Yaşar Sökmensüer

Tarih olmak tarih yapmak

12 Mart 2012
PEŞİNEN söyleyeyim.

Ben futboldan pek anlamam.
Ama bazen bir şeyi görmek için, futbol uzmanı olmak da gerekmiyor.
Haberlere, arşive bakmak yetiyor.

* * *

Kaç zamandır gözümüzün önünde eriyip/eritilip giden Ankaragücü’nden söz edeceğim.
Daha geçen gün sürmanşetimizdeydi haberi:
“Sarı-lacivertliler aldığı mağlubiyetle, ‘Süper Lig’de üst üste 11 defa yenilen tek takım’ olarak tarihe geçti”.

Yazının Devamını Oku

Anı haftaya ‘bilboard’da

11 Mart 2012
ESKİ Ankara evlerinin ocakları “kordolabı”dır.

Buzdolabının tersi...
Biri buzu, diğeri “kor”u saklar.
Kadınlar, ocaktaki koru külle örterler geceden; ki sabaha canlı kalsın.
Sabah usulca üflerler, kor uykusundan uyanır, ayaklanır, yanar ateş.
Anıları da korur bazen “kül”.
Örter üstünü hatıranın, bazen bir nefes yeter yıllar önceki bir “an”ın, anının yüzeye çıkmasına.
“Gelin birlikte Ankara’nın mahalle mahalle, sokak sokak tarihini yazalım” çağrımız da böyle bir nefes bekliyor zaten.

Yazının Devamını Oku

Bir zamanlar kadın olmak

8 Mart 2012
NURİ Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmini yeni izleyebildim.

Bir yönüyle, Kırıkkale Keskin’de geçen “bir kamu polisiyesi”...
Hayranlıkla, sonsuz bir sinema keyfi alarak izledim.
Etkilisi/yetkilisi, savcısı, doktoru, komiseri, komutanı, memuru, saymanı, yani görünen “kamu”su erkeklerden ibaret bir kasabada, hayatı, hatta bazen hayallerinin menzili de dört duvar insanların hikayesi...
*
Filmde sadece iki sahnede kadınlar vardı.
Saatler süren cinayet yeri-tatbikatı sürecinde mola verip muhtarın evine giden iki sanık, savcı, doktor, komiser, jandarmalar, şoförler bir serapla, bozkır ortasında bir vahayla karşılaşıyordu.
Gaz lambasının büyülü ışığında çay dağıtan muhtarın melek gibi güzel kızı, tepside sıcacık çaylarla çıkıyordu ortaya.

