hangi müteahhidin sorumlu olduğunun belirlenmesi. Çünkü 1996'da başlayıp 1998'de biten inşaatta iki müteahhit değişmiş. Önce okulun enkaz haline gelmesinin nedeni bulunacak, sonra da bunun hangi müteahhit döneminde yapıldığı ortaya çıkarılacak. Ondan sonra güvenlik kuvvetlerine talimat verilip mesullerin savcılığa celbi, ifadesinin alınması, gerekiyorsa tutuklanması safhaları gelir. Kimse merak etmesin, suçlular neredeyse bulunup yakalanır, kanundan kaçılmaz.

CHP’li Sirmen’i aklayan vali de benim

Hüseyin Avni Coş 1959 Isparta Eğirdir doğumlu. Yıllardır, eşi Zeynep, iki kızı Nihal (16 yaşında) ve Tuğba (11 yaşında) ile ailece İstanbul Bahçelievler'de oturuyor. Vali Coş, kızlarının eğitimine engel olmamak için Bingöl'de bekár yaşıyor. Bahçede bunları sakin sakin anlatırken söz dolaştı geldi...

‘‘Rica ederim Yener Bey, ben Tayyip Erdoğan'ı aklayan vali filan değilim. Bazıları gibi 3. derece memurken vali olmadım. Ben 1. derecenin 4. kademesine gelmiş 22 yıllık mülki idare amiriyim. Ben bugüne kadar yüzlerce vali çıkarmış Mülkiye Teftiş Kurulu'ndan vali oldum. Herkes vali olabilir ama herkes Mülkiye Müfettişi olamaz. Devletin en gizli yerlerinde çalıştım, terörün en sıkışık zamanında 4 yıl Olağanüstü Hal Bölge Vali Yardımcılığı yaptım. Mülkiye Başmüfettişi olarak Sayın Başbakanımız hakkında yaptığım en son incelemede kendisi cezaevindeydi. Cezaevinde olan bir zatın, devir değişip başbakan olacağını, dolayısıyla hazırlayacağım rapor sayesinde de bana bir diyet borcu olacağını öngörebilecek ölçüde müneccim değilim. Üstelik benim o raporu hazırladığım dönem 28 Şubat sürecinin en şiddetli olduğu dönemdi. Mevcut siyasi otorite de Tayyip Erdoğan hakkında mümkün olan her türlü işlemi yapabilmek arzusundaydı. Müfettiş raporu neticede uzman bir kişinin kanaatinin yansıtır, bununla kimsenin nihai olarak aklanması mümkün değil. Bakanlık benim görüşümün hukuki dayanağını yetersiz bulsaydı konuyu bir başka müfettişe verirdi. Bakanlık benim görüşüme katılsa bile tarafların yargıya itiraz etme hakları var. Aklamanın eşanlamlısı beraat ettirmedir, bu yetki hukuk sistemimizde sadece mahkemelere aittir. Ben 8 yıllık Mülkiye Başmüfettişliğim sırasında 200'den fazla rapor yazdım. Bunlar arasında şimdi CHP milletvekilleri olan İzmit Büyükşehir Belediye Başkanı Sefa Sirmen'le, Çanakkale Belediye Başkanı İsmail Özaydın da var. Sayın Sirmen için yazdığım raporda da, kendisine isnat edilen konuların hukuk sistemimize göre suç oluşturmadığı kanaatine vardığımı belirttim. Ben sonuna kadar hukuk devletine inanırım, herhangi bir kişinin, partinin değil, devletimin adamıyım.

Tahrikçi, dışarıdan

Bingöl Valiliği'nin önünde yaşanan o unutulmaz ateş seslerini canlı olarak görüp de tüyleri diken diken olmayan varsa...

Güvenlik kuvvetlerine kimse emir vermedi, onlar kendiliğinden havaya ateş açmış. O anda telsizle muhabere merkezini anons ederek benim emrim olmadan ateş edilmemesi talimatını verdim. Polisle vatandaş arasında gerginlik oluşmaya başladığını görünce klasik bir yöntem olan polis-jandarma değişimini yaptırdım.

Emniyet müdürümüz tansiyonu düşürmek için bakanlık onayıyla geçici görevle Ankara'ya alındı ama yasal olarak hálá Bingöl İl Emniyet Müdürü'dür. Şunu da unutmamak lazım: Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'na göre polis, korumak, kollamakla yükümlü olduğu yerlere bir tecavüz vuku bulduğu takdirde belayı defetmek için son çare olarak silah kullanabilir. Doğrudan vatandaşa yönelik kurşun sıkma olayı asla yok, hastane kayıtlarına da baktım. Müracaat eden 5 vatandaşımızda kurşun yarası yok, sadece düşme kalkma, taş atma sonucu meydana gelmiş berelenmeler var. Yener Bey, ilimiz kırsal kesiminde azımsanmayacak miktarda bir terörist grubunun barınmaya çalıştığına dair bilgilerimiz var. Bu teröristler lojistik ikmallerini yerleşim yerlerindeki milis, şehir kadrosu dediğimiz sempazitanları aracılığıyla sağlıyor. Bunlar hem örgütün siyasi amaçlarına yardım için her konuyu istismar edip propaganda yapıyor, hem de gerektiğinde dağ kadrosuna adam temin ediyor. İstihbarat birimlerinin bilgilerine göre olaya karışanların bir bölümü Bingöllü değil, çoğu Diyarbakır, Elazığ ve Muş'tan gelen kişiler.

KİN GÜTME YOK

Bunlar polisin kamera ve fotoğraf kayıtlarıyla ortada, şimdi bu kişilerin kimlikleri tespit ediliyor. Hukuk devletindeyiz, konu incelemeye alındı, gereken yapılacak. Hukuk devletinde şahsi hesaplaşma olmaz; devlette, devlet görevlisinde kin gütme yoktur.

‘Vali taşlandı’ demesinler diye içeri girdim

Beyefendi, eğri oturup doğru konuşalım; hiç mi özeleştiri yapmazsınız, hiç mi kusurunuz yok bu olayda?

Vali yardımcısı arkadaşlarımdan biri Marmara Depremi'nde çalışmış, tecrübeli diye bana verilmiş. Vilayette ilk gün yaptığım toplantıda bana komitelerden, kriz merkezinden söz edince biraz da sert bir şekilde, ‘‘Kardeşim bunları geç, burası Bingöl, terörle mücadelede 1. sıradaki il. Buradaki vatandaşın psikolojisi değişiktir, tahrike müsaittir, sıkıntı çıkar, toplumsal bir olay meydana gelebilir. Hemen ilde 5 bölge tespit edip çadır taleplerini almaya başlayın’’ dedim. Ne yazık ki, bunları gerçekleştiremediler ve protesto grupları hızla oluşmaya başladı. Halkın karşısına çıkıp bir konuşma yapmak istedim ama karşımda beni dinlemeye niyetli bir topluluk yoktu. İçeri geçip İçişleri Bakanım Aksu'ya durumu arz ettikten sonra, bir kere daha dışarı çıkıp konuşmak istedim. Taşlar, pet şişeler fırlatılmaya başlanınca içeri girdim, aksi halde ‘‘vali taşlandı’’ gibisinden sıkıntılar olacaktı. Yan sokağa bakan camlarımız kırılıp, polis otoları tahrip edilmeye başlanınca polis havaya ateş atmak durumunda kaldı. Netice itibarıyla polis de depremden etkilenmiş, onun şokunu yaşıyor. İstirahat edemeden aralıksız nöbet tutmuş, psikolojik gerginlik içinde. Yener Bey, çok açık söylüyorum ki, özeleştiri yaptığımda kendimde hiçbir hata bulamıyorum. Gelen çadırın tamamını dağıttım, elimde olmayan çadırı dağıtma yeteneğim yok. Depremin hemen ardından kurtarma ekiplerini organize edip anında hızla faaliyete geçmelerini sağladık. Bu sayede 114 öğrencimizin hayatı kurtarıldı ki, bu yüzde 60'ın üstünde bir oran demektir.

Sadece 2 kişide var

Silaha meraklı

Bingöl Valisi Hüseyin Avni Coş'la sıcak makamında başladığımız sohbete, yaz ayazında konutunun bahçesinde devam ettik. Ateşli silahlara olan merakını, 12 tabanca ve 4 tüfekten oluşan koleksiyonunu, Türkiye'de sadece 2 kişide olan tekli ve üç darbeli atış yapabilen F-93'ünü ise İstanbul'a ilk gelişinde göreceğiz.

Depremden sonra Hürriyet’le gezdi

Bingöl Valisi Hüseyin Avni Coş, oturduğu konutu depremden sonra ilk kez Yener Süsoy'la birlikte gezdi. Gezdikçe de hayrete düştü... Çünkü konutun içi de, dışı da çatlaklar içindeydi... Valilik konutunu böyle yapan, gariban aile çocuklarının gittiği okulu nasıl yapar, gördük...
Yazının Devamını Oku

Metro City’nin ortağının cebinde 40 milyon var

30 Nisan 2003
Bu sabahtan itibaren 'Türkiye'nin gün ışığında en büyük alışveriş merkezi' sloganıyla kapılarını açan Metro City'e girerken çevrenize şöyle bir bakın. Kuytu bir köşede, lacivert blazer ceket, gri pantolon giymiş, ak saçlarını sağa taranmış halim selim 76'lık bir yakışıklı beyefendi görürseniz, o Muammer Ağım'dır. Yanından ayrılmadan onun söylediklerini bir bir not alan ise büyük kızı, genel koordinatörü, sağ kolu Seda Gengörü'dür.

Bursa'nın ünlü iplik kralı Muammer Ağım, Üsküp kökenli bir göçmen ailenin 1928 Bursa doğumlu oğlu. 57 yıllık sanayicinin yarım yüzyıldır aynı yastığa baş koyduğu eşi Meral'den Seda, Gamze adında iki kızı, Onur adlı bir oğlu var. İşte Metro City'nin yıllardır özenle kendini saklayan, objektiflerden uzak duran ortağı gün ışığında.

Rum dişçinin komisyoncu annesi

Benim bir Rum diş hekimim vardı, sene 1988, bir gün ona muayene olurken bana annesini tanıştırdı. Kadın bana; 'Beyefendi elimde çok kıymetli arsalar var, ilgilenir misiniz?' dedi, meğer emlak komisyoncusuymuş. Bana 5-10 arsa gösterdi, ben de içlerinden şimdi üzerinde Metro City'nin yükseldiği arsayı beğendim. Arsanın büyük sahibi Philips, yüzde 25'i ise Sabancı'ymış. Bu arada hayli uğraştık, Philips Çorlu'daki fabrikasına gitti ve sonunda aldık. Arsayı aldıktan sonra ortaklık için dolaylı olarak birkaç kişiyle görüştükten sonra Necmettin Öztemir beyde karar kıldım. Necmettin bey gün görmüş, dürüst bir insandı, ortak olarak birlikte çalışmaya başladık.

Hayatımda hiç kahkaha atmadım

Metro City de ötekiler de hepsi bu topraklara armağan ettiğimiz, kalıcı büyük eserler. Bu iş için Finansbank'ın sahibi Hüsnü Özyeğin dışında hiçbir bankadan ilgi görmedik. İş Bankası'nın benim şirketlerimin bu kadar büyümesinde büyük katkıları olmuştur. Benim hayatımda yatım, uçağım olmadı ben sıradan bir insanım, hiçbir özelliğim yok. Onun için bugüne kadar benim yüzümü gören, röportajımı okuyan olmamıştır. İlk defa sizinle konuşuyorum, yazdıklarınızı yıllardır takip ettiğim için size güveniyorum. Ben Emirgan'da 200 metrekare, lüksü olmayan bir evde ikamet ediyorum. Paraya hiç değer vermem, para benim için vasıtadır, işte cebimdeki para 40 milyon kusür lira. Geceleri çıkıp eğlence yerlerini dolaşmam, gösterişi sevmem, evimde 5 torunumla oynarım. Kemal Sunal'in filmlerini severim ama, gülmesini bilmem, hayatımda kahkaha atmadım. İçimdeki en büyük ukde ise gençliğimde yabancı bir lisan öğrenmeyişimdir, bunun için kızlarımı ve oğlumu yabancı okullarda okuttum, hepsi en az 2 yabancı dil bilir.
Yazının Devamını Oku

Metro City'yi felsefeye meraklı sahibi anlatıyor

29 Nisan 2003
Gaziantepli Ökkeş Öztemir oğlu Gaziantep Ehl-i Cefa Mahallesi 12 no'da dünyaya gelen Necmettin Öztemir'in içi içine sığmıyor. Bir yanında oğlu Murat, öte yanında Genel Müdürü İnşaat Yüksek Mühendisi Savcı Eker, henüz çalışmayan yürüyen merdivenlerden bir aşağı bir yukarı inip çıkıyor. 24 saatlik koşuşturmalar, toz duman, hepsi 1 Mayıs 2003 için. O gün sabah saatler 10.00'u gösterdiğinde Necmettin beyin 15 yıllık rüyası gerçekleşecek. 1. Levent'te 1988'de aldığı 32 dönümlük arsa üzerinde 6 yıldır yapımı süren ‘‘Metro City’’ konuklarını ağırlamaya başlayacak.

Gümüşsuyu Halı'nın yaratıcısı Necmettin Öztemir'le sizin kaçıncı görüşmeniz bilmem ama benimki ilk. İnanıyorum ki, 74 yaşındaki ‘‘muhafazakár delikanlı’’ sizi de çok şaşırtacak. Gün onun, söz onun, Türkiye'ye ‘‘gün ışığında’’ bereketli, neşeli, huzurlu alışverişler.

