Yaşar Sökmensüer

Çekmecelerde bekleyen kent

21 Mart 2012
“ANGARALI” bloglarda Başkent için mevsimleri “İlkbahar, yaz, sonbahar, çüş” diye sayıp, “gar, gış, gıyamet” derken... ilkbahar birden, aniden geldi. Havaya, suya, toprağa düşen cemrelerin ardından bana bahar dün geldi.
Evden çıktığımda baktım ki, her bahçede hummalı bir faaliyet, hoş bir telaş.
Kuru yapraklar toplanıyor, kışın bahçe çitini aşıp sokağa doğru uzanan, öyle de kuruyan dallar budanıyor, çiçeği-güle “bahar biçimi” veriliyor.
Sanki pazar günü hala kıştı, pazartesi bahar geldi gibi...
* * *
Bazı mekanlar nasıl hafıza mekanıysa, hafızayı somutlayan, maddeleştiren yerlerse...
Kentlerin, mahallelerin, sokakların yarattığı alışkanlıklar da hafızayı maddeleştiriyor.
Gülleri, dalları boydan boya budanmış bir sokaktaki o hoş bahar telaşı, pervaza çıkarılan sardunya, paltonun naftalinlenip (hala naftalin var mı evlerde, yoksa da hatıra, varsa da...) gardrop kuytusuna kaldırılması, Hal’deki baharat kokusunun daha farkedilir olması, eski parklarda yeni sevgililer...
* * *
Hafıza çekmeceleri böyle doluyor.
Dün Kanal B’de katıldığım Günce programını hazırlayıp sunan Altan Alkan’ın vurguladığı, bazısı sımsıkı kapalı kalan çekmecelerde...
Bazısı ise açılacağı anı, zamanı bekliyor.
Ki, Ankara Hürriyet’te yaptığımız “Gelin birlikte sokak sokak Ankara’nın tarihini yazalım” çağrımız, işte bu çekmeceleri aralamaya yönelik.
* * *
“Tarihe karışan”, “tarih olan” hatıralar, o çekmecelerde kapalı kalıyor çoğu kez.
Uzun zaman açılmazsa orada soluyor, azalıyor.
Ve Ankara’da o hatıra/hafıza mekanları hızla yok oluyor.
Ötesi, bir dönem yaşanmış “an”ları bugün “anı” yapan silüetler, kokular, sesler, ağaçlar, sokaklar, şarkılar da çekiliyor çekmecelerine...
O çocukluk günleri, o gençlik de...
Ve kalıyoruz, eksilen hafızamızla baş başa.
Deniz çekildiğinde sahilde kalan, deniz kabuğu gibi...
* * *
O anı kabuğundan gelen seslere verdik kulağımızı...
Çok yakında sizlerle, sizlerin anıları/anlatılarıyla biriken tarihimizi yayınlamaya başlıyoruz.
Şimdi de, yayınlamaya başladığımızda da bize yazın: ysokmensuer@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Aklınla bin yaşa

19 Mart 2012
BİZ tam 17 yıl her seçimde metroya bindirilip-indirilen bir şehrin yayalarıyız.

(Otomobili olsa da, kapısını kapatıp dışarı çıktığında her insan sonuçta “yaya”dır)
On yedi yıl boyunca da yapılmayan, biri bitmeden diğeri kazılan metroların karanlık tünellerinde her seçimde bir ışık aradık.
“Murhpy yasaları”na göre talihsizliğe örnek olarak verilen, “Tünelin ucunda görünen ışık, karşıdan size doğru gelen trenin ışığıdır” sözünü, biz umut olarak belledik.
Ama metroları hükümet devralıncaya kadar, tüm vaatlere rağmen 17 yıl o ışık görülmedi.
Her seçimin ardından yine yaya kaldık...

* * *

Şimdi o ışık, hatta ışıklar görünüyor.

Yazının Devamını Oku

Sokak tarihimizden ‘rastgele’ cümleler

18 Mart 2012
BİRLİKTE yazdığımız “sokak sokak Ankara tarihi”ni yayınlamaya çok yakında başlayacağız.

Beklerken, biriken on binlerce satırdan bazılarını, “tarimizden cümleler”i -hiç seçmeden- gözüme çarpan haliyle paylaşmak istiyorum.
Daha binlerce isim, kısa-uzun tüm anılar “sözlü tarihimizin” sayfalarında yer alacak. 
* Kemerinin markası sıradan diye sevdiği delikanlıyı terk eden genç kızlar hatırlıyorum. Tuba Aksu
* Keçiören bağlık bahçelikti.  Gölbaşı pek tenhaydı o zamanlar. Göl donduğunda gençler külüstür otomobillerini yüksekten göle sürerek yarışırdı. Nazif Kurucu
* Emek 8. Cadde’nin Gazi Hastanesi tarafında bahçesi kayısı, erik, vişne ağaçlarıyla dolu müstakil evler vardı. Artık bahçeli ev yok, bahçeler de garaj olmuş. Süleyman Kaya
* Hepimiz yazın rengarenk plaj elbiseleriyle dolaşırdık. Bugün Protokol Yolu’nda İsmet İnönü’nün heykelinin bulunduğu yerde gelincikler arasında piknik yapardık. Sevin Eren
* Çin işi oyuncaklarımız yoktu. Tahtadan atlar, bilyalar, tel arabalar, holi-hoplar, topaçlar, siboblu toplarımız vardı. Ergun Maraşlı

