Yener Süsoy

Her akşam sanki düğün varmış gibi hazırlanırız

8 Temmuz 2003
Laila'nın jet sosyetenin kuyruk olduğu söylenen kapısından içeri girdiğimizde gözlerimize inanamadık. Aman Allahım!.. Koskoca Laila'nın sahibi Şefik Öztek ile koskoca Havana'nın sahibi Emre Ergani bir masaya oturmuş, kapış kapış bildiğimiz domatesli makarna yiyorlar. Makarnanın tadının nasıl olduğunu hiç sormayın, herhalde fazlası yoktu ki, bize ikram etmediler. Aslını ararsanız adamlar haklı, siz de her gün levrek buğulama veya dana kaburga veya linguini vongole veya pad tai yeseniz bıkarsınız. Neyse, yiyip içtiklerinde gözümüz yok, afiyet olsun. Yeter ki Şefik bir an önce makarnasını bitirip anlatmaya başlasın da, Emre'ye de sıra gelsin.

Gastronomi gösterisi yapmıyoruz bütün bir geceyi dizayn ediyoruz

- Laila bu yıl 4 yaşında, bu meslekte Park Şamdan ile Ulus 29 dışında üst üste 4 yıl aynı çizgiyi, aynı kaliteyi, aynı popülariteyi götüren yok. Bizde mekanlar genellikle bir sezon çalıştıktan sonra ya market olur ya da isim değiştirir. Teşhisinde haklısın Yener ağabey, geçen sene kalitemizde biraz gerileme oldu, itiraf ediyorum. Bunun 3 nedeni var: Birincisi bitmez tükenmez yağmurlar, ikincisi dekorasyonu değiştirmemem, üçüncüsü de VİP kartları. Müşteri neye bakıyor biliyor musun, adam para harcayıp mekanına özenmiş mi özenmemiş mi? Bu sene Laila'ya gerçekten çok özendik, dış kapıdan divanlara, koltuklara, hatta tuvaletlere kadar dekorasyondaki bütünlüğü görüyorsunuz. Biz Laila'da gastronomi gösterisi yapmıyoruz, gecenin bütününü dizayn ediyoruz. Her akşama sanki bir düğün, bir özel davet varmış gibi hazırlanıyoruz. Gelen yabancı turistlerin ülkeme ve ülkemin insanına bakışını değiştiriyorum. Adamlar Türkiye'de böyle dünya çapında bir eğlence mekanın olabileceğini hayal bile edemediklerini itiraf ediyorlar. Bizim sektörü aslında ülkemizin tanınmasına yardımcı olan önemli bir sektör olarak görmek lazım.

Önce votka, sonra tekila

Geçen yıl bizi batırma noktasına getiren VİP kartlarını kaldırdım. Bu tür kartlar artık değerini yitirdi, kafeteryalar bile bu kartları yapmaya başladı. VİP kartı dağıttığımızda şu veya bu şekilde istemediğimiz birçok adamın eline bu kartlar geçti. Bazı kişilerin ricalarıyla dağıtılan kartlar yüzünü bile görmediğimiz insanların eline geçince geçen sene çok yorulduk. VİP kartı olandan giriş parası almıyorduk, başka bir özelliği yoktu.

Geçen sene şu anda oturduğumuz mekan 400 kişiyle doluyordu, şu anda ise 70 kişi oturduğu zaman buranın keyfini çıkarıyor. Kulübün içi geçen sene yaklaşık 1500 kişiyle doluyordu, şimdi ise 500 kişiyle kıvamını buluyor. Hafta içinde 3 gün üst üste gelen misafirimizin sayısı çok yüksek, bu öyle önemli bir gösterge ki.

Kapıda Londra Chinawhite'tan getirdiğimiz Zimbabweli güzel Coazette var. Onun görevi sadece gelen konuklara ‘‘Welcome’’ demek, seçiciliği yok. Kapıda seçicilik görevini bu işin kompetanı Melisa başta olmak üzere Sanem, Umut ve Hakan yapar. Cuma ve cumartesi günleri ise bunlara ilaveten kulağımda telsizle ben de varım.

Laila'da dünya mutfaklarından tatlar olan 7 ayrı restoran var. Mesela Lübnan mutfağı Türkiye'de yoktu, biz getirdik.

Bu yılın trend içkisi votka, özellikle vişne ve karpuz suyu ile birlikte tercih ediliyor. Gençler arasında viski, rakı, şarap içen çok az, genellikle tekila shot'ı tercih ediyorlar. Bu sezonun bir başka yeni trendi ise Arjantin şarapları.

Türkbükü’nü Emre yarattı

- Zaman güç birliği yapma zamanı, kafaları uyuşan insanlar el ele verip bu ülkeye yenilikler getirecek. İşte bunun bir örneği olarak eski rakibim, dostum Emre Ergani'yle bazı ortak projeler gerçekleştirmeye karar verdik. Mesela Laila'ya yurtdışından bir sanatçı veya başka bir etkinlik getirdiğimizde, öteki ayağı Havana olacak. Bu paslaşma nedeniyle aynı zamanda bu projelerin maliyeti ikiye bölünmüş olacak. Aslında Bodrum Belediyesi Emre Ergani'ye madalya takmalı veya adını bir sokağa vermeli. Türkbükü'nün Emre'den önceki halini de biliyorum, şimdiki hali de zaten ortada. Emre, orada Havana'yı açtıktan sonra bölgedeki arazi, ev, pansiyon, otel fiyatları katlandı. Oralarda müşterilerini kırık dökük sandalyelerde ağırlayanlar, Havana'dan sonra daha özenli oldu, masalara örtüler, çiçekler, mumlar kondu. İstanbul'dan Türkbükü'ne gidenlerin sayısı 50 bin ise, Emre'nin yeniliklerinden sonra bu rakam 5'e katlandı. Emre, Türkbükü'ne olağanüstü bir katma değer getirdi, Ersoy'la birlikte yeni açtığı Tampa da bu gelişime yeni halkalar ekleyecek.

Şefik’le aynı lisanı konuşuyoruz mesleğimizin gelişimini tartışırız

- Ben hayatımı Bodrum'a yatırıyorum, 15 yıldır bu işten kazandığım parayı kuruşu kuruşuna Bodrum'a koyuyorum. Tam borcum bitiyor, bir daha Bodrum'a para yatırıyorum. Yener ağabey, Şefik aynı lisanı konuştuğumuz çok değerli bir arkadaşım ve rakibim. Yıllardır ben onun mekanlarına giderim, o bana gelir; sürekli bu işin, mesleğimizin gelişimini konuşuruz. Çok başarılı bir konsept olan Laila, bana göre en doğru senesini yaşıyor. Şefik, bu sene en büyük akıllığı burasını küçültmekle yaptı. Ayrıca kapıda karşılama düzeni de gerçekten inanılmaz, özendim. Arabasından inip masasına kadar itibarla getirilen müşteri 5-0 mağlup başlar, ne hata yaparsan yap görülmez, hep bir adım önde olursun. Şefik bazılarının yaptığı gibi kiraya verdiği dükkanları değil, Laila'yı öne çıkardı. Şefik bu çizgisi korursa, Laila bu senenin en favori mekanı olarak sezonu bitirir. Bodrum'da ise farklı bir durum var, bütün işletmeler aynı ürünü satmaya başladı. Ben bunlardan farklı olarak insanların gürültü duymayacağı, birbirleriyle sohbet edebileceği bir yer açmaya karar verdim. Eskiden Maça Kızı olarak bilinen bahçede yemek organizasyonunu Park Şamdan'ın yapacağı bir yer açıldı. İçinde ayrıca Dream Lands adlı ciddi bir Spa var, Uzakdoğu'nun masaj ünitelerinden aromaterapi, refleksolojiye kadar. Havana ise yine aynı temposuyla gidiyor, yine akşamüstü partileri var. Bu yıl farklı olarak hafta sonlarındaki özel partiler için yurtdışından DJ'ler getiriyorum.
Yazının Devamını Oku

Hortumcuyu ayırt etme şansım olsa Reina'dan içeriye almam

7 Temmuz 2003
Boğaz'ın gözler ve ayaklar altına serildiği Reina'nın sahibi Mehmet Koçarslan, eğlence dünyasının pek güleryüzlü denmeyecek patronlarından biri. Öğle sıcağının gölgesine kurulmuş masaya otururken ‘‘Yarım saat geciktiğim için özür dilerim’’ dedi. Oturduktan sonraki ilk sözü ise ‘‘Sizin için renkli, özel bir malzeme olduğumu düşünmüyorum’’ oldu. Avokadolu karidesin üstüne hakiki Ege levreğini yedikten sonra anca açılabildi. Kahvelerimizi yudumlarken Mehmet bey tam kıvamına gelmişti.

Koskoca Reina'nın yanı sıra ‘‘Türkçe Kulüp’’ ve iddialı underground mekanlarından ‘‘Cyristal’’ın sahibi olacaksınız... Bodrum Cennet Koy'un en güzel arazisini alıp butik Hotel

Reina'yı yapmaya hazırlanacaksınız... Bodrum Türkbükü'nde Aslı Altan'la birlikte ‘‘Safran’’ı açacaksınız... Peynircilikten madenciliğe, Çemişkezek'ten Los Angeles'a kadar uzanan bir yaşamöykünüz olacak... Sonra da kalkıp ‘‘Sizin için renkli, özel bir malzeme olduğumu düşünmüyorum’’ diyeceksiniz...

Mehmet bey, madem öyleydi de nereden çıktı saatler süren 4 kaset dolusu konuşma?.. Meğer ne renkli bir yol haritanız varmış da, kendiniz bile farkında değilmişsiniz...


Kavga ettiğim eşimi ABD’de bulup barıştım


- Eşim Müge'yle bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım, kısa zamanda birbirimizi tanıyıp flört etmeye başladık. İlişkimiz tatlı tatlı sürerken İkinci senenin sonunda aramızda büyük bir tartışma oldu. Ertesi gün öğrendim ki, başını alıp New York'a gitmiş. Uzun süre aradıktan sonra Müge'nin Amerika'daki adresini bir biçimde öğrendim. Sene 1992, mevsim kış. İki ay Türkiye'deki işlerimi askıya alıp onunla birlikte kaldım. Mütevazı bir gökdelenin, mütevazı bir stüdyo dairesini kiralayıp birlikte döşedik, bu süre içinde aramızdaki sorunlar da çözüldü. Müge birkaç ay sonra Türkiye'ye geldi, ani bir kararla sokaktan iki adam çevirip evlendik. O sırada kız kardeşim Berna eşiyle Los Angeles'ta bir ev alıp orada yaşamaya başlamıştı. Müge de oraya yerleşmeyi çok arzulayınca okyanus kıyısında bir cennet olan Palos Verdes'te bir villa satın aldım. O kadar güvenli bir yer ki, kapıları bile kilitlemiyoruz, 27 yıldır hiçbir suç işlenmemiş. Kızlarımız Yasemin, Melisa ve Reyna da orada dünyaya geldiler, bu yüzden hepsi otomatik olarak Amerikan vatandaşı oldu.


Kızım Reyna’ya layık olacağım


- Gece hayatının yabancısı değilim, özellikle bekárlık yıllarımda en çok 29'a, Şamdan'a giderdim. Bu sektörde çalışmak konusunda hiçbir ilgim yoktu, ta ki 1997'de burasının satışa çıkarıldığını duyana kadar.

Geçen yıla kadar çok işletme geldi buraya, Nyx'den Havana'ya, Chinawhite'a kadar; o zamanlar ben hep arkadaki insandım. Chinewhite, benim sözümü dinleyip tek restoran yerine bugünkü konseptimizi uygulasaydı bitmezdi. Sonunda işi kendim yapmaya karar verdim. Yeniden dekore edildi ve sonunda buraya küçük kızım Reyna'nın adını verip açtık. Reyna, Müslümanların da kullandığı bir ad, İspanyolcada kraliçe anlamına geliyor. Her baba gibi, benim için de kızım kutsaldır. Buraya kızımın adını verdiysem,ona layık bir şeyler yapacağım.


Üst düzey güvenlik personelinin silahlarını da içeride alıyoruz


- İki yıl önce narkotik polise başvurup kapı personelimize eğitim vermelerini sağladım. Bu konuda da çok titizim, tuvaletler sürekli aranır, ayrıca aşırı alkollülere içki servisi yapılmaz. Öteki mekanlarımın bir işletmecisi bana inanılmaz bir olay anlattı. Bir uyuşturucu satıcısı gizlice lokalden içeri girmiş, onlar da hemen yakalayıp dışarı atmışlar. Yarım saat sonra narkotikte başkomiser olduğunu söyleyen biri bu satıcıyla birlikte gelip ‘‘Bu benim ajanım, içeri alın’’ demiş. Silaha da aynı şekilde düşmanım, içeri silah girmesiyle içeride cinayet işlenmesi arasında bence hiçbir fark yok. Çünkü alkollü insanın algılaması farklıdır, bu yüzden bize gelen üst düzey güvenlik personelinden de silahlarını içeri teslim etmelerini rica ediyoruz.


Çağırdığımız doktor hastadan daha sarhoştu


Reina'nın giriş fiyatını başka yerlerle rekabet için değil, ülkenin ekonomik gerçeklerine göre ayarlıyorum. Geçen yıl giriş 20 milyondu, dolar 1 milyon 700 bin liraydı. Bu yıl ilk kez dolar geri gidince ben de 30 yerine 25 milyon yaptım, başkaları ne yaparsa yapsın.

Geçen yıl bir müşterimiz alkol komasına girdi, getirdiğimiz doktor ondan daha alkollüydü. Bir ara o hasta müşterimiz yattığı yerden doğrulup ona yardım etmeye çalıştı.

Şu anda ses konusunda herhangi bir problem yok, kimse kapımıza gelmiyor. Devletin kurallarına sonuna kadar uyacağız, ona karşı çıkmak yok.

Ben bunca senedir bu işin içindeyim, yeraltı dünyası bu tür yerlere bulaşmaz, hele bana hiç bulaşmaz. Bahsi geçen o malum şahıslar böyle işlerle uğraşmaz; onlar iki üç insanın arasındaki milyonlarca dolarlık anlaşmazlıklara racon kesiyor, sanki mahkemelerin yerini onlar aldı.

En azından madenci olduğum için silah ruhsatım, silahım var ama, yanımda taşımıyorum.


Bu işte korkunç tehlikeler var


- Yener bey, bu işi kesinlikle seçilmiş, doğru insanların yapmalarına izin verilmeli. Buralarda korkunç tehlikeler var: Buralara 18 yaşında gençler giriyor, bence bu sınır kesinlikle 21 yaşa yükseltilmeli. Çünkü 21 yaş tam olgunlaşma, sorumluluk yüklenme dönemi. 18 yaşındaki birisinin viski, votka gibi ağır alkolleri alıp sabahlara kadar oturması doğru değil. Bu durumdaki bir gencin ‘‘Hadi şunu da yapalım’’ gibi teklifleri kabul etmeyeceğini kimse garanti edemez. Ben sigara kullanmam, alkolü de çok seyrek ve sınırlı alırım.


Buraya yöneticiler ve işadamları gelir


Türkiye'deki bu tarz mekanları alt alta koyun, her şeylerini kazanç olarak kabul edin, iddia ediyorum ki toplam cirosu 50 milyon dolar değildir. O zaman bu mekanlar niye günah keçisi gibi gösterilmeye çalışılıyor? Buraya üretenler, yönetenler, işadamları geliyor, magazinel tipler ise yüzde 7'yi geçmez.

Belki hortumcular da geliyordur, onları ayırt etme şansım olsa asla içeri almam. Müşterilerim arasında tarzını, tavrını sevmediğim insanlar da var ma, onları içeri almamak gibi bir lüksüm yok.


