Yaşar Sökmensüer

Kar hâlleri

6 Ocak 2017
BABAANNEME sorsam, gece pembe-kızıla dönüşen gökyüzüne bakar, “Yarın kar yağacak” derdi de...

Şimdi karın nereye, nasıl yağacağı, bir hafta önceden belli oluyor.

Ateşin kulaktan ölçülmesiyle bebeler için gözüyaşlı bir çağı daha kapatan teknoloji furyasında, Meteoroloji de ölçümlerinde pek ıska geçmiyor artık.

Karın gelişini, 5 günlük hava tahmin raporlarıyla izlemek, şüphesiz kullanışlı...

Lâkin hikayesi, insan, canlı manzaraları için yine sokaklar lâzım bize.

Karın, ayazın kime, nasıl geldiğini de, oradan hissediyoruz zira.

* * *

Yılbaşı biletleriyle nefes alan Milli Piyangocu, epeydir kahvelere, meyhanelere yöneldi misal.

Talih Kuşu

Yazının Devamını Oku

Eski bir yılbaşı kartı

30 Aralık 2016
MUTSUZDU adam; mutsuzluğu büst gibi çakılıydı gergin bedenine.

Kadehine uzanmak için kıpırdadı ve bozdu sessizliğini:

“Yılbaşını dışarıda geçirmeliydik...”

Önce iç çekişinin sesli olmasını engelledi kadın, ardından yavaşça yanıtladı adamı:

“İlişkimizde, ‘dışarıda’ diyebileceğimiz hiç bir yer kalmadı artık. ‘Dışarı’ya gittiğimizde, her yeri ‘içeri’ yapıyor birlikteliğimiz. Artık bizim için ‘dışarı’ yok, her yer bu dört duvar.”

“Ustalıkla seçtiğin kelimelerin, yeni yılın ilk kavgasına hazırlandığımızı haber veriyor bana” diye söylendi adam, sesini kontrol etmeye çalışarak.

“Bir kez olsun, kelimelerimle kavga etmemeye çalış” dedi kadın. Karşısındaki adamla değil kendi kendine konuşur gibi... Usulca, çengelli iğne gibi ekledi:

“Bir kez olsun o kelimeleri cümle yapan hâlimizi, gerçekleri düşün. Bizi kelimeler değil, hikayemiz getirdi buralara...”

“Gerçekler”

Yazının Devamını Oku

Koyu gözler, yanan gözler

27 Aralık 2016
İNSANLARI yok eden her facia, afet, felâket ardında derin, acı hikayeler bırakıyor.

Bazılarını, çok ama çok azını bir kaç başlık, bir kaç satır arasıyla medyadan öğreniyoruz.

En çok neleri, nasıl severdi, neyi özlerdi, sohbeti coşturur muydu herkesi, yoksa boynu büküktü mü biraz. Efkârı nereden gelir, nerelere uzanırdı... 

Başı mı dönerdi iki bira içse, ustası mıydı türkülerin...  Öldükten sonra, hepsi bir kaç cümle, bir iç(e) çekiş.

Çoğunun hikayesi, yakınındaki bir kaç kişinin kırık-dökük kelimeleriyle hatıra külliyatına ilişiyor. Ve her geçen yıl, usulca soluyor evrak-ı metrukesi...

İnsan unutur çünkü, yahut “hatırlama” periyotları seyrelir zamanla...

Ki, giderek daha az “hatırlamak”, belki de büyük acıların tek bünyesel panzehiridir. 

* * * 

Dayanılmazdır başlangıçta... Can alan felâketlerin çoğu,

Yazının Devamını Oku

Darağacında adalet

14 Aralık 2016
 HEMEN her alçakça cinayetin, ağır toplumsal travmaların ardından aynı arzu sarıyor etrafı: İdam...

Korkunç cinayetlerle, terörle yanan yürekler öyle bir karşılık, bir nebze “tatmin” bekliyor. 

 

“İdam isteriz” pankartlarını her gördüğümde, 60’ların, 70’lerin, 80’lerin idamları geliyor aklıma...

 

Mesela, belki Başucumda Müzik romanının da etkisiyle, darağacında taburesini kendi tekmeleyen Fatin Rüştü Zorlu’nun net silüeti...

 

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan...

 

Yazının Devamını Oku

Masabaşı popülerlik

10 Aralık 2016
SOSYAL medyanın, beğenilmeye aç, onaylanmaya hepten muhtaç insan bünyesi için sağladığı “masabaşı” imkânlar, semt pazarı gibi.

En kullanışlılarından birisi de test şüphesiz. Hepsinin şıkları, birbirinden şık...

 

Son yazımda bu mevzuya değinmiştim biraz. Meftunu olmayan üzerine alınmasın.

 

Lâkin beğeni arenasına adım atarken asıl soru, “Nasıl biri olmalıyım ki, beğenilebileyim” meselesi...

 

Ki bu borsa da, konuya “içeriden”  vakıf olmayı (insider trading) gerektiriyor.

 

Yazının Devamını Oku

Bana testini söyle...

8 Aralık 2016
EKSİĞİ gediği ibadullah, testi-ezberi illallah eğitimimizi, ekranı-tableti-cebiyle sosyal medyada yamıyoruz artık.

Masterı facebooktan, doktorayı twitterdan tamamlayıp, mezuniyet “test”lerine de oralardan giriyoruz şükür.

 

Bazen bir “akıl-fikir” testi veriyor notumuzu...

 

Bazen akıl-fikrimize gelen beğeniler, gülücükler, kalpler, paylaşımlar...

 

“Hâl ve gidiş” notu açık-seçik-saçık ortada zaten.

 

Yazının Devamını Oku

Uç uç böceğim

24 Kasım 2016
SINIF öğretmenliği çok zor iştir. Hele köydeysen, iyice yaman...

Sevgi, şefkat dışında sırtını yaslayacağın çok şeyin yoktur.

1997 yılıydı. Eşim, sınıf öğretmeni olarak Uzunbeyli Köyü ilkokuluna tayin oldu.

Milli Eğitim Bakanlığı’na birlikte gittik gerekli evrağı almak için.

Görev yerini sordu memurlar.

Uzunbeyli Köyü deyince biraz tuhaf baktılar bize.

Sanki acıyarak ya da şaşırarak…

O an bir anlam veremedik.

Yola çıkınca çözdük

Yazının Devamını Oku

Filin yanındaki kadın

22 Kasım 2016
ASKERİ hakim soruyor karşısındaki hüzünlü, güzel genç kadına...

Sorusunda, seslenişinde, otoritenin, mesafe-sınır tanımazlığın, küçümsemenin, “hizaya getirmenin” en çok sevdiği ve en masum görünen kelimelerinden biri, yani “sen” var:

“Mesleğin ne senin?”

“Yazarım” diyor kadın.

Hakim, “Yaz kızım” diyor mahkeme katibine, “Ev kadını”...

Ve o bitmek bilmez sorgularda, duruşmalarda kimbilir kaç kez soruyorlar ismini:

“Adın ne senin?”

“Sevgi...”

* * *

Yazının Devamını Oku