Yazının Devamını Oku

On yaşındaki dövüş “koçu”

17 Mart 2012
SOSYAL medyada, facebook’da organize olup köpek dövüştüren illerin başında yine Ankara geliyor.

Özellikle Şereflikoçhisar, Haymana “arena”larıyla...
Denizli Hayvanları Koruma Derneği, bu vahşetin Ankara dışında, Eskişehir, İstanbul, Isparta Yalvaç, Denizli, Bursa, Konya, Kütahya, Aksaray, Kahramanmaraş, Nevşehir, Niğde ve Bolu’da sürdüğünü kanıtlıyor.
En az on yıldır, aralıksız bu ölüm kumarı sürüyor...
Ve çekilen videolarla, internetten “canlı” yayına da devam:
“Hadi oğlum, daha gırtlağı bile delinmedi, salla, kır boynunu... Gebert hadi gebert...”

* * *

Yıllar önce konuyla ilgili, belgesiyle, videosuyla önüme gelen bu zalimliği ben de izlemiş, izlemeye çalışmıştım.

Yazının Devamını Oku

“Kartallar”a özür borcu

16 Mart 2012
“YETENEK Sizsiniz” programının finaliyle ilgili yazımın ardından, yarışmaya ”Kafkas Kartalları” adıyla katılan “İstanbul Kafkas Dance Company” topluluğundan haklı yakınmalar içeren iletiler aldım.

Gelen içtenlikli, zarif iletilerden, özellikle, “işi, mesaisi, görevi Kafkas oyunları olan bir ekibin” vurgulamamın tümüyle gönüllülüğe dayanan, dansçıları “bir kuruş para almadığı” gibi, maddi imkansızlıklarla da kuşatılan bu ekibe haksızlık olduğunu anladım.
Ötesi, geçmişi 23 yıla uzanan topluluğu oluşturan 80 gönlübol insanın hiçbirisinin mesleğinin dansçılık olmadığını, hepsinin başka bir mesleği yaparak geçindiğini öğrendiğimde gerçekten üzüntü duydum.
Bunu bilmemek ve bunu bilmeden o cümleyi kurmak, hatam, eksikliğimdir.

* * *

Toplulukta dansçı ve altyapı eğitmeni olarak görev yapan Murat Özen’in satırlarını paylaşmak istiyorum:
“Çalışma yerimiz MEB Kartal Halk Eğitim Merkezi ve Akşam Sanat Okulu’dudur. İzlediğiniz şovu yapan kadroda dansçı olarak 54 yaşında arkadaşımızla birlikte 17 yaşında lise öğrencisi kardeşimiz yanyana dans ettiler.
Pek çok izleyicinin bilmediği bir konu da var. Final için hazırladığımız şovumuz 7 dakika 34 saniye idi, fakat montajda 4 dakikası makaslanmış ve finalde bu şekilde yayına verilmiştir.

Yazının Devamını Oku

Anı sağnağı

15 Mart 2012
“GELİN birlikte Ankara’nın mahalle mahalle, sokak sokak tarihini yazalım” çağrımıza sizlerden gelen iletiler, bilboard, TV ve radyo duyurularımızla yağmurdan sağnağa dönüştü. Anılarınız, anlatılarınızla, bizi sokak sokak gezdiren iletilerinizle biriken “Ankara’nın sözlü tarihi”, bizi birlikte çıktığımız yolda şimdiden mutlu etti.
Elimizden (ve sizlerden) geldiği ve gittiği yere kadar özenle, heyecanla sürdüreceğimiz dizimiz başladığında da, okurlarımızın, okurumuz olsun olmasın Ankaralı’nın işi bitmiyor elbet.
Tam tersi, bu kez kentlinin -şükran duyduğumuz- emeğine, bir de sorumluluk ekleniyor bu boyutta.
Yazılan “tarih”teki hataları düzeltmek, eksikleri, boşlukları tamamlamak, hatta sürçen lisanı düzeltmek...
Hepsi yine sizin takibinizle, özeninizle “daha iyi, daha doğru” olacak.
*
O nedenle, çok yakında yayınlamaya başladığımızda diziyi okumaya çekilip, yeniden “okur” olmayın. Yine sürdürün “yazar” kimliğinizi...
Yani şu anda da, yayına başladığımızda da hep “okur-yazar” olalım. İster bir kaç cümleyle, ister sayfalarca yazarak.
Zor değil, yeter ki, “kalmasın elleriniz ellerimizden uzak”...
*
Bu diziyi de, o tarihi de siz yaşadınız, siz hatırladınız, siz yazdınız.
Bu nedenle yayınlayacağımız anı/anlatılar yeni yazıları da kışkırtsın. Devam edin, devam edelim.
Hep birlikte yola çıktığımız bu “sokak tarihçiliğimiz”, 32 kısım tekmili birden bir “dizi” kapsamını aşsın, hiç bitmesin belki.
Ve tarihimizin “okur”u, bu tarihin bu dönemde “yazar”ı olamayan bizden çok sonraki kuşaklar da olsun.
*
Biz yaşadık, biz yazarız meselesi...
Ki, bu küçük cümle, bu dört kelime, bizim yaşadıklarımızı başkasının yazdığı “resmi tarih”e de en hakiki başkaldırılardan birisidir. Mahalle mahalle, sokak sokak gerçekten yaşananlarla, yitip giden ama hafıza mekanı olarak kalan yerlerle...
Bizimki “resmi” değil “sokak tarihi”...
Ve Salah Birsel’in -ruhu şadolsun- dediği gibi, “sokak her zaman haklıdır”.
BİZE YAZIN YAYINLAYALIM: ysokmensuer@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Köpeklerde kibir yoktur

