Mahallede mevsimin değiştiğini simitçiden anlardık eskiden.
Ceketinin içine meşin yeleğini giyip, yün beresini gözüne çekti mi tamam. Demek ayaz vurmuş sabah simidine...
Bugün de sosyal termometre, sokak manzaralarında kendini gösteriyor.
Dışarıda hissedilen ayazı, arabanın kaloriferi seni ısıtırken sokaktakilerin hâlleriyle anlıyorsun.
Örneği de çoktur, “farklı”, “öteki” olmanın... Öyle kılınmanın, bahanesi de...
Hemen herkesin bir şarkısını ıslığına aldığı Ahmet Kaya da, bizim “farklı” olduğumuz için dışlanan yanımızdı.
Ama an geldi, biz sustuk o şarkılarını söyledi.
* * *
Bir yanı isyancı, bir yanı -kimine göre- arabeskti şarkılarının.
Olsun varsındı... Her seferinde içimize işledi.
Attila İlhan’ın en delikanlı dizelerini biraz da onunla keşfetti genç kuşaklar.
Bir
Sevgili Can Öktemer’in veda seslenişinden mülhem, Leonard Cohen benim için de “mahallenin en güzel abisi”ydi.
Onunla da büyüdük çünkü... Ve en güzel abiydi şüphesiz.
Bazı insanların “çirkinliği” öyle güzeldir ki, o ne idüğü belirsiz güzellik kavramını bir bakışıyla yerle bir eder.
* * *
Şiiri, müziği, stiliyle, adının “Kadınların adamı (Ladies’ Man)”na çıkması da boşuna değildi elbet.
Ama pek de hoşlanmadığı bu unvanı, kadınlara sahip olmasıyla değil, onlara ait olmasıyla ilgiliydi sanki.
Bunu her fırsatta, hem hüzünlü, hem esprili açıklamalarıyla dile getirdi:
“Çapkın bir adam olarak yayılan ünüm, yatağımda yalnız geçirdiğim binlerce geceyi hatırlayınca, beni acıtan bir şey sadece...”
İşin-gücün, cüzdanın-vicdanın, sıradanlığın-tek düzeliğin bunaltan baskısının, biteviye evin salonuna sızan yalan-dolan ekranın varsa bir panzehiri... Herkes için değişiktir.
Pek bunalan biri sayılmam ama... Beni, en çok Leonard Cohen ve brutal homurtusuyla Tom Waits dinlemek arındırır. Bazen cilasına Vladimir Visotsky de katarım.
O an müzik, keyif değil ihtiyaçtır.
* * *
Cohen’in Everybody Knows şarkısını dinlerim mesela:
“Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu /Ama yine de şans dileyerek atıyorlar zarlarını
Herkes biliyor, zaten dövüş hileliydi
Herkes biliyor teknenin su aldığını /Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini...
Zira, zordur gidene geri dönüş. Vefasız, mahcup hissettirir kendini insana.
Kelimeleri seçerek konuşurken, gözünü (duygularını) kaçırarak bakıyor kadına:
“En çok trafiği, kaldırılan göbekleri/meydanları, parkları otobüs-minübüs durağına dönüşmüş Kızılay’ı, mahallemizi yadırgadım.”
“Evet, çok değişti Ankara” diyor kadın ve gülümseyerek ekliyor:
“Ama sen hiç değişmemişsin.”
Adam da gülümsüyor, rahatlıyor biraz. “Bu yükte de, pahada da ağır bir iltifat” diyecek oluyor.
Kadın, “Dur, acele etme” gibilerinden elini uzatarak, kesiyor adamın sözünü.
Yüzündeki gülümsemenin geri çekilmesini engellemek ister gibi, hızla ekliyor:
Ve hatıralarımızla avunuyoruz bir çok mevzuda... Onlarla yaşıyoruz.
Facebook’da eski fotoğraflara bakıyorum; kimi “Bir zamanlar ben...” fotoğrafları, kimi lisedeki “aynalı pastane”...
Hepsi hoş, hepsinin insana değen yanları var. Yaşadık çünkü.
O günlerde tutulmayan günlükler, kaybolan albümler, hafızanın -zamanla- sağaltıcı refleksiyle ayıklanarak temize de çekiliyor bazen.
Masumiyetin müzelik olduğunu bile bile, “Masum değiliz hiçbirimiz”i mırıldana mırıldana, çocukluğumuzun, ilk gençliğimizin gülümseyen/gülümseten an(ı)larında arıyoruz eksikleri.
Notlarını kaybetmiş, belleği her yıl eksilen yorgun vakanüvisler gibi...
Hatıralarımızın artık sıkışan çekmecelerini karıştırıyoruz.
* * *
Çevredeki kalabalık, dövüştürülen köpekleri izleyerek çılgınca bağırıyor.
Köpeklerden birisinin sahibi 10 yaşlarında bir çocuk.
Köpek dövüşünün, o inanılmaz vahşetin küçük “koçu” yani...
Köpeğine, “Gebert, kır boynunu” komutunu verirken, kendini kaybediyor.
Henüz 10 yaşında. Ve yetişiyor..
* * *
“Rakip” köpeğin 30 yaşlarındaki sahibi gibi, o da kırmızı kazak ve kot giymiş.
“Arap, Arap saldır”
Martin Luther King’in düzenlediği iş ve özgürlük için Washington Yürüyüşü başkente ulaşmış.
King’in o ünlü “Bir Hayalim Var” konuşmasının ardından kalabalık kıpır kıpır:
“Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Bir gün, dört çocuğumun da derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede yaşayacaklarına dair bir hayalim var...”
* * *
National Mall ulusal parkında, Lincoln ve Washington Anıtı arasındaki Reflecting Pool çevresinde 250 bini aşkın protestocu var.
Kürsüde, takım elbiseleri, papyonları, kravatlarıyla iki dirhem-bir çekirdek siyahi görevliler göze çarpıyor.
İçlerinden biri mikrofona yöneliyor ve “Mr. Bob Dylan...” diyerek, 21-22 yaşındaki genci kürsüye davet ediyor.
Ağız armonikası ve gitarıyla, biraz müsamere havasında kürsüye çıkan