İstanbul kömürünü askere ilk veren benim


- Ben 1958 Tunceli Çemişkezek doğumluyum. 1967'de de İstanbul'a geldik. Babam sayfiye amacıyla Kemerburgaz Çiftalan Köyü'nde denize sıfır 120 dönüm bir yer aldı. Derken o bölgede kömür çıkarılmaya başlanınca babam da peynirciliğin yanı sıra 1974'te madenciliğe başladı. Kabataş Lisesi'ni bitiremedim babamın yanına geçip madencilikte çalışmaya başladım, ardından kömür üretimi ve pazarlamasıyla ilgili kendi şirketimi kurdum. Kısa zamanda bütün kurulu tezgahları bozdum, ilk defa İstanbul kömürünü askeri birliklere ben verdim.

YARIN: Laila'nın sahibi Şefik Öztek
Yazının Devamını Oku

Allah AKP'yi Refah'a benzetmesin

1 Temmuz 2003
Aydın'daki baba ocağı Çakırbeyli Çiftliği'nde arkadaşımız Yener Süsoy'a özel bir röportaj veren Aydın Menderes, hem babasıyla ilgili bilinmeyen anılarını anlattı, hem de yaşadığı siyasi deneyimleri aktardı. Adnan Menderes, AKP'nin Refahyol hükümetinin düştüğü hatalara düşmemesi gerektiğine dikkat çekti.Refahyol hükümeti arı kovanına çomak soktu- Refahyol hükümetinde olmadık şeyler yapıldı, adeta arı kovanına çomak sokuldu. Yapılanların ne Müslümanlıkla alakası vardı, ne de siyasetle. Her iki parti de durduk yerde ipleri germekten başka bir şey yapmadı, sonunda Türkiye 28 Şubat'a geldi. Ben orada bu yanlışları elimden geldiği kadar bütünüyle göstermeye çalıştım. Refah'tan sonra Fazilet kurulunca, bir merkez sağ parti olma fikri daha ön plana çıktı. Ali Coşkun, Abdullah Gül, Cemil Çiçek gibi arkadaşlarla Recai Kutan'a gidip uzaktan kumandalı yönetime izin vermemesini söyledik. 1999'un başlarında Recai Bey bir gün başkanlık divanında ‘‘Ben geçen gün başörtülü adayımız olmayacak dedim ama, kadınlar kolundan çok tepki geldi, ne dersiniz’’ dedi. Ben hemen söz alıp şunları söyledim; ‘‘Başörtülü aday çıkartırsanız onun arkasında nereye kadar durabileceksiniz? Başı örtülüye yemin ettirilmek istenmeyecektir, ne yapacaksınız o zaman? Zaten birtakım aşırı hareketlerle Türkiye son 50 yıldır demokratik hak ve özgürlükler başlığı altında din ve vicdan hürriyetiyle ilgili birçok kazanımını kaybetti. Şimdi elinize ne geçecek, mecbur musunuz Türkiye'de başı örtülü bir hanımın milletvekili olarak yemin edemeyeceğini ispatlamaya? Bizim parti olarak görevimiz bu mu, yazık olur, bu işler büsbütün sürüncemede kalır.’’ Daha sonraki günlerde de baktım olmuyor, durmanın anlamı kalmadığına karar verip Fazilet Partisi'nden ayrıldım. Allah AKP'yi Refah Partisi'ne benzetmesin.AB, askerle AKP'yi karşı karşıya getirmek amacında- Avrupa Birliği açık ve aleni bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri'ni kendine hedef olarak seçti. İkide bir bize, askerle ilgili şu düzenlemeleri yapmazsanız sizi almayız diyor. Amacı, AKP ile Silahlı Kuvvetleri karşı karşıya getirmek. Umarım ve dilerim ki, AKP böyle bir oyuna gelmez. Bir Cumhuriyet hükümeti için yabancının lafıyla kendi askeriyle ilgili düzenlemeler yapmaya kalkışmak, Türkiye adına çok büyük bir hata olur. Sonra, TRT'de Kürtçe yayın denemeden, özel televizyonlara izin verilmesinin ne anlamı var, kimse gırtlağımıza basmıyor ki? Bunun askere karşı olmak için yapıyorlarsa o da daha bir yanlış. Bu düzenlemeler ortada AB yokken 1990-95 arasında yapılsaydı, o zaman Kürt kardeşlerimiz devletine ve parlamentosuna teşekkür edecekti. Ama, Türkiye Cumhuriyeti, vatandaşlarıyla kendi arasına çok büyük bir yabancı gücü koydu. Adnan Menderes'in bilinmeyen iki hayatta kalma hikayesi- Menderes Nehri'nin kuzeyi Yunan işgal bölgesi, güneyi ise İtalyan işgal bölgesi... İtalyanlar, uzun boylu asker çıkarmış filan değiller, çok fazla rahatsız eden bir varlıkları yok, Yunanlıları da sevmiyorlar... Babam o sırada zehirli bir tropikal sıtmaya yakalanıyor. Bünye olarak güçlü ama, ne doktor var, ne ilaç. O sırada işitiyorlar ki, Çine'de bir İtalyan askeri doktor var. Ethem Menderes'le babam kalkıp oraya gidiyorlar. Kahvede oturup doktorun şehre gelmesini beklerlerken babam ateşin şiddetinden kendinden geçip bayılıyor. Hemen kucaklayıp doktora götürüyorlar, sonunda iyileşip hayata dönüyor. Bir başka ölümden dönüş olayını da annem bir gece Ankara'da şöyle anlattı: ‘‘Baban gece biraz geç geldi, ışığı filan yakmadan doğru yatağa girip yattı. Sabah kalkıp giyinirken ‘Berin hadi gel şöyle Bakanlıklar'a kadar beraber yürüyelim, hava almış olursun. Ben oradan bir yere gideceğim, sen otobüsle dönersin' dedi. Böyle bir ádetimiz olmadığı için ne olduğunu pek anlamadım, çıktık. Kavaklıdere'de şimdiki Alman sefaretinin oraya geldiğimizde bütün camları kırılmış tepetaklak duran bir araba gördüm. Babana ‘Bu arabadan katiyen kimse canlı çıkmamıştır, acaba kim vardı içinde?' diye sorduğumda güldü; ‘Onun içinde ben vardım hani' dedi...’Atatürk’le meselesi olan AB’yi istiyor - Yener Bey, Avrupa Birliği birilerine niye cazip geliyor, çünkü bundan sonra Türkiye'nin resmi ideolojisi Atatürkçülük olmayacak. Atatürk ilkelerinden bir tanesi eğer AB'nin anayasasıyla, kararlarıyla çelişiyorsa biz ondan vazgeçeceğiz. Elbette Atatürk'le, Atatürkçülükle meselesi olan insanlar açısından AB'ye bu manada girmek altın bir fırsattır. Tayyip Erdoğan ve AKP değiştiğini söylüyor, söyleyin o zaman, dün ne idiniz, bugün ne oldunuz? Yarın ne olacaksınız, ya tekrar değişirseniz ne olacaksınız? AKP'nin arabası trafikte dur denirse durur, geç denirse geçer. Göle düşen arabayı dalıp babam çıkarmış Bizim Azmak Köprüsü'yle Çine Çayı Köprüsü arasındaki küçük göle bir araba kaçmış, dalgıç filan getirdilerse de bulamamışlar. Köylüler anlatır, rahmetli babam suya dalıp arabayı bulmuş ve kancayı geçirmiş. Sonra öküzlerle çekip arabayı dışarı çıkarmışlar. Babam ilk yıllarda kendini çiftçiliğe o kadar vermiş ki, işinin başında kalmak, şehre inmemek için saçını sıfır numara tıraş ettirmiş. Annem anlatırdı, babam çiftliği hep yürüyerek gezermiş, hiç ata binmezmiş. Sadece yürümeyi sevmekten değil, çünkü ata binmekte bir azamet var. İnsanlarla araya mesafe koyduğunuz için kaynaşmanıza engel olur. Çok ince ruhluydu rahmetli, bütün bunlara kadar düşünmüş. Rahmetli babam nükte yapılmasından pek hoşlanır, gülmesini çok severdi. Zaten Yassıada'ya kadar yüzünün gülmediği fotoğrafı hiç yoktur.
Yazının Devamını Oku

Tayyip Erdoğan'ın etrafında devamlı negatif elektrik var

30 Haziran 2003
Aydın Menderes, geçirdiği trafik kazasından bu yana ilk kez Aydın'daki baba ocağı "Çakırbeyli Çiftliği"ne gitti, dolaştı ve Hürriyet'in sorularını yanıtladı. Aydın-Muğla karayolu üzerindeki Çakırbeyli tabelasından içeri sapın, Çine Çayı köprüsünden geçtikten sonra solunuza bakın.