14 Mart 2012
ÜSTÜME hiç vazife değil.

İlgim, bilgim, takibim filan da hak getire...
Ama içimden ya da bir an yakalandığım dışımdan (TV ekranından) geldi. Yazacağım...
“Yetenek Sizsiniz” programının finalini, çay ve ihtiyaç molaları haricinde (ki, bazen uzun sürebiliyor) izledim.
İlk ekran aldığında o programın adı  bana bir kelime oyunu gibi gelmişti.
“Yetenek Sizsiniz” diye de okunur o çağrı, iki kelime arasında “es” vermezsiniz, sonuçta “yeteneksizsiniz, yani bi ota/bota yaramazsınız” diye de gelebilir telaffuzu...
*
“Yetenek” nedir, ne değildir konusunda ahkam kesmek istemem ama... (Mesela ben sigaramın dumanıyla halka çıkartabiliyorum)

Yazının Devamını Oku

12 Mart’ın “Sevgi”si

13 Mart 2012
ASKERİ hakim sorar karşısındaki hüzünlü, güzel genç kadına. Sorusunda, seslenişinde otoritenin, mesafe-sınır tanımazlığın en çok sevdiği ve en masum görünen kelimelerinden biri, yani “sen” vardır:
“Mesleğin ne senin?”
“Yazarım” der kadın.
Hakim, “Yaz kızım” der mahkeme katibine, “Ev kadını”...
Ve o bitmek bilmez sorgularda, duruşmalarda kimbilir kaz kez sordular ismini:
“Adın ne senin?”
“Sevgi...”
* * *
Dün 12 Mart’tı.
İkinci darbenin 41. yıldönümü... Milletçe “idrak ettik” mi, umutlu da olsam emin değilim.
Yazar Sevgi Soysal ise hayata veda ettiğinde 40 yaşındaydı henüz.
12 Mart darbesinde “yargılanıp”, cezaevine atıldıktan 5 yıl sonra öldü kanserden...
* * *
Mamak Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda yattı.
Kısa sarı saçlarını kendi keser, papatya suyuyla kendi açarmış rengini... Ki ilk öykü kitabının adı, “Tutkulu Perçem”...
Cezaevinde evlendiği eşi Mümtaz Soysal evlilik yıldönümlerinde, Kadınlar Koğuşu’nun önündeki yoldan geçmiş.
Elinde bir kır çiçeği...
Bu yolla, koğuşun parmaklıklı-telli penceresinden bir an görünen, “kır çiçekli adam” tablosunu hediye etmiş bence “Sevgi”ye...
* * *
Sevgi Soysal Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanını da cezaevinde yazmış:
“Bahçedeki kavak ağacına ilk kez o gün dikkat etti.
Apartmanın önbahçe duvarı, kavağın toprağın üstünden belli olan kalın kuru köklerini bölmüştü.
Yaprakları ölüydü, cansız gövdesinin içi görünüyordu...”
* * *
Ne zaman bir kavak görsem üç şey geçer aklımdan.
Biri 12 Mart’ta asılan “Darağacında Üç Fidan”.
Diğeri, Yenişehir’de bir öğle vakti cansız görünen, onun için de kesilen o kavak ağacı...
Sonra da, Madımak’ta öldürülen Metin Altıok’un dizeleri:
“Ah kavaklar ah kavaklar /bedenim üşür yüreğim sızlar
beni hoyrat bir makasla /ah eski bir fotoğraftan oydular
orda kaldı yanağımın yarısı /kendini boşlukla tamamlar
ah omzumda bir kesik el ki /hala durmadan kanar...”
Yazının Devamını Oku