Ben de birlikte yazdığımız “Ankara’nın sözlü tarihi” nedeniyle biraz ara verdiğim yazılarıma, oradan devam etmek istiyorum. Çünkü o dizideki, o diziye hayat veren Emrah Serbes’in romanındaki Ankara da tarihimizin bir parçası.
Ötesi dizi, tepeden tırnağa Ankaralı hikayesi, “yerel ve sahici hayata” yaslanan akıcı anlatımı, diyaloglarıyla dizi piyasasına da “yeni bir bakış”, bir tür “imrenme/etkilenme” getirdi.
Hani köy, ağa, kasaba dizileri -şehirli bir bakış gölgesinde- oldum-olası vardı bir tür yerellik anlamında da, büyükşehirli dizi aleminde İstanbul’dan Ankara’ya sıra gelmiyordu pek.
* * *
Behzat Ç. “Alem buysa kral benim” dercesine, ceket omuzda daldı piyasaya.
Ve sadece Ankaralı’yı değil, her kentin izleyicisini bir anlamda “hemşehri” yaptı aktardığı hayatlarla... Belki “Ankara Ankaralı olmayanlarca sevilmez de, Ankaralı sevilir” şehir efsanesine yakalandı alem. Belki “sokaktaki gerçek insan”ı ve “kaybedenler”i özlemişti.
Ama romanda da, dizide de, oralardan hareketle yazdıklarımda da “kent şovenizmi” aramayın.
Şimdi hazirana çektim ayarı...
Her yıl mevsim normalleri, o normallerin ortalamaları sürekli değişiyor ya... Hepsinin köküne kibrit suyu.
Arabaya biniyorum, ön konsoldaki dijital derece 32 gösteriyor sıcaklığı. Yanından geçtiğim yola dikilmiş dijital tabelada ise -yok mu arttıran- sıcaklık 40. Aradaki farka bakıp, “Acaba tabela tanrıya mı daha yakın benden, güneşe mi” diye soruyorum. Yanıtı da terletiyor.
O sırada radyodan o mahut meteorolojik uyarı geliyor:
“Yarın Ankara 36 derece olacak...”
Sunucu kışın her ayazda ve yazın her sıcakta “kullanışlı” o şablon metni ekliyor:
“Yaşlılar, kalp ve tansiyon hastaları ve dahi hamileler mecbur olmadıkça sokağa çıkmasın...”
* * *
1 Mayıs'tan bu yana, Hürriyet Ankara Gazetesi'nde yayınlamaya başladığımız "Sokak Sokak Ankara'nın Sözlü Tarihi" dizimizi, çok yakında internet üzerinden okuyabileceksiniz.
"Birlikte Yaşadık, Birlikte Yazdık" diye çıktık yola... Okurlarımızdan gelen binlerce iletiyle, mahalle mahalle, sokak sokak dolaştık Ankara'yı... Ve o günleri yazmakla kalmadık, yeniden yaşadık.
Bu mevzuda, "Çok gezen mi bilir, çok okuyan yoksa çok yaşayan mı" münazarası da tarih oldu sanki. Çünkü bizim tarih yazıcılarımız, hem Ankara'yı gezen, hem yaşayan ve her fırsatta o günleri, o dönemi okuyanlar...
Okuryazar olmak da, farklı bir oylum, üç boyutlu derinlik kazandı bu yolda; çünkü yazarlarımız o tarihi yaşayan okurlarımız. Okur-yazar-yaşar olmak mı diyelim buna?
Belli, uzun soluklu bir çalışma olacak.
Üstelik "Hiç Bitmeyen Hikaye" misali, tarihimiz yayınlandıkça tarihimize katılan, ona eklemeler yapan ya da yepyeni mekanları, sokakları, konuları "hatırat"ımıza katan çok sayıda okurumuz var. Siz de istediğiniz her süreçte, anda ysokmensuer@hurriyet.com.tr adresine iletilerinizi, anlatılarınızı, fotoğraflarınızı göndererek, soyağacımızda yer alabilirsiniz.
Yeter ki kalmasın elleriniz, ellerimizden uzak.
Birlikte yazdığımız tarihimiz çok yakında Hürriyet Ankara Internet Gazetesi'nde
27 Mayıs’ıidrak etmek
Yaşar SÖKMENSÜER
ESKİLERİN deyimi ve bayramlarda “ajans haberleri” söylemiyle, 27 Mayıs’ı geçenlerde 52. kez idrak ettik.
Gerçi 19 yıl “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak anılıp da, sonunda 30 yıldır bayram filan olmayan 27 Mayıs’ı gerçekten idrak ettik mi bilemiyorum.
Sayıları azalsa da, ekranlara, gazete köşelerine, bazı siyasilere bakıyorum da 27 Mayıs 1960 Cuma günü jet sesleriyle yurda “inen” darbeye, devrim de diyen var.