Yazının Devamını Oku

Eğitimde düello

7 Mart 2012
ON üç yıl önce bugün, Amerikalı efsane film yönetmeni Stanley Kubrick hayata veda etti. Spartacus, Lolita, Clockwork Orange, 2001: A Space Odyssey, Barry Lyndon, The Shining, Full Metal Jacket, Kubrick’in ele avuca sığmazlığını, aykırı, sınır tanımayan stilini perdede özetliyor zaten. (Algı/anlama için “özet” diye bir şey varsa eğer...)
Ama ben yeni eğitim modelinin yandaşıyla da, karşıtıyla da hala aynı “kafa-tası” sınırları dahilinde değerlendiren bazı örnekleri gördüğümde de hatırlıyorum onu.
Kubrick yanılmıyorsam, Clockwork Orange (Otomatik Portakal) filmiyle ilgili bir söyleşisinde şöyle değiniyordu eğitim sistemine:
“Okullarda en büyük yanlış, öğrencileri korkuyla güdüleyerek birşey öğretmeye çabalamaktır.
Sınıfta kalma, not alma korkusu gibi...
Bir konuya ilgi duyarak öğrenmekle, korkuyla öğrenmek arasında fark, nükleer bir patlama ile bir kıvılcım arasındaki fark kadardır...”
* * *
Ki, Otomatik Portakal’da “eğitim”e bir güzel değinir zaten.
Filmin adı, durmadan saat yönünde dönen, öyle işleyen bir “eğitim” sistemini, öyle bir düzeni çağrıştırır zaten.
Suç ve şiddetin priması liseli Alex ve kankaları, sonunda yakalanır.
Ve “çok bilen” bir kurul, onların üzerinde yeni bir eğitim, daha doğrusu “eğitme”, ıslah modeli denerler.
Model de, tepeden tırnağa bir süredir çok itibar edilen “insan-toplum mühendisliği”nin daniskasıdır zaten.
Alex’i adam etmeye çalışan adamlar, onu ve kankalarını kendilerinin hoşgördüğü, hatta yararlandığı bir “şey”e dönüştürürler.
Şiddetin başka bir enstrümanına...
Tıpkı, “2001: A Space Odyssea” filminde maymunun yerde bulduğu irice kemiği sağa-sola savurdukça, o kemiğin artık bir “gürz” işlevi kazandığını fark etmesi gibi...
Ve bütün bu “mühendislik”, bu şiddet, “Singing in the Rain”, Strauss’un “Mavi Tuna” valsi gibi masum, sevimli, şirin bir fon müziği eşliğinde sızar perdeye, dünyaya...
2001’de insan kendi yarattığı canavara, bilgisayara karşı savaşmaya başlar.
Otomatik Portakal’da da, güya yeniden yarattığı insana...
İkisi de, yaratıcıların kendi sonunu da hazırlamaktadır.
* * *
Belki yazının finalini de Barry Lyndon ile getirebiliriz.
1700’lü yıllarda, İrlandalı bir gencin düelloyla başlayan ve onu toplumda ummadığı kadar yükselen hayatı, yine bir düelloyla sona erer.
Ancak bu kez hayatın aynasına bakıp, çekip kendini vuran bir düelloyla...
Çünkü son düellosu aslında karşısındaki rakibiyle değil, artık kendisiyledir.
Filmin sonu ise şu cümleyle gelir:
“Kavga ettiler. Yakışıklı-çirkin, zengin-fakir, iyi-kötü... Şimdi hepsi eşit.”
Yazının Devamını Oku

ACL anıları yağmur oldu

6 Mart 2012
ANGARALIYA sormuşlar, “3G nedir?”, “Gar, gış, gıyamet...” demiş. Karın iki günde bir konup, hiç kalkmadığı bugünlerde ACL grubunda okuduğum bu espri sıcak bir gülümsemeye neden oldu yüzümde.
ACL, Ankara Cumhuriyet Lisesi’nin internetteki iletişim grubu. (ankaracumhuriyetlisesi@googlegroups.com)
Birbirinden renkli, bir sohbet-muhabbet akıyor orada.
Cumhuriyet Lisesi mezunları da oradan haberleşebiliyor, arkadaşlarıyla hasret giderebiliyor.
*
Aynı zamanda bir “zaman tüneli” orası.
Çünkü Cumhuriyet Lisesi, başta Bahçelievler, Emek Mahallesi, Beşevler olmak üzere, Anıttepe, Balgat, Beştepe’ye de uzanan “ahalisi” ile, aynı zamanda bir “anı ağacı”...
Aynı liseyi beş yılda bitirmiş birisi olarak, benim de soyağacım.
*
ACL grubu bu yönüyle, “Gelin birlikte tarih yazalım” çağrımıza da en aktif katılan grup oldu.
Birazı 50’lere, 60’lara değen, daha çok 70’ler, 80’lerde buluşan, oradan 90’lı yıllara da değen rengarenk/rengahenk anılar yağıyor okuldaşlardan.
Okurken, sokak sokak, dükkan dükkan geziyorum Ankara’yı...
Ve tümü, her satırı birikiyor anı havuzumuzda.
*
Bu arada önemli bir not.
Bazı okurlarımız, 10, 15 yıl öncesine dair anıların, yazıların da “Birlikte tarih yazalım” projemize uygun olup olmadığını soruyor.
Ki, elbette ve kesinlikle uygun.
Çünkü kent kampanyamızın amacı, mahallesi, sokağı, mekanları, anılarıyla “Yakın Ankara Tarihi”...
Bu nedenle, bu zaman tünelinde 50’lere de yer var, 90’lara da...
Ayrıca anıların, mekanların “bugünkü hali”, yani bugün de var elbette...
Eğer tarihi Kızılay Binası’nın yerinde bugün bir abuk yapı varsa, Yeni Sahne bugün lokal olduysa, Ulus Sineması artık çarşıysa... Bugün de var, anılarımızda.
Ötesi, birlikte yazacağımız, sadece şehrin değil bizim tarihimiz.
Ve bu hızla akan, değişen süreçte 10 yıl öncesi de bir “tarih”.
O nedenle bize yazarken ne kaleminizin menzilini sınırlı tutun, ne de hayallerinizin ayarını...
İçinizden geldiği gibi, sokaktan/sokağınızdan geldiği gibi yazın.
Kimse tutmasın elinizi...
Bize yazın: ysokmensuer@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Sizin pencereniz kaç metrekare

