Paylaş
Bir dönem güllerle, sarmaşıklarla örülü kuytularının oluşturduğu localarıyla, sadece gençlerin değil “gizli randevuların” da yeri olmuştur.
Turgut Özakman’ın Romantika’sında anlatılan, hocayla öğrencisi arasındaki ‘yasak ve sır aşk’ın kahramanları da, o parkta, lüküstürümlerin, sarmaşıkların sığınağında gözlerden saklanmışlardı. Oturun banka, ve o parkta yaşanan, elele tutuşmaktan öte menzili –uzun süre- olmayan bir aşkı tasarlayın.
Sonra zarif, saklı bir merakla bakın oradan geçenlerin yüzlerine...
Gözlerini kaçırmayanlarda bir hikaye imkanı, bir düş yakalayacaksınız.
Bu şehrin hayal edilmiş ama yazıl(a)mamış hikayelerinin arasına katılacak düşünüzle, daha katlanılabilir hale gelecektir buraları. Çünkü Ankara’da aşk, saklananı sever; budur şehri kuşatan çekingenliğin tüm şifresi. “O park neresi”, derseniz... Cinnah Caddesi’nde eski Hürriyet Gazetesi’nin bulunduğu binanın karşısına geçip, arka sokaktan Karum’a doğru giderseniz, o küçücük parkın içinden yürümek zorunda kalacaksınız zaten... İlbank bloklarının karşısına düşen parkta bir tabela göreceksiniz: Gül Bahçesi...
İşte Özakman’ın romanındaki, Semahat Bolevin’in anılarındaki ‘Gül Bahçesi’, o küçücük parktır.
Gül Bahçesi, okurumuz Fatma Bade Önen’in de anılarında soluklandığı yerdir:
“Çalkantılı, 80’li yıllar üniversite yıllarım... Ülkenin durumu karışık... Çevreki güzellikleri yaşamaya veya fark etmeye imkan tanımayacak ölçüde karışık... Ama yine de Kavaklıdere’de Gül Bahçesi var... Şimdilerde ‘’kabak’’ gibi ortada kaldıysa da, o zamanlar daha intim bir yer.. Gidiyoruz arkadaşlarla oraya... Botanik’e, Çankaya Parkı’na da gidiyoruz.”
Cadde olunca ismi değişen sokaklar
TUNALI Hilmi Caddesi’nin önceki adı Özdemir Caddesi’ydi. Arjantin Caddesi’nin önceki adı Bölük Sokak, Tahran Caddesi’nin adı ise Banker Sokak’tı.
Filistin Caddesi Hemşehri Sokak, Kenedy Caddesi ise Boylu Sokak‘tı. Bugün Karum‘un olduğu yerde Kavaklıdere Şarap Fabrikası vardı. Bugün Çağdaş Sanatlar Merkezinin olduğu yerde de su deposu vardı.
O park da Hayri Çeçen’in eseri
Gül Bahçesi’ni bu kente kimin kazandırdığını merak ediyorsanız, onun yanıtı da hazır.
Ankara’ya sayısız park ve çocuk parkı kazandıran bu isim, Profesör Dr. Haluk Çeçen’in sevgili babası Hayri Çeçen...
Ankara Belediyesi Bahçeler Müdürlüğü’nde geçirdiği 14 yılda, Atatürk Bulvarı’nın ağaçlandırılmasından Kuğulu Park’ın tasarlanmasına, Çankaya Köşkü’nün çevesindeki parklardan, eski Bahçelievler İlkokulu’nun yanındaki büyük çocuk bahçesine kadar bir çok yerde onun imzası var.
Bir başkaydı gerçekten Kavaklıdere’nin, Gaziosmanpaşa’nın, Çankaya’nın parkları...
Öncel İpekçi de o parkları dizelerinde yaşatır:
“Ah Kuğulu, ne büyüklük taslardım parkında
Su bilirdim seni, akıp giden Zamanmışsın...”
Mado’nun şimdiki yerinde dere vardı
Semahat Bolevin o yılları şöyle anlatıyor: “Ulus ve Ankara sineması vardı, Kızılay’da. Özen Pastanesi’ne gitmek için de Kızılay’a giderdik.
Muhafız Alayı’na kadar her yer bomboştu. Gül Bahçesi’ne giderdik... Kireç ocaklarının yakınındaki bağa pikniğe giderdik.
Komşuluk ilişkilerimiz çok sıcak ve yakındı... Sabahleyin Çağlayan fasulyesini alır gelir bizim kapının önünde oturur, kahve içerdik hoş vakitler geçirirdik. Şimdi öyle komşular yok hiçbirini bulamıyorum.
Sonradan herkes evlerini verdi kat karşılığı... Ben de karşıki apartmana geçtim, burası yapıldı bunları kiraya verdik. Şimdiki Mado Pastanesi’nden aşağı doğru akan dere vardı.”
KAVAKLIDERE’nin ilk yolu İnönü’den
Bugün Tunalı’nın 60 yıl önceki halini, orada ilk yapılan ve bir semti ortaya çıkartan 3 katlı 26 evi, Sarı Bakkal’ı, Kavaklıdere İlkokulu’nun temeline ne atıldığını, Semahat Bolevin’den dinleyeceğiz.
BİRLİKTE sokak sokak Ankara’nın yakın tarihini yazalım” çağrımıza destek verenler arasında Kavaklıderem (Kavaklıdere Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği) de var.
Kavaklıdere’ye gönül veren Hale Bandik ve İsa Çapanoğlu derneğin arşivindeki kıymetli söyleşileri, fotoğrafları bizimle paylaştı.
Kavaklıderem’in sürdürdüğü kitap çalışması bağlamında yapılan söyleşilerden birisi de Semahat Bolevin ile...