İhtilal de...
Çocukluğumuzda ders kitaplarında da “27 Mayıs inkilabı” diye geçiyordu da, o zaman her masalı “tarih” diye anlattılar bize zaten.
Bu dizide kişi ve olaylar GERÇEK
Birlikte sokak sokak yazdığımız sözlü tarihimiz, sadece bize belletilen, anılarımızı belleyen resmi tarihi değil, bazı klişe cümleleri de değiştirecek. TV dizilerindeki "Bu dizideki kişi ve olayların, gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur" anonsunun aksine, bizim "hatırat"ımızda her şey bizzat yaşanmıştır. Ve gerçektir; çünkü biz "hep birlikte" öyle hatırlıyoruz.
BİZİM dizimizde, birlikte yazdığımız "hatırat"ımızda bildik dizilerin başındaki o mahut cümlenin, yani "Bu dizideki kişi ve olayların, gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur"un aksine her şey bizzat yaşanmıştır.
Ve gerçektir; çünkü biz "hep birlikte" öyle hatırlıyoruz. Yıllardır kendi masallarını anlatan "resmi tarih"e, dut yemek düşer bu meselede...
Bu tarihin "mutfak"ı bizzat birlikte "ev yemekleri". "Resmi"si kendi pişirsin, kendi yesin artık...
Bu nedenle, bu yazı dizisinde anlatılanların, gerçek kişilerle ve gerçek olaylarla bal gibi, doğrudan ilgisi vardır. Çünkü el ele, hep birlikte biz yaşadık, biz yazdık.
Hepsi yaşayan ya da aramızdan ayrılsa da soyağacımızda, hafızamızda yaşayan gerçek kişilerdir.
“BİZ yaşadık, biz yazarız” deyip, tam dört gündür kesintisiz, hergün iki sayfamızı ayırdığımız “sözlü tarih yolculuğu”nda küçük bir molanın zamanıdır.
Bu molayı, okurumuzla birlikte yazdığımız, uzun soluklu “tarihimiz”e yeni başlayanlar için, “anı tüneli”nde bugüne kadar yaptığımız yolculuktan küçük satırbaşlarına ayırmak istiyorum.
Peşinen söyleyelim, TV dizilerindeki “Bu dizideki kişi ve olayların, gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur” tedbirlerinin aksine, bizim tarihimizde her şey bizzat yaşanmıştır. Ve gerçektir; çünkü biz “hep birlikte” öyle hatırlıyoruz.
“Yazmak için geç mi kaldık?” sorusunu yönelten bir çok okurumuza da yanıt vermek istiyorum bu mola sırasında:
“Hayır, geç kalmadınız... Her zaman, her şeyi yazabilirsiniz. Çünkü bizim tarihimize geç kalınmaz!”
“Sınırlı striptease” ve likörlü dondurma
İlk gün, 70’li yıllarda “4 mü, 8 mi?” diye soran bazısı şık Amerikan, bazısı çarpık bacaklı station dolmuşlara binip Emek Mahallesi 4. Cadde’ye gittik.
Bir dönem güllerle, sarmaşıklarla örülü kuytularının oluşturduğu localarıyla, sadece gençlerin değil “gizli randevuların” da yeri olmuştur.
Turgut Özakman’ın Romantika’sında anlatılan, hocayla öğrencisi arasındaki ‘yasak ve sır aşk’ın kahramanları da, o parkta, lüküstürümlerin, sarmaşıkların sığınağında gözlerden saklanmışlardı. Oturun banka, ve o parkta yaşanan, elele tutuşmaktan öte menzili –uzun süre- olmayan bir aşkı tasarlayın.
Sonra zarif, saklı bir merakla bakın oradan geçenlerin yüzlerine...
Gözlerini kaçırmayanlarda bir hikaye imkanı, bir düş yakalayacaksınız.
Bu şehrin hayal edilmiş ama yazıl(a)mamış hikayelerinin arasına katılacak düşünüzle, daha katlanılabilir hale gelecektir buraları. Çünkü Ankara’da aşk, saklananı sever; budur şehri kuşatan çekingenliğin tüm şifresi. “O park neresi”, derseniz... Cinnah Caddesi’nde eski Hürriyet Gazetesi’nin bulunduğu binanın karşısına geçip, arka sokaktan Karum’a doğru giderseniz, o küçücük parkın içinden yürümek zorunda kalacaksınız zaten... İlbank bloklarının karşısına düşen parkta bir tabela göreceksiniz: Gül Bahçesi...
İşte Özakman’ın romanındaki, Semahat Bolevin’in anılarındaki ‘Gül Bahçesi’, o küçücük parktır.
Gül Bahçesi, okurumuz Fatma Bade Önen’in de anılarında soluklandığı yerdir: