Paylaş
BİZİM kuşağın çocukluğu, köpekler, kedilerle geçmiştir.
Sokağımız bir yana, evimizde de hep köpeğimiz oldu; Tombik, aynı anda Bobi ve Cork, karaciğer kanserinden 9 yaşında ani vedasıyla Ugly...
On beş yıla anca ulaşan kısa ömürleri dolup yaşama usulca veda ettiklerinde, çocukluğuma, gençliğime ve yetişkinliğime denk gelen acılarını ayrı ayrı yaşadım.
Geride bıraktıkları tarifsiz hüznü, evin (hayatımızın) her kuytusuna sinen varlıklarını, yokluklarının başka bir şeyle ikame edilemeyen ve bir türlü “anı” olamayan, sürekli kendini hatırlatan/yaşatan boşluğunu yaşadık, hep birlikte...
Evin sıradan sokak kapısı, bizi her gün evden uğurlayışlarındaki burukluk, heyecanla bekleyişleri ve iki dakika bakkala gitttiğimizde bile dönüşte emsalsiz bir sevinçle “zıp zıp” karşılayışlarıyla, gözlerimizle hep onları aradığımız bir aynaydı artık.
Her vedalarında, “Artık eve, ömürleri dolduğunda böyle bir acıyı yaşatacak hiç bir canlıyı almayalım” kararına varırdık.
Ama ya Ugly gibi “tanrı misafiri” olarak gelir yerleşirlerdi eve, ya da barınağa yollanacak bir başka yavrunun boynu bükük bakışıyla...
* * *
Çocukken, hatta ilk gençliğimde sadece köpek ve kedinin insanlarla bize benzer bir iletişim kurduğunu sanırdım.
“Aklı”, algıyı sadece onlarda arardım.
Sonra bir muhabbet kuşumuz oldu; önce aile fertlerini ayırt ettiğini fark ettik.
Ardından da, biz öğrettikçe sözcük dağarcığının kolayca 50 kelimeyi aşmasına bizzat tanık olduk. Ve kelimeleri bizim söylediğimiz şekilde tonlamasına, bazen aynı bizim telaffuzumuzla uzatmasına...
Evde serbestçe uçtuğunda, parmağımıza konuşunu... Eğer konuşmaz susarsak, hafif hafif dudağımızı gagalamasını ve kendince “Konuşsana” deyişini yaşadık.
* * *
Ardından oğlum, bir gün bir ördek yavrusu getirdi eve. Arkadaşı iki gün evde olamayacağı için ona bırakmış.
Sapsarı tüyleri, turuncu gagası ve paletleriyle, canlı bir Walt Disney figürüydü.
Evi yadırgadı önce, o bebek haliyle... Yaz sıcağında, göğsüme, çıplak tenime yatırdığımda huzuru buldu, nefes sesini odaya bırakarak keyifle kestirmeye başladı.
O “sıcak an”dan, “insan sıcaklığı”ndan sonra da iki gün boyunca peşimi bırakmadı.
Yerimden kalkıp nereye gitsem, badi badi telaşıyla arkamdan geldi.
Aramızdaki mesafe açıldığında ve o paytak adımlarıyla bana yetişemeyeceğini anladığında da bastı çığlığı...
Mesafeyi hiç açmadık onunla.
İki gece boyunca nöbet tuttuk; çünkü sadece bize temas ettiğinde, en azından parmağımız onun tüylerinde olduğunda uyuyabildi...
Temas koptuğu anda, ağladı.
* * *
Geçenlerde Bursa’da damadının ördeklerine tecavüz ettiğini iddia ederek polise başvurdu birisi.
Tecavüze uğrayan ördek, Uludağ Üniversitesi Hayvan Hastanesi’ne götürüldü. Tedavi ve ameliyatın ardından sahibine teslim edildi.
Sahibi de hem onu, hem de diğer iki ördeği kesmiş.
Şikayetten de vazgeçip, temizlemiş meseleyi...
Bursa büromuzun başarılı, deneyimli habercisi Namık Göz, yazısında töre cinayetine benzetiyor bu durumu.
Zihniyet, refleks olarak, farklı mı?
Paylaş