Yaşar Sökmensüer

Bir kitaba başlar gibi...

18 Eylül 2012
Aktüel’de Kurthan Hoca ile birlikte (ve onun sayesinde) başladım gazeteciliğe...

AKTÜEL’de Kurthan Hoca ile birlikte (ve onun sayesinde) başladım, "sonradan görme" gazeteciliğime...
Üniversitede asistanlıktan yökzede ayrıldıktan sonra iniş-çıkışlarda, Aktüel’in İstanbul kadrosundaki kadim arkadaşım Reha Mağden’in gazıyla tanışmıştım Hoca’yla. "Sever seni" demişti, her meşrepten insanı sevebilen Reha.
Editörlük kadrosu için aradım, randevu istedim. (O zamanlar google yoktu, editörlük nemenem iştir bakamamıştım)
“Yarın 7’de gel” dedi.
Akşam 19.00 sandım, sabah 07.00’yi kast ediyormuş meğer.
Her zaman çok erkendi mesaisi zaten... Çoğu kez evden 6’da çıkar, Renault 12 makam arabasının teybinden hiç çıkmayan yakın arkadaşı Rahmi Saltuk’un kasedini dinleyerek, “Cenderme” türküsü, “Venseremos” marşı eşliğinde Gölbaşı’na giderdi önce. Ardından (bu)güne tazelenmiş olarak, büroya...
Başta Recep, Kurthan Hoca'ya sürücülük edenler hastalanırdı sık sık.

Yazının Devamını Oku

Ördek yavrusu ve insan sıcaklığı

17 Eylül 2012

BİZİM kuşağın çocukluğu, köpekler, kedilerle geçmiştir.
Sokağımız bir yana, evimizde de hep köpeğimiz oldu; Tombik, aynı anda Bobi ve Cork, karaciğer kanserinden 9 yaşında ani vedasıyla Ugly...
On beş yıla anca ulaşan kısa ömürleri dolup yaşama usulca veda ettiklerinde, çocukluğuma, gençliğime ve yetişkinliğime denk gelen acılarını ayrı ayrı yaşadım.
Geride bıraktıkları tarifsiz hüznü, evin (hayatımızın) her kuytusuna sinen varlıklarını, yokluklarının başka bir şeyle ikame edilemeyen ve bir türlü “anı” olamayan, sürekli kendini hatırlatan/yaşatan boşluğunu yaşadık, hep birlikte...
Evin sıradan sokak kapısı, bizi her gün evden uğurlayışlarındaki burukluk, heyecanla bekleyişleri ve iki dakika bakkala gitttiğimizde bile dönüşte emsalsiz bir sevinçle “zıp zıp” karşılayışlarıyla, gözlerimizle hep onları aradığımız bir aynaydı artık.
Her vedalarında, “Artık eve, ömürleri dolduğunda böyle bir acıyı yaşatacak hiç bir canlıyı almayalım” kararına varırdık.
Ama ya Ugly gibi “tanrı misafiri” olarak gelir yerleşirlerdi eve, ya da barınağa yollanacak bir başka yavrunun boynu bükük bakışıyla...

* * *

Yazının Devamını Oku

Bu dizide kişi ve olaylar GERÇEK

14 Eylül 2012

ANKARA’nın sokak sokak, mahalle mahalle sözlü tarihi” dizimizde, birlikte yazdığımız “hatırat”ımızda bildik dizilerin başındaki o mahut cümlenin, yani “Bu dizideki kişi ve olayların, gerçek kişi ve olaylarla ilgisi yoktur”un aksine her şey bizzat yaşanmıştır.
Ve gerçektir; çünkü biz “hep birlikte” öyle hatırlıyoruz. Yıllardır kendi masallarını anlatan “resmi tarih”e, dut yemek düşer bu meselede...
Bu tarihin “mutfak”ı bizzat birlikte “ev yemekleri”. “Resmi”si kendi pişirsin, kendi yesin artık...
Bu nedenle, bu yazı dizisinde anlatılanların, gerçek kişilerle ve gerçek olaylarla bal gibi, doğrudan ilgisi vardır. Çünkü el ele, hep birlikte biz yaşadık, biz yazdık.
Hepsi yaşayan ya da aramızdan ayrılsa da soyağacımızda, hafızamızda yaşayan gerçek kişilerdir.
Ancak bu anı/anlatımızda,sözlü sokak tarihçiliğimizde adı geçenlere “o tarih”te, yani “çocukluk”ta duyulan antipati/sempatinin, husumetin/hüsnüniyetin, öfkenin/övgünün, bugün bir “yetişkin” olarak yaşayan o kişilerle hiçbir şekilde alakası yoktur.

Yazının Devamını Oku

Altıok Parkı’na can verirken...