Traktörlerin koşuşturduğu eski bir garaj, tek katlı küçük bir ev, fıskiyeli havuzunda kurbağa kaynayan iki katlı büyük taş konak görüyorsanız, orası tarihi Çakırbeyli Çiftliği'dir. 27 Mayıs 1960'ta Yassıada'ya tıkıp 17 Eylül 1961'de boynuna ilmik geçirdiğimiz başbakan, siyaset adamı Adnan Menderes'in, ‘‘Has Bey’’in dillere destan çiftliği. Aydın Menderes, geçirdiği trafik kazasından sonra ilk kez bizimle girdi baba ocağına, hem de merhum babasının 104. doğum gününde. Kızgın güneşe aldırmadan, kendi yönettiği tekerlekli sandalyesiyle bahçede tur attı, babadan kalma traktörleri okşadı. Son oğul Menderes, atalarından kalma portakalları, erikleri, zeytinleri, kayısıları, limonları, mandalinaları, pamukları, zeytinleri, mısırları özlemişti. Yeni yaptırdığı tek katlı, rampalı, klimalı mütevazı evinin verandasında kuş korosu eşliğinde vefa abidesi sevgili eşi Ümran hanımla zeytinyağlı dolma, köfte, salatalık, domates, karpuz yemeyi de çok özlemişti. O gün her şey çok güzeldi; ta ki Aydın'daki Adnan Menderes Anıt ve Müzesi'ni görünceye kadar. Oraya gitmeyi teklif ettiğime bin pişman oldum ama iş işten geçmişti. Nereden bilebilirdim ki, Adnan Menderes adıyla bütünleşen Aydın ili, bir gün ‘‘Has Bey’’ini kaderine terk edecek... Kapısı zincirli, dumanlı kafaların duvarına yağlıboya ile ‘‘Çileli Çocuk Emo’’ yazdığı, giriş yolu bile belli olmayan Adnan Menderes Müzesi... Ve çevresi plastikler, pet şişeler, naylon torbalar, aklınıza gelebilecek her türlü pislikle dolu Adnan Menderes Anıtı...

Aydın Menderes, bu tabloyu görünce eminim içten yıkıldı ama, o sınırsız hoşgörüsüyle gıkını çıkarmadı. Bu tablodan isteyen istediği dersi çıkarsın, biz de kısa keselim Aydın havası olsun. Pamuğun, zeytinin fabrikalara deveyle çekildiği, toprağın çift öküzle sürüldüğü günlerden tarlanın lazerle sürüldüğü teknolojiye geçen Çakırbeyli'ye hoş geldik.

Erbakan’ı Erdoğan’a tercih ederim

- Ben Erbakan'ı Erdoğan'a tercih ederim, çünkü en azından neyin ne olduğunu bilir, tecrübesinden kaynaklanan vahim hatalar yapmaz. Ayrıca Erbakan dış ilişkiler açısından Erdoğan'a göre çok daha ulusçu ve Türkiye'nin bağımsızlığından yana. Tayyip Erdoğan'ın ise ne yapacağı belli değil, tam bir kapalı kutu. Kendisini hangi kişilerin, hangi fikirlerin nasıl yönettiğini bilmiyoruz. Herkes Erdoğan'a sormalı; ‘‘Ne idiniz, şimdi ne oldunuz?’’ diye. Bu sorunun cevabı verilmeden, ‘‘Bizim değiştiğimize inanın’’ demek dayatmadan başka bir şey değildir, son derece antidemokratik bir tavırdır. Tayyip beyi şahsen tanımam, uzaktan izlediğim kadarıyla etrafında devamlı bir negatif elektrik var. Üslubunda hep bir tehdit, bir meydan okuma kokusu var. Girdiği her yerde kavga çıkabilirmiş gibi geliyor bana. Kabadayılık ülke içine değil, gerekirse dışarıya yapılır. Benim Türkiye adına endişelerim var, herkesin de yüreği ağzında, şoför acaba bir terslik yapar mı diye. Mesela Tayyip Bey, o şiiri niçin Siirt'te okuduğunu bugüne kadar açıklamadı, bu toplum da ona bunu sormadı. Şiirin Ziya Gökalp'e ait olduğu söylendi, o da tam belli değil. Erdoğan'ın o şiiri bir daha okur mu, okuması kimisi için bir ümit, kimisi için endişe kaynağı. Erdoğan'ın başbakanlığına en çok Erbakan'ın hayret ettiğini zannediyorum. Herhalde Erdoğan başbakan olduğunda Hoca katıla katıla gülerek ‘‘Bana inat, başlarına getirdiklerine bakın’’ demiştir. AKP'nin bir merkez sağ partisi olmasının garantisi, eski Refah Partisi'nin devamı bir partinin kurulmasındadır, Saadet bu haliyle ne yapar bilemiyorum. Her ne olursa olsun, Türkiye'nin ışığını kimse köreltemez, AKP kendi ampulünü taktı. Patlarsa Türkiye ışıksız kalacak değil, başka bir ampul takıp yoluna devam eder.

Has Bey’in Çakırbeyli Çiftliği’nin tarihi

- Çakırbeyli Çiftliği rahmetli babama babaannesi Fıtnat Hanım'dan kalma. O zamanlar dağıyla, merasıyla, zeytinliğiyle, ovasıyla toplam 35 bin dönüm civarındaymış. Babam, 1946'ya kadar bunun çok büyük bir kısmını köylüye çok ucuza dağıtmış, kendisine 2200 dönümünü bırakmış. 1926'da Macar ustalara kendisi için bir çiftlik evi yaptırmış. Evin kulesi olduğu için yakın zamana kadar buranın adı semt olarak ‘‘Kule’’ diye geçerdi. Adnan Bey, çiftçilik yaptığı yıllar boyunca bütün ürününü TARİŞ'e vermiş, bir tek kilo pamuğu tüccara, çırçırcıya satmamış.

1950'de kuleli ev bütünüyle tadil edilip bu iki katlı ev yapılıyor. Bu arada makineli tarım için 9 traktör alınıyor. Tam o sırada Adnan Bey başbakan oluyor ve yeni evine yerleşemeden Ankara'ya naklediyor. 27 Mayıs'tan sonra buraları bütünüyle mühürlendi, Örtülü Ödenek Davası nedeniyle traktörlere kadar her şeye haciz kondu. Ben çiftliği ilk kez 1966'da afla mühürler açıldıktan sonra annem ve ortanca ağabeyimle geldiğimizde gördüm. Her yer bakımsızlıktan çok haraptı, evin duvar kağıtları sökülmüştü. Babamın oturduğu koltuklar divan, yemek masası, porselen yemek takımları toz içindeydi. Üst kata çıktığımda odalardan birinde bir leylek ölüsüyle karşılaştım. O zaman burada elektrik yoktu; burada ampulü ilk defa 1973 Martında yaktık. Babam başbakan olduğu halde kendi köyüne ayrı bir şey yaptırmamış. Bir süre sonra rahmetli ağabeylerimle ortak karara vararak evi müze yapmaya karar verdik. Daha sonra ailede benim dışımda kalan da olmadığından içinde çok az bir düzenleme yapabildik. Seçim çalışmaları sırasında baba evinin alt katına bir yatak serip orada kalmaya başladım. Bu arada eski bekçi evini de kendimiz için tek katlı mütevazı bir şekle çevirirken trafik kazasını geçirdim. O günden beri baba evine ne ben girebiliyorum, ne de Ümran. Büyük ağabeyimin çocukları hisselerini 1975'te sattı; burada benim, ortanca ağabeyimin eşi ve oğlunun hisseleri var. Benim üzerime düşen şu anda 750 dönüm toprak, burada ağırlıklı mahsul pamuk. Biz 30 senedir araziyi 3'e bölüyoruz, 3'te 2'sine pamuk ekiyoruz, geriye kalana önce buğday, sonra mısır ekiyoruz. Bu sene 140 ton buğday, 350 ton mısır ve 500 ton pamuk bekliyoruz.

