Yaşar Sökmensüer

Kurbana da mozaik gerek

26 Ekim 2012

YOK... Bence bu artık gizli faça modası...

Gazetelerin başlıklarına bakıyorum:

“Bayramda 2 bin 853 kasap hastanelik...”

Bu traji-komik hal artık o denli yerleşmiş, periyodikleşmiş ki, resmen istatikleşmiş.

Kurban yerine kendini kesen “kasap”ların dökümünü, resmi rakamlara göre il il sıralamışlar.

Ankara ise 502 “kesi vakası” ile başkentliğine halel getirmemiş, şükür.

Bu resmi rakama elini-kolunu kesip de çaputla sararak “işine” devam edebilenler dahil değil elbet.

Onları da saysan, kurbana girip de -iyi kötü- façasız kalabilen bir Allahın kulunu bulamayacağız belki.

Yazının Devamını Oku

Ekmeğe de özgürlük

14 Ekim 2012
Geçenlerde Ankara Büyükşehir Halk Ekmek Fabrikası Genel Müdürü Ali İlkbahar’dan “Esmer ekmek uyarısı” geldi.

Bazı firmalar kakaoyu yakıp sulandırarak unun içine katmaya, sonra da o eski reklamdaki gibi el değmeden jelatine sarmaya filan başlamış.
Yani “tam buğday unu süsü verilmiş” ekmekler sarıyormuş ortalığı...
İlkbahar açıklamasında, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın tam buğday ekmeğini yaygınlaştırma çalışmalarına da dikkat çekerken, “Bakanlık, simsiyah bir ekmek demiyor. Bu ekmeğin adı da yok, kimisi tam buğday, kimisi esmer ekmek, kimisi light diye satıyor” diyor.
Yani 1 Temmuz’da yürürlüğe giren “tek tip ekmek” yönetmeliğine rağmen, ekmeğin adında bile bir karmaşa var.
Ve ekliyor:
“İnsanlar arasında esmer ekmek modası var...”

* * *

Doğrudur. İnsan modaya uyan tek hayvandır.

Yazının Devamını Oku

İş, ekmek, özgürlük ve francala

12 Ekim 2012

Manşetimize bakıyorum, bakıp da ekmeğimi tuza banıp yer gibi oluyorum:

Büyükşehir Halk Ekmek Fabrikası Genel Müdürü Ali İlkbahar'dan "Esmer ekmek uyarısı".

Bazı firmalar kakaoyu yakıp sulandırarak unun içine katmaya, sonra da o eski reklamdaki gibi el değmeden jelatine sarmaya filan başlamış.

Yani "tam buğday unu süsü verilmiş" ekmekler sarıyormuş ortalığı...

İlkbahar, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın tam buğday ekmeğini yaygınlaştırma çalışmalarına da dikkat çekerken, “Bakanlık, simsiyah bir ekmek demiyor. Bu ekmeğin adı da yok, kimisi tam buğday, kimisi esmer ekmek, kimisi light diye satıyor” diyıor.

Hani adını koysak, çözülecek sorun gibilerinden… Ama adcılık, nominalizm tehlikeli bir şeydir abiler.

Ve ekliyor:

"İnsanlar arasında esmer ekmek modası var..."

Yazının Devamını Oku

İnciden bir kız gibi

4 Ekim 2012
Janis Joplin 42 yıl önce 4 Ekim 1970’de ayrıldı hayattan.

Hollywood’da Landmark Hotel’de aşırı doz eroinle intihar sınırında sayılabilecek bir ölümle “ayrıldı”...
Aynı yıl 18 Eylül’de, kendi ölümünden 15 gün önce “Kim önce ölecek” diye iddiaya girdikleri Jimi Hendrix de Londra’daki bir otelde ayrılmıştı hayattan.
Joplin, Hendrix, Jim Morrison, Brian Jones ve tüfekle kendini vurarak intihar eden Kurt Cobain aynı yaşı, aynı kaderi, içki-uyuşturucuyla benzer ölümleri paylaşarak müzik dünyasının “27’ler Kulübü”nü oluşturdular.
Geçen yıl Amy Winehouse da katıldı kulübe.

* * *

Caz ve rockla harmanlanan bluesun beyaz kraliçesi Joplin’in küllerini, kendi isteği üzerine Pasifik Okyanusu’na savurdular.
Belki “yalnızlığı” yaşamının merkezine oturtan Joplin bedeninin-küllerinin de uçsuz bucaksız bir su dünyasında yalnız olmasını istemişti.