Semahat Hanım İstanbul doğumlu ama 1950’li yıllardan beri Kavaklıdere’li...
Resim, fotoğraf ve el boyaması eserleriyle dolu güzel evinde yapılan söyleşi, Bolevin’in gözlerindeki genç kız pırıltısının sırrını da açığa çıkarıyor. Resim yapıyor, kumaş ve seramik boyuyor, kitap okuyor, örgü örüyor. Ve şöyle diyor:
“Hiç şikayetim yok. Hayatımdan da, kocamdan da, çocuklarımdan da olmadı. Benim arkadaşlarım da hepsi memnundu hayatından, eşlerinden. Şimdi ayrılıyor herkes, sevgi yok...”
Ve 60yıl öncesinden anlatıyor, İstanbul’dan başlayıp Kavaklıdere’de noktalanan Ankara günlerini:
“Ben Atatürk devrini yaşadım. Tam ilk mektepteydim, birinci sınıfta mektebin önüne dizdiler, elimize bayrak verdiler, Rafetler, Fevzi, Kazım, Rafetler filan diye önümüzden askerler, atlılar geçti. 12 yaşında annem öldü. Ablamla ikimiz kaldık.
Esir düşen eş ile evlenince Ankara
17 yaşında evlendim. Kocam esir kalmış iki sene İngilizler’e, ama o kadar güzel baktılar ki diyor, spor yapıyoruz diyor kaç sene iki sene anneleri her gün bakıyorlarmış esirler geliyor gelmiyor iki sene sonra geliyor.
Sporcuydu, haftada iki gün Kızılay’da Afgan Sefareti’nin bahçesinde (Karamürsel’in karşısında) tenis oynardı.
Benden 22 yaş büyüktü ama çok iyi bir insandı. Şimdi ben etrafıma bakıyorum öyle birisi yok. Merkez Bankasında levazım müdürüydü. Evlendik, Ankara’ya geldik.
Evlendiğimde ilk kez, Orduevi’nde Yılbaşı balosuna gideceğim... Saat 11’de “Atatürk geliyor” dediler. Orduevi o zaman bulvarın üstündeydi... Geldi herkes sevinç içindeydi, yanında tayyareci kızı (Sabiha Gökçen) vardı. Bir saat kadar oturdu...
40 liraya bir ev tutmuştu eşim, maaşımız ya 160 ya 200 liraydı. 5 lira temizlikçi parası veriyorduk. Orada 13 sene oturdum. Işıklar Caddesi, Necatibey Okulu’nun karşısındaki apartman 13 sene oturmuşum. İki odamız vardı, soba yakıyorduk orada benim 4 çocuğum oldu. Bir kız, 3 oğlan. Bir tanesi rahmetli oldu, ondan sonra ikisi İsveç’e gittiler, onlar 45 senedir orada. Ben de gidip geliyorum. İyi güzel hayatımız.
Üç katlı 26 evle başlayan semt
Dördüncü çocuğum doğduğu zaman 6 aylıktı, kucağımda o evden çıktık . Serpil (en büyük çocuğu) de 13 yaşındaydı küçük çocuğum 6 aylıkken buraya geldik. 3 katlı evler vardı. 26 ev yapıldı, üçer katlı. (Merkez Bankası Evleri) Taksitle İşbankası’na ödenirdi evlerin parası... Birinci katlarını yaptırmadan bize verdiler, sonra biz yaptırdık. O zaman (1948’lerde) Amerikalılar gelmişti buraya, herkes evleri onlara eşyalı kiraya vermeye başladı. Evlerin birinci katına girdik, onlara yukarı katları verdik. Eşyalı verdiğimiz için Amerikalılardan aldığımız kirayla evimizi ödedik. Amerikalı, Fransız kiracılarımız vardı. Çocuklarım onlardan İngilizce öğrenmeye başladılar, ben biraz mektepte Fransızca okudum. Madam gelirdi onunla Fransızca konuşurduk. Güzel bir ahbaplık yaptık.
Tunalı’daki Sarı Bakkal
Tel dolabımız vardı, buzdolabı yoktu. Kocam, Ulus’ta Hal’den yapardı alışverişi bankadan çıkınca... Alışveriş yapacağımız yerler, hiç dükkan filan da yoktu Tunalı’da... Sadece Sarı Bakkal diye bir bakkal vardı. O da Esat’ta şimdi. Büyükelçi’den sola dönünce oradaydı. Oğlu da ekmek, süt getirirdi evlere. Ayrıca Esat’tan sebze, kavun, karpuz gelirdi. İçeri atarlardı, “Kaç tane alırsan al” diye. Ankara armudu getirirlerdi sepetle...
O yıllarda Amerikan eşyası, ruj, hırkalar getirirlerdi evlere, çantayla...
Tunalı Hilmi’nin adı Özdemir Caddesi’ydi... Orada bir de tamirci vardı. Her şeyimiz Ulus’tan gelirdi. Yol da, su da, gaz da yoktu.
Önümüzde apartmanlar filan olmadığı için Esat otobüsü geçerken görürdük.
Bir ahbabım vardı, buradan tanıdığım dostumuz İrfan Bey’ler... Bir gün İsmet İnönü geçiyormuş atla... İrfan Bey’in eşi Şaziye Hanım çıkmış önüne, durdurmuş, “Yolumuz yok” demiş. İnönü elini kaldırmış, “Tamam” yanıtını vermiş, ertesi gün yollarımız yapılmaya başladı. Kavaklıdere İlkokulu’nu biz yaptırdık burada, Dibine paralar attık... Bütün mahalle kazma-kürek çalıştı. Baş öğretmenimiz Işık Hanım’ın çok emeği vardır, okulda.
Paylaş