Paylaş
AKTÜEL’de Kurthan Hoca ile birlikte (ve onun sayesinde) başladım, "sonradan görme" gazeteciliğime...
Üniversitede asistanlıktan yökzede ayrıldıktan sonra iniş-çıkışlarda, Aktüel’in İstanbul kadrosundaki kadim arkadaşım Reha Mağden’in gazıyla tanışmıştım Hoca’yla. "Sever seni" demişti, her meşrepten insanı sevebilen Reha.
Editörlük kadrosu için aradım, randevu istedim. (O zamanlar google yoktu, editörlük nemenem iştir bakamamıştım)
“Yarın 7’de gel” dedi.
Akşam 19.00 sandım, sabah 07.00’yi kast ediyormuş meğer.
Her zaman çok erkendi mesaisi zaten... Çoğu kez evden 6’da çıkar, Renault 12 makam arabasının teybinden hiç çıkmayan yakın arkadaşı Rahmi Saltuk’un kasedini dinleyerek, “Cenderme” türküsü, “Venseremos” marşı eşliğinde Gölbaşı’na giderdi önce. Ardından (bu)güne tazelenmiş olarak, büroya...
Başta Recep, Kurthan Hoca'ya sürücülük edenler hastalanırdı sık sık.
Sabahın ayazında bile açardı pencereleri; sevmezdi sıcağı... Tenine, damarına ateş değdiren herkes gibi.
İK açısından pek de emsali olmayan randevu saatinde gittim yanına. (Ki, İK henüz keşfedilmemişti)
Üç saate yakın oturduk, konuştuk... Saat 10.00’da eşimi “Girdim işe” nidasıyla aradığımda, Hoca’nın kahveme “damlattığı” viskilerden çakırkeyiftim biraz.
* * *
Gelen telefonları, çoğu kez “Buyrun, ben Kenan Evren” diye açardı. İnada bindirirsen, yoktu pervası.
Mesai dışında, Erhan Göksel, Mümtaz İdil, Cengiz Güleç ile uzun, keyifli briç saatleri yaşadık.
Polisiye roman keyfini paylaştık. Simenon’u bana o tanıştırdı.
Keskin zekası, inanılmaz sistemleriyle at yarışı oynardı. Ama o yıllarda, sadece kağıt üzerinde...Yatırmazdı kuponları:
“Bir ata para yatıracak kadar, eşek değilim...”
* * *
Sonrasında hiç ayrılmadık. Kurthan Hoca Hürriyet’e geçti, -onun tavsiyesiyle- ben de Hürriyet’e...
“Hayatımın hiç bir döneminde, sosyal demokrat sayılacak kadar sağda olmadım” derdi. Sonra, sevgili babası Nusret Fişek’in zoruyla girdiği ODTÜ Kimya Mühendisliği’nde sağın üç yıldızından ders aldığını öğrendim:
Süleyman Demirel-hidrolik, Turgut Özal-matematik, Necmettin Erbakan-mekanik, Erdal İnönü-fizik...
ODTÜ Kimya’dayken bir tek Özal’ın dersinden geçmiş, Sıfırcı Hoca ilk sıfırını da Erdal İnönü’den almıştı.
Atılmış, İdari Bilimler’e geçmiş. Oradan da Siyasal’a, asistanlığa...
Sonrasında, Mehmet Ağar, Mesut Yılmaz, Abdüllatif Şener de Hoca’nın öğrencisi oldu.
FKF ve TİP Bilim Kurulu üyeliğini hep soyağacının kıymetli bir parçası olarak taşıdı.
CHP’yi eleştiren yazılar yazdığında ağır tepkiler aldı.
Şöyle yanıt verdi, bir yazısında:
“Biz asker mapuslarında sürünürken, sen babanın gözünde ‘bir hain pırıltıdan ibarettin’...
Beni galiba en iyi Akit gazetesi anlıyor. ‘Takiyyesiz komünist’...”
Tüm yaşamı boyunca ve benim tüm yaşamım boyunca gördüğüm -fiiliyle, zihniyle, gönlüyle- en monogam insandı. Aşkına vefalı, en sadık...
Balerin Neyran Fişek’le birlikte olduğunda, tek akşamı aksatmadan Kuğu Gölü’nün iki sezon boyunca tüm temsillerini izlediğini anlatmıştı:
"Tek tek figürler bile, ezberimde..."
Kırk dört yıla ulaşan birlikteliklerinde, aşkından sonsuz bir sevgi üretti.
Öyle ki, Neyran Hanım'ın her dem zarif silüeti, bizi aşkın sonsuz bir imkan olabileceği ütopyalarına taşıdı.
* * *
Gazeteleri eline aldığında önce ölüm ilanlarına bakardı.
“Ölüm sırası, bakalım bugün nerelerde” der, mırıldanırdı hafif hüzünle:
“Çözülen bir yün yumağı /akıp giden günlerimiz...”
İstanbul’da veda etti hayata.
Oysa, “Ankara’nın en iyi tarafı, İstanbul’dan dönmesidir” derdi.. Hakikaten.
Ağzına çok yakışan, ironik küfürleri içerlerindeki yumuşacık şefkati, sıcak gülümsemesini hiç örtmedi.
Geride, bir akşamüstü dost meclisinde onunla paylaştığımız ve gözlerini hafifçe dolduran Edip Cansever’in dizeleri kaldı:
“Ne çıkarmış az içsem, bütün bütün bıraksam da içkiyi
İnanmazsın hiç mi hiç sevmiyorum zaten
Yazdan kalma bir bitkiyi çıkarıp
Doldurur gibi oyuğunu
Ya da bir hastayı düzeltircesine yatağında
yalnızca yerine koyuyorum onu
Belki özenle biraz, biraz da dikkatle belki
Kısaca söyleyeyim anlamak yordu beni....”
Paylaş