Yazının Devamını Oku

Bir “hikaye” olarak rüya

2 Ekim 2012
Dünden devamla, rüyaları dinler, anlatırdık. Rüya önemliydi çünkü...

Sadece gerçeklerin farklılaşmış/farklılaştırılmış hali olduğu için değil.
“Tabir”inden medet ummak, hiç değil.
Belki bazen yaşananlar hikaye kurmaya yetmediği için rüyaları dinler, rüyaları anlatırdık.

* * *

Hayra yoran da olurdu, olmayan da...
Ama bazen sabahına hatırlanmasa da, tükenmezdi rüyalar. Hatırlanmazdı ama bir rüyanın görüldüğü, rüyanın var olduğu bilinirdi.
Anlatanın biraz mahremiydi de rüyalar.

Yazının Devamını Oku

Herkesin rüyası kendine benzer

1 Ekim 2012
“RÜYALAR daima görenler için ilginçtir...”

Joel-Ethan Coen’in yönettiği “İhtiyarlara Yer Yok (No Country for Old Men)” filmindeki ihtiyarın, Tommy Lee Jones’un dudaklarından dökülür bu cümle...
Belki hikaye-rüya anlatıcılarına dair anılarım henüz ihtiyarlamadığı için, bu esaslı cümleye pek katılmıyorum.
* * *
Eskiden rüyalar sadece görenler değil, rüya anlatıcılarını dinleyenler için de ilginçti.
Yaşantıları(nı) öyküye dönüştürenler, gördüklerinden/duyduklarından hikayeler kuranlar anlatırlardı, uzun uzun.
Bazen rüyalarını da, bir hikaye, bir masal imkanı olarak paylaşırlardı meclislerinde...
Dinlerdik keyifle.

Yazının Devamını Oku

Köpeği insanın itiyle algılamak

27 Eylül 2012

HAYVANLARI  “korumak” için kanun yapmakla, hayvanların da insanlar gibi hakları olduğu önkabulüne dayalı bir yasa hazırlamak iki farklı olay.

Öncelikle, ikisi arasında “yola çıkış güdüsü” farklı. Ki, bu da ülkemizde hayvanlara bakış açısını neredeyse doğuştan sınırlayan, gelenek-göreneklerle yakından ilgili.

Köpeği “it” kılan ve onu bir güzel atasözlerine, argoya yerleştiren, emsalini de topluma sokakta gezen “it insanlar”la gösteren bir zihniyet bu...

Öyle ki, TDK Sözlüğü’ne “it” yazın, karşınıza “Köpek, değersiz, terbiyesiz kimse” tanımlaması çıkacaktır.

Çünkü köpeğe “it” demenin dayanağını, sevgisi en sadık dost diye de tanımlanan köpekte değil, insanın itinde bulabiliyoruz ancak.

* * *

Öyle görüyoruz, onları.

Çünkü hayvanlar, hayatımıza sadece

Yazının Devamını Oku

Tür ayrımcılığı da suçtur unutmayın

25 Eylül 2012
Hayvan haklarıyla ilgili ne zaman bir mevzuat gündeme gelse, önce konuya bir tek cümlenin turnusolunda bakarım.

“Nasıl ırka, renge göre davranmak bir ırkçılık suçu ya da cinsiyete göre davranmak cins ayrımcılığı suçuysa, bir canlıya yalnızca söz gelimi onun bir köpek olduğu gerçeğiyle kötü (adaletsiz Y.S.) davranmak da bir tür ayrımcılığı suçudur.”
Etik felsefesi profesörü Raimond Gaita’nın bu cümlesi, benim için Hayvanları Koruma “Anayasası”nın ilk maddelerindendir.
Çünkü on binlerce yıllık imparatorluğunda “türler hiyerarşisi”nin en tepesine tahtını kuran insan, “kendisinden farklı” canlıları önce ayırmaya, sonra ötelemeye ve giderek onların da hakları olabileceği düşüncesini rahatça reddetmeye -her daim- hazırdır.

* * *

“Otorite”sini o yönde (de) kullanmaya uygundur zaten.
Çünkü tarihi boyunca sadece kendisinden farklı canlıları değil, farklı cinsiyetleri, kendisinden farklı hayatları, hayat tarzlarını da iktidarının meşrebine göre ayırır.
“Cinsiyetler hiyerarşisi”nin tahtına oturan “erkek”, kadını ayırır; ve cinsiyet ayrımını elbette kadının aleyhine kurar.

Yazının Devamını Oku