Paylaş
Şimdi hazirana çektim ayarı...
Her yıl mevsim normalleri, o normallerin ortalamaları sürekli değişiyor ya... Hepsinin köküne kibrit suyu.
Arabaya biniyorum, ön konsoldaki dijital derece 32 gösteriyor sıcaklığı. Yanından geçtiğim yola dikilmiş dijital tabelada ise -yok mu arttıran- sıcaklık 40. Aradaki farka bakıp, “Acaba tabela tanrıya mı daha yakın benden, güneşe mi” diye soruyorum. Yanıtı da terletiyor.
O sırada radyodan o mahut meteorolojik uyarı geliyor:
“Yarın Ankara 36 derece olacak...”
Sunucu kışın her ayazda ve yazın her sıcakta “kullanışlı” o şablon metni ekliyor:
“Yaşlılar, kalp ve tansiyon hastaları ve dahi hamileler mecbur olmadıkça sokağa çıkmasın...”
* * *
Hani, saydığı grubun sadece iki baharda (ilk ve son) sokağa çıkmasını kabulleneceğim neredeyse de... O ekip zaten hiç sokağa adımını atmamalı.
Ankara’nın hiç bitmeyen kazıları, kazılıp kapatıldıktan sonra Mars yüzeyinden beter çukur-mukur, engebeli yol halleri, yüksek kaldırımları, iki karış eniyle yok kaldırımları, asansörü çalışmayan, merdiveni yürümeyen üst geçitleri vb.. malum.
“Vb”ni de uzun uzun anlattırmayın bana, bir gün en sakin zamanında Cinnah Caddesi’nden karşıdan karşıya geçmeye çalışın, geçebilirseniz anlayacaksınız beni. Geçemezseniz de ben anlayacağım, niye geçemediğinizi. (Müessesemiz ve bu köşe, geçiş sırasında canınızdan, elinizdeki poşetteki, çantadaki kıymetli eşyalardan sorumlu değildir)
* * *
Sıcakta soğukta, yağmurda buzda, ASKİ, Başkent Elektrik, doğalgaz kazılarında, metro inşaatında, bitmek bilmez kaldırım tadilatlarında velhasıl bu şehrin normal hallerinde, sokağa çıkması anormal görülen hamilelere benim diyecek bir şeyim yok.
Ama herhangi bir tartışma rahme düşmeden sözünü esirgemeyen etkili/yetkililerin var:
“Oturun evde çocuk yapın; üç de yetmez beş tane...”
Eh, herşey herşeye gebeyse bu aralar, bu gündem de mevsim normallerine uygun.
* * *
Neyse dijital derecelere, meteoroloji bültenlerine göre 30 ile 40 derece arasında seyreden sıcaklıkta, ben de kendi termostatıma göre 50 derece terliyorum, muhtemelen.
Terlerken, en cehennem yerlere mahsus bültenleri getiriyorum aklıma, yüreğime su serpmek için:
“Şanlıurfa gölgede 45, İzmir 42 derece...”
Belki ondan sıcak yerlerde insanlar her seçimde önündekinin gölgelerini takip ediyor, diyorum içimden... Su serpilmiyor içime.
Ön camdan arabanın siperliğini aşan güneş, gölgemi arka koltuğa oturtuyor.
Ve gölgem, terlemediği için tuzu kuru derviş gibi arka koltuktan söyleniyor bana:
“Bok var, ömür boyu yaşadığın, yıllardır yazdığın, bir dönem sevdalandığın bu şehirde...”
(Yazım basılmadan o kaka kelimeyi “.ok” şeklinde düzelteceğime söz veriyorum, ama hava sıcak, çok sıcak...)
BAZI okurlarımız, “Ankara’nın tarihini yazıyorsunuz da, köşe yazılarınız tarih oldu. Yazılarınıza devam etmeyecek misiniz” sorusunu yöneltiyorlar. Birlikte yazdığımız “Ankara”nın Sözlü Tarihi” dizimiz nedeniyle biraz ara verdiğim yazılarıma, ufak ufak başlıyorum yeniden. Tarihimiz ise daha uzun süre koca koca devam edecek.
Paylaş