Bırakmazlar oğlum babanı asarlar

- Rahmetli annem, 27 Mayıs'tan sonra baş başa kaldığımız vakitler bana hep ‘‘Bırakmazlar oğlum, babanı asarlar’’ derdi. Hiç ümitli olmadı, bunun için bir gerekçe de göstermezdi, belki bir önseziydi. Babamı Yassıada'da son görüşümüzde ona tek bir şey söylemek geçti içimden ama, söyleyemedim. ‘‘Baba, seni nereye koyarlarsa koysunlar, sana ne yaparlarsa yapsınlar, bu millet senin bıraktığın aynı millet. Dün sana iyi diyen bir kişi, bugün sana kötü demiyor. Ama, dün kötü diyenlerin çoğu çoktan iyi demeye başladı. Bunları ona Yassıada komutanın yanında söylesem, kesinlikle zarar verirdim, başka işkencelere yol açılırdı. Bilemiyorum, Marmara'ya bakan odasında 24 saat başında bir nöbetçiyle yaşarken neler düşünüyordu? 1960'ta Yassıada'da başlatılıp 17 Eylül 1961'de İmralı'da konulan bir nokta var, bunun dünyada eşi emsali yok.

Babamı tekrar iktidara gelir diye idam ettiler

- Bayar'la Menderes arasında en azından hem mizaç, hem de farklı dönemlerin insanları olmaları bakımından ciddi farklar var. Keşke Türkiye demokrasiye tam olarak ya Atatürk zamanında girseydi ya da Atatürk'le birlikte Cumhuriyetin ikinci kuşağında girseydi. Bayar muhalefetle daha ılımlı ilişkileri telkin etmesi gerekirken, hep İsmet Paşa fobisiyle hareket etmiş. Rahmetli Menderes, bir yerde Bayar-İnönü makasının arasında kalmış, hatta kuşatılmış. Ya Bayar kendine daha fazla benzeyen bir başbakan bulmalıydı ya da Menderes, 1960'lı yıllara doğru Demokrat Parti'den yeni bir cumhurbaşkanı çıkarmalıydı. Bayar, 1960'lara doğru Demokrat Parti için yük olmuştu, sevilmiyordu. Menderes geçmişinden dolayı idam sehpasına gitmedi, tekrar gelir, bunu kimse önleyemez diye idam edildi, diri diri gömüldü.

YARIN: AVRUPA BİRLİĞİ ASKERLE AKP’Yİ KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İSTİYOR
Yazının Devamını Oku

Piyanist anne

23 Haziran 2003
<B>Candan ve Yavuz hayranı </B> - Türkülere orkestra ve koro için senfonik uyarlama yapmayı uzun zamandır aklıma koymuştum. Bu rüyam, Candan Erçetin ve Yavuz Bingöl'le büyük senfoni orkestra ve koro eşliğinde 27 Haziran Cuma gecesi Açık Hava Tiyatrosu'nda vereceğimiz konserle gerçekleşecek. Candan ve Yavuz benim çok değer verdiğim, hayran olduğum iki büyük ses. Seneler önce Candan'ı ilk dinlediğimde ‘‘Belki bir gün şarkı yazarım, onu da Candan Erçetin söyler’’ dedim. Candan'ın sesi ve kişiliği beni beste yapmaya yönlendirdi. Yavuz da aynı şekilde, onunla tanışmamızın öyküsünü konserde anlatacağım. Candan konserde benim yazdığım parçaları da seslendirecek. Konserin 2. bölümünü sadece türkülere ayırdık; Yavuz, ben ve büyük orkestra. Onun seçtiği türkülerin özüne dokunmadan, yine renk sazlarını kullanarak senfonik versiyonlarını yaptık. Yener ağabey, 13 senedir babamla rüyalarımda beraberiz, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Babamın doğum günü olan 14 Mayıs’ta ona bu rüyalarımı notalarla anlatmaya karar verdim. Şarkımda ona rüyalarımın gerçeğe dönüşmesini nasıl arzu ettiğimi anlatıyorum. Sözü ve müziği bana ait olan bu şarkımın adı ‘‘Uzak Bir Rüya’’.

Annelik beni olgunlaştırdı

- Ben tutucu bir klasik yorumcu değilim, sadece yazılı eserleri seslendirmek bana yetmiyor. Yaratıcı olabilmeniz için mutlaka geniş bir vizyona sahip olmanız şart. Salzburg'da bize 9 yıl sadece konser piyanistliği değil, piyanonun akordundan doğaçlamaya, müzik pedagojisinden orkestra şefliğine kadar her şey öğretildi. Klasik bir yorumcunun sahnede konuştuğunu gördünüz mü? Süper çalıyor ama, sanki bir robot, hiçbir insan sesi duymuyorsunuz. ‘‘Çok mutluyum’’ de, ‘‘Karnım ağrıyor’’ de, bir şeyler konuş, neyin eksilir? Ben de eskiden öyleydim ama, evlenip aile kurduktan sonra rahatladım. Başka boyutta bir hayatı yaşamak, bir şeylerin üstüne çıkardı beni. Bu artık benim sevdiğim bir iş, cebelleştiğim bir şey değil.

Şarkı söylemek istiyorum

- Geçen marttaki turnemde birçok ilde Chopin akşamları yaptım, Chopin çalmak çok olgunluk ister; ben de annelikten sonra kendimi daha olgun hissettiğim için tek bir besteci üzerine yoğunlaştım. Özalp çok sakin, her zaman bana ‘‘En önemli şey, senin huzurlu olman’’ diyor. Mesela bu konser için sabahlara kadar çalışıp, iki saat uykuyla ayakta duruyorum, en büyük yardımcım, desteğim Özalp. Bir gün kendi yazdığım bazı şarkıları kendim seslendirmek istiyorum, çok şükür karga gibi bir sesim yok. Mesela Özalp'le tanıştığım dönemde yazdığım ‘‘Bana Bir Şeyler Oldu’’ adlı şarkımı bir konserimde okumak istiyorum ama, sevgili eşim şu anda benimle aynı fikirde değil.

Sevgili Çetin Bey

Nişantaşı'ndaki muhteşem dairelerinde sevgili kızınız Mehveş ve 3 yıllık damadınız Özalp Birol ve 1 yaşındaki torununuz Selin'le sizi anmaya doyamadık. Selin öyle tatlı, öyle şirin bir kız ki, size anlatamam. Mehveş ünlü şarkıcı Celine Dion'u çok sevdiği bu adı seçmiş. Bir ara içimden torununuzun boğum boğum ayacıklarını ham yapmak geçtiğini itiraf etmeliyim. Selin, salonun başköşesini süsleyen yağlıboya resminizi gösterip ‘‘dede’’ diye çığlıklar atıyor. Mehveş'e annelik öyle yakışmış, onu öyle olgun yapmış ki, inanamazsınız...

Sevgili Çetin Bey,

Mehveş kızınız 27 Haziran 2003 Cuma akşamı Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda ‘‘Senfonik Buluşma’’ adlı bir konsere çıkacak. Bu konser Mehveş'in klasik konserlerinden biri değil, sahneyi Candan Erçetin ve Yavuz Bingöl ile paylaşacak. Mehveş'in o akşam için size çok anlamlı bir de sürprizi var!..

En derin saygı ve sevgilerimle efendim.
Yazının Devamını Oku

Latife Hanım'ın öyküsünü Sıfırcı Baha'dan dinleyin

16 Haziran 2003
22 Temmuz 1919'da İzmir'in bir karartma gecesinde Damlacık'ta mütevazı bir evde dünyaya gelen Türk eğitim ordusunun 85'lik neferi Bahattin Tatış, hálá ilk günkü gibi canlı, diri ve heyecanlı. Çanakkale gazisi Nuri Çavuş'la Ülfet Hanım'ın oğullarının bütün dünyası, 1950'de Talim Terbiye Kurulu Başkanı Halit Ziya beyin ‘‘Milli bir görev’’ olarak kurdurduğu İzmir Özel Türk Koleji. 1951'de Latife Hanım'ın Mor Salkımlı Köşkü'nde ilk yerli malı özel koleji 157 öğrenci, 17 öğretmenle açan Tatış'ın bugün 4 bini aşkın öğrencisi, 500'e yakın öğretmeni var.

Uşakizade Köşkü'nü 1975'te bütünüyle kendi mülkü yapan Tatışlar, binayı restore ettirdikten sonra 15 Haziran 2001'de halkın ziyaretine sunmuş. Şu anda tarihi Uşakizade Köşkü'nün tarihi başodasındayız; burası Gazi Paşa'yla Latife Hanım'ın nikahlarının kıyıldığı oda. Köşkün dört bir yanına onların kokusu sinmiş, işte yan yana yemek yedikleri masa, işte baş başa dinlendikleri deri koltuklar ve işte bir çift nadide kahve fincanı. Buram buram Atatürk kokan bu köşkte, Mustafa Kemal idealleriyle, Mustafa Kemal sevgisiyle yetişmiş idealist bir cumhuriyet öğretmenini dinliyoruz.

Atatürk’ü son nefesime kadar seveceğim

- Latife Hanımın adını o güne kadar çok duymuştum ama, yüzünü hiç görmemiştim. Ziraat Bankası Müdürü Kemal San ailenin umumi vekiliydi. Onun teklifi, Işık Lisesi Müdürü olan arkadaşım Sacit'in tavassutuyla Latife Hanım'dan randevu aldım. Bir gün önceden İstanbul'a gidip üniformalı şoförlü bir Mercedes araba kiraladım. Tam randevu saatinde Latife Hanım'ın Ayaspaşa'daki köşkünde oldum. Şoförüm kapıyı açarken Latife Hanım'ın beni tül perdenin arkasından izlediğini gördüm. Zili bir kere çaldım, kısa bir süre sonra kapıyı kendisi açtı. Latife Hanım benden 20 yaş büyüktü ama, hálá çok zarif bir hanımefendiydi. Bizi salona buyur etti, koltuğa oturduktan sonra hatırımı sordu. Hem çok güzel konuşuyordu, hem de ikna kabiliyeti çok yüksekti. Yurtdışında Batı tahsili yaptığı çok belliydi, konuşmalar ilerledikçe kendisini kolayca kabul ettirdiğine şahit oldum. Oturduğumuz salonun duvarlarında ve sehpaların üstünde Atatürk resimleri vardı. Fotoğraflara hayranlıkla baktığımı görünce ‘‘Atatürk'le aramızda en küçük bir kırgınlık, anlaşmazlık yoktu, politik saiklerle mecburen ayrıldık. Benim büyük Atatürk'e karşı duyduğum ebedi sevgi ve saygı eskisinden daha ziyade olarak devam etmektedir, son nefesime kadar da böyle olacaktır’’ dedi. Latife Hanım daha sonra Ticanilerden bahis açıp bu yobazların Atatürk'ün büst ve heykellerine yaptığı saldırıları hazmedemediğini söyledi.

Derken mevzu benim ilk özel Türk kolejini açmam, bunun için de kendisinin adını taşıyan tarihi köşke olan talebim konusuna geldi. Kendisine bütün teferruatıyla Atatürk'ün Türkiye'sine laik, demokrat, bilgili, kültürlü, dünyaya açık Türk çocuklarını nasıl yetiştireceğimi anlattım. Sözümü henüz bitirmiştim ki; ‘‘Baha bey, İzmir Özel Türk Koleji'nize ısındım, benim için para mevzubahis değil, köşkü kullanabilirsiniz. Burası Atatürk çocuklarının okuyacağı bir yer olsun, inanıyorum ki, onun ruhu da böylelikle şad olacak’’ dedi. Üç saatten fazla süren görüşmeden sonra vekili Kemal Bey'le konuşup hiç pazarlık yapmadan yıllığı 12 bin 500 liraya köşkü kiraladım. Latife Hanım vefatına kadar okulun bütün durumunu günü gününe takip etti, ben de kendisini birkaç kez bayram tebrikine gittim ama, onun okulu ziyareti kısmet olmadı.

Mor Salkımlı Köşk'ün öyküsü

- Mor Salkımlı Köşk'ün öyküsü, İzmirli ünlü işadamı Sadık Bey'in serin bir semtte şanına uygun bir köşk için yer aramasıyla başlar. Bunun için aynı anda kesilen etler değişik semtlere yerleştirilir, en son bozulan etin bulunduğu yer, en serin yer demek olacaktır. Sadık Bey, sonunda Göztepe'yi seçip 1860 yazında Mithatpaşa Caddesi'ne 82 basamak uzaklıkta olan 3 katlı beyaz köşkü yaptırır. Sadık Bey'in tek oğlu olan Muammer Bey, İzmir'e ilk otomobili, ilk körfez vapurunu ve havagazını getiren kişidir. 1909 yılında İzmir Belediye Başkanı olan Muammer Bey, canı gibi sevdiği kızı Latife'yi Fransa'ya gönderip Sorbonne'da siyaset bilimi okutur. Latife Hanım iyi de piyano çalar, ayrıca 4 yabancı dil konuşur.

Latife Hanım, Sakarya Zaferi'nden sonra Mustafa Kemal'in ordusuyla İzmir'e girişini görmek için dadısıyla birlikte yurda dönerek babaannesinin yaşadığı köşke yerleşir. 10 Eylül 1922 günü Gazi, İzmir'e girerken onu karşılayanlar arasında boynundaki kolyesinde Mustafa Kemal'in fotoğrafını taşıyan Latife Hanım da vardır.

13 Eylül 1922'deki İzmir yangını Latife Hanım'la Gazi'nin yollarını kesiştirir. O sırada Mustafa Kemal ve arkadaşları, İstanbul'a yürüyen ordunun hazırlıklarını Kordon'da yapmaktadır. Yangın nedeniyle Başkomutanlık Karargáhı için bir yer aranır ve sonunda Uşakizade Köşkü seçilir. 14 Eylül 1922 günü Mustafa Kemal, köşkün kapısından içeri girerken Latife Hanım elini öpmek ister, ama Gazi kabul etmez. Ve Latife Hanım o zafer günleri içinde Mustafa Kemal'den evlenme teklifi alır:

‘‘Bir sabah Gazi paşa ‘Latif, bugün odamı siz tanzim eder misiniz?'dedi. Odaya girdiğimde her şey tertemiz ve tertipliydi, yalnız yatağın üstüne gelişigüzel bırakılmış çerçeve içinde güzel bir resmini buldum. Hiç bir düşüncem, merakım olmadan duvara astım. Yine bir gün köşkün balkonunda akşam yemeği yerken; ‘Latif, o gün odamı toplarken dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?' diye sordular. Cevap veremedim. ‘Lütfen o resmi getirir misiniz' dedi, getirdim, güldüler. ‘Lütfen arkasını açar mısınız' dediler, açtım. Çok nazik ve lirik bir ifadeyle bana ithaf ettikleri iltifatları görünce heyecanlandım. Aynı gece bana izdivaç teklif ettiler.’’

29 Ocak 1923'de sade bir törenle köşkün başodasında tarihi nikah gerçekleştirilir. Odada İzmir Müftüsü Rahmettulah Efendi, Mareşal Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, İzmir Valisi Abdülhalik Bey ve Salih Bey vardır. Atatürk toplam 91 gün kaldığı bu köşke 27 Temmuz 1924'te geldiğinde Cumhurbaşkanı'dır. Evlilik 2 yıl 5 ay 5 gün sonra 5 Ağustos 1925'te son bulunca Latife Hanım Mor Salkımlı Köşk'ünden ayrılıp İstanbul Ayaspaşa'daki köşküne yerleşir.

Doğan Güreş öğrencimdi

- İkinci askerliğimi 1944-46 arasında Kuleli Askeri Lisesi'nde matematik öğretmeni olarak yaptım. Kuleli o zaman da çok disiplinli bir okuldu, 5 bin öğrencisi vardı. Üç öğrencim orgeneralliğe kadar yükseldi, biri eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, biri ‘‘Kıbrıs Fatihi’’ dediğim Kaya Yazgan, öteki de Muhittin Fırat. Her üçünün de geleceğin parlak kurmay subaylarından olacağı o günden belliydi, çok çalışkan ve zekiydiler. Hayatta olanlar İzmir'e her geldiklerinde mutlaka ziyaretime gelip elimi öper. İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince de bizden mezundurlar.

Kıt not iyidir

- Öğrencilerimin bana ‘‘Sıfırcı Baha’’ dediklerini çok sonra öğrendim. Notum biraz kıttı ama, kopya çekmek hariç hiç sıfır vermezdim, çok adaletliydim. En yüksek notum 8 olurdu, çok ender 10 verirdim. Mesela İzmir Ticaret Lisesi'nde hocayken benden 10 alan tek kişi Musevi bir çocuktu. Hatta rahmetli eşim bana ‘‘Yahu Türk çocuklarına cimrilik ediyorsun, bu çocuğa 10 veriyorsun’’ diye takılırdı. Ben başarıda milliyet aramam, çocuğun zekası da, bilgi derecesi de çok yüksekti.
Yazının Devamını Oku

Keçeciler ve Bedük tavlada iyi zar tutar

10 Haziran 2003
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Yener Süsoy'a en büyük zevkinin yakın dostlarıyla tavla oynamak olduğunu söyledi. Aksu, Mehmet Keçeciler’le Saffet Arıkan Bedük’ün çok iyi zar tuttuklarını belirtti. Almanca ve Kürtçe’yi çok iyi konuşan Bakan Aksu, ‘‘Kürtçe yayın yapan özel TV'ler olmalı ve Türkçe bilmeyen vatandaşların ülke gerçeklerini ve doğruları bu kanallardan öğrenmesi gerekir’’ dedi.

En büyük zevkim Pakdemirli ve Güzel’i tavlada yenmek

Tavlayı iyi oynarım, en büyük zevkim Ekrem Pakdemirli ve Hasan Celal Güzel'i yenmektir, ikisi de yenilmeye tahammül etmez, yeninceye kadar oynamak ister. Saffet Arıkan Bedük ile Mehmet Keçeciler çok iyi zar tutar, onlarla oynarken her zarı sallatırım.

Modayı takip etmem ama, düzgün giyinmeye gayret ederim. Liseyi bitirdiğim gün bıraktığım bıyıklarımı yedeksubaylığım dışında hiç kesmedim.

Bazen arkadaş zoruyla ortak Milli Piyango bileti alırım, bugüne kadar amortiden başka bir şey çıkmadı. Toto da oynadım, onda da bir şey bulamadım, artık elimi bile sürmüyorum.

Babamın vefat etmeden önce bana verdiği yüzüğü sağ elimin serçe parmağından hiç çıkarmam.

BİR SEÇMENİN İNANILMAZ TEKLİFİ

Bizim oğlan çalışır görünsün ama yanımdan ayrılmasın

Sabah 05.00'te bazı seçmenler beni Diyarbakır'dan arar; ‘‘Ağabey nasılsa sen sabah namazına uyanmışsındır, hem hatırını sorayım, hem de benim şu işimi hallediver’’ der. Bak sana çok enteresan bir şey anlatayım; geçen bakanlık dönemimde birinin oğlunu Köy Hizmetleri'nde geçici işçi olarak işe almışız. Adam dört gün sonra beni aradı; ‘‘Ağabey sağ olasın, oğlum köleniz işe başladı ama, oraya gitmesi biraz ayıp oluyor, bu senin şerefin’’ dedi. Peki ne olacak diye sorduğumda ‘‘Ağabey biliyorsun ben rahatsızım, dükkana bakacak kimsem de yok, bizim oğlan yine orada çalışsın ama, burada benim yanımda otursun’’ dedi.

Kürtçe yayın yapan özel televizyon olmalı

Abdülkadir Aksu, Almanca’yı da çok iyi konuşur, Kürtçe’yi de.

- Kürtçe televizyonun olması lazım, bence geç bile kalındı. Mesela en azından haberler, şarkılar niye Kürtçe verilmesin? Aslında rahmetli Özal TRT televizyonunun GAP kanalını bu amaçla kurmayı düşünmüştü. Günde birkaç defa Türkçe bilmeyen vatandaşlarımıza doğru haberi biz verelim diyordu. Biz vermezsek başka birileri kalkar, yalan yanlış haberleri doğru diye verir derdi, nitekim dediği de çıktı. Uyum yasası zaten çıktı, TRT yapacak. Şimdi uygulama yönetmeliğini hazırlamamız lazım. Uyum paketinde de bu var. Bence Kürtçe yayın yapan özel televizyon da olmalı, niye olmasın ki? Terörden biz çok çektik, terörün en büyük silahı propaganda, PKK bunu çok iyi yapıyor. Onun için, hiç Türkçe bilmeyen vatandaşlarımıza doğruları kendi televizyonumuz aracılığıyla verelim, bizden dinlesin. Yeni uyum yasasında özel televizyonlarla ilgili bölüm var, çok kapsamlı, çok önemli.

İstanbul Valisi olmayı isterdim

Gaziantep'teyken rahmetli Özal, ‘‘Hadi gel seni mebus yapacağım’’ dedi, kabul edip siyasete girdim. İdarede kalsaydım İstanbul Valisi olmayı isterdim doğrusu.

Semra hanım’ın pişmanlığı

Semra Hanım’ın İstanbul İl Başkanı olmasını engellediği için Özallar Aksu'yu aforoz etmişti...

- Özal her zaman rahmetle andığım büyük bir lider, o bambaşka. Semra hanımla şimdi aramız iyi, en sonunda bana hak verdi. Bana ve Mehmet Keçeciler'e çok kızmışlardı; dediğin gibi uzun süre küs durdu, elimizi bile sıkmadı. Semra hanım ne zaman ki Turgut bey vefat etti, gerçek, vefalı dostlarının kim olduğunu o zaman anladı. Sonra da bir gün bana ‘‘Ben sana o zamanlar çok kızmıştım ama, sen haklıymışsın’’ dedi.
Yazının Devamını Oku

MGK en rahat konuşulan platform

9 Haziran 2003
İstinye'deki Polis Moral Eğitim Merkezi'nin deniz kenarındaki mütevazı çay bahçesinde Abdülkadir Aksu'yla Diyarbakır'da kahvaltı niyetine yediğimiz ciğer kebabını konuşurken şeytan dürttü. Bunca yıllık tanıdığın olsa bile koca İçişleri Bakanı'na küt diye ‘‘Gerici misiniz, Fethullahçı mısınız?’’ diye sorulur mu?.. Önümde koskoca Marmara, arkamda ise ordu kadar polis, maazallah bakan bey kaşını çatsa ayıkla pirincin taşını. Neyse ki Abdülkadir ağa, telefon numarasıyla berberi gibi gülüşünü ve kahkahasını da değiştirmemiş, paçayı kurtardık: ‘‘Ben hiçbir şey değilim, ben zaman ve şartlar müsait oldukça inançlarını yaşama gayreti içinde olan yalın bir Türk vatandaşıyım.