11 Eylül 2012
GEÇEN hafta Çankaya Belediyesi’nin Dikmen’deki Metin Altıok Parkı’na değindiğim yazımda Altıok’un “Kavaklar” şiirinin çağrıştırdığı duygularda gezinmiştim.

Ve o dizelerdeki gibi “Ah” diyerek devam etmiştim:
“Keşke o güzelim parkın kuytu bir yerinde bir de kavak olsa...”

* * *

Yazımın mürekkebi kurumadan Başkan Bülent Tanık aradı.
Zarif paylaşımını dün Dikmen’de Metin Altıok Parkı’na “Kavaklar”ın akrabası iki “akçaağaç” dikerek gösterdi.
Parkın açılışına ben de katıldım, Tanık’ın içten paylaşımıyla o ağaçlara birer kürek toprak da ben attım.
Küreği elime aldığımda, içerlerimden, belki alışkanlıkların sindiği kuytularımdan gelen duygular sardı bir an beni.

Yazının Devamını Oku

Mizahın izahı ders olmalı

10 Eylül 2012
DÜN mizahtan alay etmeyi, hatta “ötekileştirme”yi anlayan bir geleneğimiz olduğundan söz etmiştim.

Gözlük takana, anında “dörtgöz” etiketini yapıştırmak gibi...
Hani belki çocuklukta olur da böyle şeyler, koca koca adamların/yazarların birbirine liboş filan adını takıp, satırarasından kahkaha yuvarlaması hala kara mizahıdır bu ülkenin.

* * *

“Taklit” de çoğu kez mizahımızın en kestirme alay pandomimidir, her devirde. Gücünü de etnisiteye dayalı, gerektiğinde küçültücü “şive taklidi” ile pekiştirir.
Ve atılan kahkahalar, “grup dili” olur, aynı cümleyi kurar:
“Sen bizden değilsin...”
 “Taklitlerinden sakınınız” sloganını, “Alaycı taklitten sakınınız”a dönüştürmenin zamanı gelmiş de, geçmektedir.

Yazının Devamını Oku

Dörtgözle ötekileştirme

9 Eylül 2012
MİZAH güzeldir de... Mizahı ironiden, ironiyi alay etmekten ayırmak müşküldür bu memlekette.

Bırakın ironiyi, alayı... “El şakası” gibi öyle ya da böyle bir fiziksel müdahaleyi “şaka” belleyen, bir gelenekten, soydanız biz.
Muhteşem Yüzyıl sayesinde öğrendik; koca koca adamların, padişahın-sadrazamın ucu boks eldiveni benzeri minderlenmiş sopalarla birbirinin kafasına-gözüne girişmesinin adı “matrak”mış.
Ne matrak değil mi?

* * *

Hacivat’ın Karagöz’ün, Pişekar’ın Kavuklu’nun kafasına kafasına indirmesi de, (ulu)orta oyunlarımızın bugüne de miras kalan kahkaha makinesidir.

Yazının Devamını Oku

Ah kavaklar ah kavaklar

8 Eylül 2012

ESKİDEN hemen her su kıyısında, yol boylarında omuz omuza, yemyeşil uzayıp giden kavak ağaçları olurdu.
Şehirdeki kavak ağaçları da köyü, kırı getirirdi bana...
Yaprakları rüzgarda titrediği için bazı türlerine “titrek kavak” denildiğini öğrenmiştik mahallemizin Haymanalı manavından...
Baharda, güzde esince rüzgarlar, duyardık “titrek kavak”ın sesini.
Severdik kavakları, zaten hep severdik de...
Ne zaman ki o şiiri, “Bedenim üşür, yüreğim sızlar /Ah kavaklar, kavaklar /Beni hoyrat bir makasla /Eski bir fotoğraftan oydular /Ah kavaklar, kavaklar /Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar” dizelerini okudum.
Sonra, bu dizelerin şairinin, ilk eşi Füsun Akatlı ile Kavaklıdere’de küçücük bir evde oturduğunu öğrendim.

Yazının Devamını Oku

Başbakan ve kamyon yazısı

7 Eylül 2012
İKİ gündür yazdığım “kamyon yazılarının yasaklanması” meselesini, dört yıl önce yayınlanan bir yazımın bir bölümünü hatırlatarak noktalamak istiyorum.

Kamyon yazılarının kültürel bir renk, bir tür aforizma, uzun yol folklorü, kamyon grafittisi olduğunu düşünüyorum.
Bir kendini ifade etme, anlatma tarzı olduğuna...
Bakıyorum çevreme.
“Bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim” yazıyor bir yerde.
“O’nu göreyim diye kıblegâhım da yandı” cümlesi diğerinde...
Durun, sanmayın ki bunlar kamyon arkası yazısı.
Bu satırlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi sesiyle okuduğu “Bu Şarkı Burada Bitmez” albümündeki şiirlerden...

* * *

Yazının Devamını Oku