İnsanın doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı şehir, hafızasının en sağlam yerine yerleşiyor.
En gündelik, en çok kullanılan şeyler, hatta cumhurbaşkanlarının, başbakanların adı gibi mühim bilgiler, gün gelir insanın hafızasından uçar da...
Amcama “Çınar ağacı” dersin, sana gölgesinde büyüdüğü o ağacı, o evi, o sokağı tefrika tadında anlatır.
* * *
Zira insanın doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı mekanlar, hafızayı maddeleştiriyor.
Asırlık bir çınar ağacı, bir sokak ismi, Hal’deki baharat kokusu, köşedeki bakkal, Kızılay’da cüce kalan meşhur “gökdelen”... Hayatının tanıklarıdır.
İnsan o ağaçla, o sokakla, o binayla, o kokularla karşılaştığında, bir anda “o zamanlı” olur.
Önünden koşarak çocukluğu geçer, gençliği duvarda çekirdek çitler.
Nedeni de, 27 Eylül'de medyaya -kısmen- yansıyan “TDK kesme işaretlerinde değişiklik yaptı” haberi...
Haberde başlıkta yanlışlıkla “tırnak”, haberin içindeyse “kesme” denilmiş.
TDK’nın açıklamasında ayrıca bu düzenlemenin yeni yapılmadığı da, “Biz yapmadık ki” tadında vurgulanmış.
* * *
Ertesi gün eşe dosta haber saldık:
“Bizim bir köpeğe ihtiyacımız var.”
Önce “Nasıl bir şey olsun” diye el ovuşturan, işbitirici bir “esnaf” aramıştı... Uygun fiyatla bulacaktı.
Eh... “Senin gibi olmasın” dedik tabi.
Hem bizim yavru hazırmış zaten.
Bir arkadaşın arkadaşının evinde... (Bir arkadaşın arkadaşı, -izdivaç da dahil- her mevzuda ne güzel çaredir değil mi?)
Sokaktan edindiği köpeği doğuran bir mahalleli, sahiplendirme çabasındaymış.
* * *
Çocukluğumun, evimizde ya da sokağımızda sahiplendiğimiz köpekleri, hafızamda anı olamayacak kadar taze.
Ama bizzat ebeveyni olarak edindiğimiz köpekleri anlatmak istiyorum.
İki Bobi’nin hikayesiyle başlayacağım.
Klinik psikolojinin yeğlediği, “kronolojik anlatı”ya sadık kalmalıyım.
* * *
Emek Mahallesi eski 59. Sokak’ta bahçeli, tek katlı, kutu gibi bir eve taşınmıştık.
Dolaşırken, çalılıktan bir domuzun çatırtılarını andıran sesler duyduk.
Oğlum koşturdu, küçükken de merak ederdi belayı.
Dün yazımda değinmiştim; hazan mevsimi de şöyle ağız tadıyla bir efkarlanamadan gitti, gidiyor zaten.
İlkbahar ve sonbaharı yitirirsen geriye ne kalır? Şarkılar kalır tabi, şarkılar...
Küresel ısınma babından “Boşvermişim Dünyaya” şarkısının, “temmuz-ağustos-eylül /her mevsimde durma gül” nakaratının çoktan suyu kaynamış olsa da...
Yine de dilimde.
Mırıldanma hafızama Ajda Pekkan ile yerleşen... Fakat esas Nergiza Balıkhanova’nın bas, sigaralı sesiyle gönlüme çalınan o şarkı.
Bilhassa, “Sanki umurumdaydı” faslından yorumuyla...
* * *
Mevsimler hızla geçiyor, keskin dönüşlerle değişiyor.
Baharı görmeden yaz, yazı terlemeden sonbahar geldi diyeceğim ama...
Sonbahar da pardösüyü naftalinleyip, kışlıklarını çıkaran Aysel gibi biraz. (Attila İlhan’ın yağmurunda gezinemeyen, hep üşüyen “Git başımdan Aysel”)
Bahar da öyleydi Ankara'da, yaz da, şimdi sonbahar da...
Serinliği her koşulda sıcağa tercih etsem de... Ne zaman bahçede otursak, ahalide "Hırkasız çıkmam abi..." telaşı.
* * *
Epeydir baharı kaybetmiştik zaten.
Gösterirdi yüzünü, rengahenk töreni bitmeden yeniden kış otururdu mevsimlerin tahtına...
Bir imalı bakışa kalbini veren, içini döken kız-erkek
Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusu’nun ilk öğrencileriydik.
“Deneme-yanılma” meselesinin, müsvedde Harita Metod Defteri gibi bir şey olduğumuzu da söyleyebilirim.
Palas-palandıras taşıdılar bizi oralara. (Taşımalı eğitim bile keşfedilmemişti henüz)
Alt kattaki bölümlere su baskınları, üst katlarda çatı damlamaları, alt yapı donmaları, kalorifer patlamaları, klozet infilakları neyse de...
Kuru fasulyeden kum, pilavdan taş çıkınca bardak taştı.
* * *
Yemekhane protestosu için toplandık, ama -art- niyetimiz enternasyonaldi elbet.
Önce türküler başladı hafiften:
Komedi-dram kıvamında gelişen olaylardan sonra Kentmen, yoksul ailenin kapısını çalar. Kapıyı açan, fakir ama onurlu genç kızı perdeye taşıyan Koçyiğit, öfkeyle babasına (Münir Özkul) döner:
“Baba, bu sayın aileye sorar mısın, bugün fabrikadan kovdukları benim gibi bir işçi parçasının evinde ne işleri var?”...
Kentmen, babacanlığını bıyık altından gülümseyerek gizleme imkanı tanıyan karakteristik bıyıklarını burarak yanıtlar:
“Buraya oğlumla kızınıza ait hayırlı bir konuyu konuşmaya geldik. Allahın izniyle kızınızı oğlumuza istiyoruz.”
* * *
“Onlar erer muradına, biz çıkarız kerevetine” misali noktalan Ertem Eğilmez’in 1972 yapımı “Sev Kardeşim”in açılışı da, finali de filme adını veren Şenay’ın aynı şarkısıyla gelir.
“Dünyaya geldik bir kere /Kavgayı unut her gün bu şarkımı söyle /Sevdikçe güler her çehre, mutluluklar bir olsun, acı birlikte...”
* * *