Ben her geldiğim makamın hakkını vermeye çalıştım, doğru neyse onu yapmaya gayret ettim. Kaymakamlığımda, valiliğimde, emniyet müdürlüğümde kapım hep açık olmuştur, şimdi di öyle.’’

Abdülkadir Aksu aynen bunları söyledi, ben sayın bakanın yalancısıyım. Eğer bu sözlerinin aksine bir davranışını görürseniz hiç çekinmeden kendisini günün 24 saati cep telefonundan arayabilirsiniz. Diyarbakırlı Aksular'ın oğlu, Göksular'ın damadı Abdülkadir ağa, bildiğiniz bakanlardan değildir. İnanmıyor musunuz, işte cep telefonunun numarasını: (0532) 423 95 76. Not: Numarayı benden aldığınızı sakın söylemeyin.

Türk Silahlı Kuvvetleri’yle bir gerginlik istemiyoruz

Şu son ‘‘Mürteci polis amirlerini terfi ettirme’’ ya da ‘‘kadrolaşma’’ ya da ‘‘TSK ile limonilik’’ haberlerine ne demeli?

- Emniyetteki değerlendirmeleri genel müdür başkanlığındaki çok geniş bir kurul yapar. Önce sicil dosyaları incelenir, ondan sonra kurul tek tek o kişiler hakkındaki kanaatini belirtir. Ardından da boş kadrolara göre terfi edecek olanları tespit edilir. Gönül rahatlığıyla şunu diyorum, sicilinde en ufak bir pürüz olan, hakkında bir soruşturma açılan, soruşturması tamamlanıp ceza almış olan veya halen soruşturması devam eden hiçbir personel terfi ettirilmemiştir. Bakıyorsun adamın sicili tertemiz, girdiği bütün değerlendirmelerde çok iyi not almış ama, sırf mücerret laflarla şucu bucu denmiş. Bunların bazısı benden evvelki dönemde Danıştay'dan karar alıp gelmiş. Bu arkadaşlar kimlerdir bilmem, dosyalara bakmadım.

Yener bey, hele emniyette katiyetle kadrolaşma olamaz. Göreve geldiğimden şu ana kadar sadece Emniyet Genel Müdürü'nü değiştirdim, kadrolaşma bunun neresinde? Zaten kendisi vali olmayı istiyordu, ben de onu Adana Valisi yaptım. Onun yerine de herkesin yakından tanıdığı değerli bölge valisini atadım. Bazıları bizim yaptığımız her işin altında bir şeyler arama alışkanlığından kurtulamadı. Ben de bürokrasiden geldim, bizim bürokratlar rahat durmaz. Her iktidar değişikliğinde kendilerini bir yerlere getirebilmek için ötekilere atıp tutarlar. Valiler kararnamesi bakanlıkta hazırlanırken, bir hareketlilik başlar, birbirlerine çamur atarlar. Adam kafaya koymuş, şu bakanlığa müsteşar olmam, şuraya genel müdür olmam lazım diye, o halde görevdekileri karalayacak. Kendi gelmeyince kimi getirirseniz getirin tu kaka deniliyor.

Gerginlik konusuna gelince, biz değil TSK ile, kimseyle gerginlik olsun istemiyoruz, aslını ararsan gerginlik de yok. Genç subaylar konusunu Sayın Genelkurmay Başkanı, bizzat hem de çok sert bir şekilde yalanladı. Onlarla Milli Güvenlik Kurulu'nda beraberiz, bugüne kadar her konuda çok uyumlu çalıştık. Elbette her üye kendi fikrini söylüyor ama, MGK en rahat konuşulan bir platformdur. Burada alınan kararlar, yayınlanan bildiriler hep tek noktada fikir birliği ile çıktı, Amerika konusundan Irak, Kıbrıs meselelerine kadar.

Emine’yi benden çok severler

Abdülkadir beyle tam tavlaya oturmuştuk ki, eşi Emine Hanım geliniyle beraber Semra Özal'a yaptığı ziyaretten döndü...

- Emine'yle 35 yıllık evliyiz, 15 Eylül 1968'de evlendik. Nerede, hangi görevde olursam, Emine'yi benden çok severler. Hakikaten benim hanım çok cana yakın, insancıl biridir, dedikodudan nefret eder. Benim örtünme konusunda ne aileme, ne başkalarına en küçük bir baskım olmadı. Kızımın da, gelinimin de başları açık, benim böyle bir sorunum yok. Emine 1993'te hacca gittikten sonra dedi ki ‘‘Ben kapanacağım’’; ben de ‘‘Sen bilirsin’’ dedim.

Benim Emine, başörtüsünü annemden gördüğü gibi bağlar, kendine has bir şey. Benim hanım valilik zamanımda bile kokteyl gibi oturulmayan davetlere gitmeyi sevmez, çünkü ayakta duramıyor. Hem diyabeti, hem de yüksek tansiyonu var, birkaç hafta önce de menüsküs ameliyatı geçirdi. Bizim Murat adlı bir oğlumuz ile Aysu adlı bir kızımız var. Murat'ın Merve ve Mina adlı iki kızı var, Ankara'da oturan kızım Aysu'nun çocuğunun adı ise Sare.

Diskoya da giderim gazinoya da

HİÇ SİLAH TAŞIMAM

AKP hükümetinin bir bakanı değil diskoya, içkili gazinoya gitmek, kapısından bile geçmez herhalde..... mi acaba?

- Hoppala, neden gitmeyecekmişim, pekala giderim. Hayatımda ağzıma içki koymadım, ama içen arkadaşlarımın sofrasında suyla sabaha kadar onlarla otururum. Mülkiye'deyken oda arkadaşım Osman Yılmaz çok içerdi, içki şişelerini de üzerine tarih atıp pencere kenarına dizerdi. Üzerine de ‘‘Sakın dokunma boş şişelerime, hepsinin içinde anılarım var’’ diye yazmıştı. Kulakları çınlasın, para bitince de o şişeleri satardı. Herkesin kararı kendine, bak burada da içki serbest, isteyen içsin.

Bodrum'a her gittiğimde muhakkak Halikarnas Disko'ya uğrarım. Sahibi Süleyman Demir de bizim mahallenin çocuğudur. Süleyman çok güzel yenilikler getirdi, o getirinceye kadar Türkiye'de kimse lazeri bilmiyordu. Dans etmesini pek beceremiyorum ama, çok iyi bir müzik dinleyicisiyim. Halk müziğinde İbrahim Tatlıses, İzzet Yıldızhan ve Mahzun Kırmızıgül'ü birbirinden ayırmam, hepsi de güzel söyler.

Emniyet müdürüyken yanımdan Smith-Wesson'umu hiç ayırmazdım, şimdi silah taşımıyorum. Bir arkadaşım bana çelik yelek hediye etmişti, şimdi nerede olduğunu da bilmiyorum, hiç giymedim.

Lisedeyken çok güzel yağlıboya resimler yapardım. Yaptığım bütün tabloları lise sonda açılan bir sergiye götürdüm. Sergi kapandıktan sonra benim resimler geri gelmedi. Çok güzeldi, mesela Diyarbakır surları tablosunu yapmak için günlerce Mardin Kapı'da çalıştım.

Diyarbakırlıdan balıkçı bu kadar olur

İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, İstinye'deki Polis Moral Eğitim Merkezi'nde çay içip balık tutarak dinlenmekten hoşlanıyor. Röportaj sırasında kamış oltayı denize sallayıp ‘‘Diyarbakırlıdan balıkçı bu kadar olur’’ dedi, ama kısa süre sonra 5 istavriti çekiverdi.

YARIN: KEÇECİLER VE BEDÜK TAVLADA ÇOK İYİ ZAR TUTARLAR
Yazının Devamını Oku