4 Mart 2012
SONRA pencereler bozuldu.

Yani “iç mekana doğal ışığın girmesini, dışarının görünmesini ve gereğinde havalandırmayı sağlayan camlı açıklık”...
Doğaya, havaya, insana, ‘dışa’ açılırdı penceler.
Eve ‘mevsimi’ taşırdı...
Mevsimlerin farklı kokusunu, ışığını, kırlangıçlarla, sokakta oynayan çocukların birbirine karışan cıvıltılarını...
Dışında da, içinde de geniş pervazlar vardı.
Pencere çiçekleri, güvercinler ve onları gözleyen kedilere ‘mahsus’ pervazlar...

* * *

Önce ‘dışarısı’ bozuldu.

Yazının Devamını Oku

Bu şehir niye kadın

3 Mart 2012
DÜNYA Kadınlar Günü bu yıl da gün sayıyor.

Gelecek, kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin her yıl arttığı bu koyu atmosferde “kutlanacak”, sonra kadınların yaşadıkları yine kenarda-köşede belleğin insafına kalacak.
Bu nedenle bize “Kadın Ankara”yı yazın, diyoruz.
Ha, Ankara’nın kadın oluşuna gelince... Ankara bana, kenti saran griliğine, laci takım elbisesine rağmen (döpiyesle de olsa) hep “kadın” gelir.
Eski bir yazımdaki gibi:
“Önce makyajı bozuldu.
Aktı rimelleri, zamansız kışlarda/darbeli kışlalarda...
Çatladı dudakları... Ateş kırmızısı ruju dağıldı hoyrat temaslardan.

Yazının Devamını Oku

Santo Piknik’e “Hülya” gelmiş

2 Mart 2012
OKURUMUZ olsun olmasın, her Ankaralı’ya yaptığımız “Gelin birlikte Ankara’nın mahalle mahalle, sokak sokak, okul okul tarihini yazalım” çağrımız, yolladığınız iletilerle anı havuzumuzu dolduruyor.

Ankara’nın yakın sözlü tarihini, sokak tarihini  oluşturacak bu ileti havuzu da, giderek “olimpik” olma yolunda...

* * *

Anısını Abdi İpekçi Parkı’ndaki koca havuzun üstündeki köprüden geçirip, oradan Kocabeyoğlu Pasajı’na uğrayarak yazan okurumuz da var.
Bulvar Sineması’nda Filiz Akın filmi seyredip, o arada gazoz kapağı toplayıp, ardından Köşk Gazinosu’nda Zeki Müren’i izlemek için erkenden gidip yer tutanlar çocuklar da...

* * *

Bazı okurlarımız 200 yıllık Gölbaşı Hacılar Köyü’nden uluşatırıyor anılarını...
Bazıları Polatlı’dan yazıp, Ulus’u Anafartaları, anlatıyor bugün kül olan Modern Çarşı’nın yürüyen merdivenlerinden çıkarken.

Yazının Devamını Oku