Bu çarşıya kayıt dışı ekonomi giremeyecek

- Türk halkının yeniliğe olan ilgi ve uyumundan cesaret alarak yola çıktığımız Metro City'le 15 senelik rüyam gerçekleştirmiş oldu. Çocukluğumdan beri hayallerden, fantezilerden fikir üretirim. Eskiden Philips'e ait olan 32 dönümlük bu arsayı 1988'de Muammer Ağın getirdi bana, o zaman ortak olduk. Bunca yıl dünyada yüzlerce alışveriş merkezi gezdim, sonunda 4 yerli, 4 Amerikalı ünlü proje mimarlık kuruluşuna maketler yaptırdık. Sonunda Doğan Tekeli (Türk)-Sami Sisa (Amerikan)- Belluschi (İtalyan) üçlüsü çatısından kolonlarına, renklerine kadar insanın üstüne çökmeyen, insanı esir almayan bu ferah ortamı yarattılar. İsim babalığını ben yaptım, ortağım Ağın ailesi de kabul etti. Fransızca eğitim yaptım, ama Amerika'nın pragmatik felsefesi beni daha çok ilgilendiriyor, William James meraklısıyım ben. Amerika'nın rasyonalist yapısından çok, değişken insan psikolojisini ele alan fayda nazariyesine yakınlık duyuyorum. Çünkü ona ayak uydurması gereken bir memleket haline gelmesini istiyorum ülkemin. Türkiye, ne zaman skolastik görüşlerden kendini sıyıracak, o zaman silkinip ayağa kalkacak. Katma değer hesabı yapmadan Türkiye'nin geleceğini tayin etmek bence mümkün değil. Bizim Metro City'nin temelinde de bu felsefe var; kazan-kazandır sistemiyle hareket ettik. TİSK Başkan Vekili olarak ilk icraatım kayıt dışı ekonomi için panel hazırlamak oldu, bu çarşıda kayıtlı ekonomiyi kesinlikle hakim kılacağız.

METRO CITY'NİN ÖZELLİKLERİ

Gün ışığında alışveriş

Alışveriş merkezinin üstü, gün ışığını geçiren, ama güneş ışığını geçirmeyen teflon kumaşla kaplı.

Çarşı katlarında 250 metrelik ana caddeler var, sağa sola sapıp kaybolmadan gidilecek yerler görülüyor.

İki kuleden öndeki ofislere ayrılmış, 23 kat ve 16 bin 500 metrekare. Konut olarak satılan arkadaki 28 katlı ve 46 bin 500 metrekare. Bu kulede ise 203 daire var. Buradaki daireler 120 ila 400 metrekare arasında değişiyor.

Her biri 16 bin metrekare olan otoparklar 2300 araç alıyor.

53 bin metrekare üzerinde yerleşen çarşıda 130 dükkan var, büyüklükleri 30-4200 metrekareye kadar değişiyor. En büyük mağazalar Migros, Çarşı ve Marks and Spencer.

Dükkanların metrekare kirası 25 dolardan başlıyor, bunun dışında firmalardan cirolarının yüzde 4 ila 12 arasında pay alınıyor.

32 yürüyen merdiven, 32 asansör var, 120 güvenlik elemanının yanı sıra otomatik 238 kamera ve her girişte X ray cihazları var.

En son sistem cihazlarla yüzde yüz temiz hava girişi sağlandığı için, binanın dışına çıkıp soluklanmaya gerek yok.

Yiyecek merkezlerinin dışında sigara içilmesi yasak.

8,5 şiddetindeki depreme dayanıklı.

İyimser adam hayal kurar

Hem yetim, hem öksüz büyüdüm. 30 günlükken anam öldü, 12 yaşında da babasız kaldım. Rahmetli babam ümmi olmasına rağmen fevkalade aydınlık bir adamdı. Türk mensucatına o kadar önem vermiş ki, 1932'de Bayer, Hoest gibi birçok şirketinin Doğu Anadolu temsilciğini almış, Türkiye

İş Bankası'nın da 2 numaralı müşterisi. İşte o aydınlık adam beni İstanbul'a St. Joseph gibi yabancı bir okula yatılı gönderdi.

Bazen yollar tıkanır, beklemediğiniz bir anda önünüze bir ışık çıkar. İşte o ışığı beklemek de bir güçtür, bana o gücü kazandırdı St. Joseph. Felsefe hocam demişti ki ‘‘İnsanın kendine güveni, dünyanın iyiye gideceğine olan güveniyle başlar.’’ Bunun için iyimserlik, bana göre hayal kurmanın temel taşıdır.

Babamın ‘‘al-sat’’ ile kazandığı serveti kaybetmesinden sonra, daha sağlam yöntemin ‘‘üret-sat’’ olduğuna inandım.
Yazının Devamını Oku