Bence öyleydi...
Öncelikle Ramazan sonrasında her bayrama, “Şeker mi?”, “Ramazan mı?” münazarasıyla giriyorduk.
Ama durup dururken başlamamıştı tartışma:
Başbakan Tayyip Erdoğan, üç-dört yıl önce Şanlıurfa’daki iftarda, “Bayramın adını da başka türlü değiştirmişler şimdi; Şeker Bayramı... Bu dört dörtlük bir Ramazan Bayramı, ne Şeker Bayramı?” demişti.
Münazaranın öbür kutbunda ise, “Şeker Bayramı’nız kutlu olsun” diye kartvizit bastıran siyasilerimiz de vardı, elbet.
* * *
ÇOK değil, 3-4 yıl önceydi anca...
Ramazan sonrasında her bayrama, "Şeker mi?", "Ramazan mı?" münazarasıyla giriyorduk.
Durup dururken başlamamıştı tartışma:
Başbakan Tayyip Erdoğan o dönemde Şanlıurfa’daki iftarda, "Bayramın adını da başka türlü değiştirmişler şimdi; Şeker Bayramı... Bu dört dörtlük bir Ramazan Bayramı, ne Şeker Bayramı?" demişti.
Münazaranın öbür kutbunda, "Şeker Bayramı'nız kutlu olsun" diye kartvizit bastıran siyasilerimiz de vardı, elbet.
* * *
Artık, böylesi "adçı (nominalist) tartışmalar, -tetiklenmedikçe- rafa kalktı sanki.
Kimi Ramazan Bayramı'nı idrak edip, mübarek eyliyor.
Yaşar SÖKMENSÜER
“SORDUM sarı çiğdeme \ sen nerede kışlarsın?”
Çiçeğini, sarısını gözeten, onun kış mevsimindeki ‘hal’ini merak eden, eski bir halk türküsünden bu dizeler.
Ankara’da bin 115 bin doğal bitki var.
Birisi de Ankara Çiğdemi.
Dünyada sadece Gölbaşı’nda açan Sevgi Çiçeği, halkın, çevreci örgütlerin sayesinde kıymeti anlaşılır, korunur oldu.
Ama yine sadece Türkiye’de yetişen o safran sarısı çiğdem, türkülerde kaldı sanki...
* * *
ULAŞTIRMA, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı “İstanbul trafiğine tek-çift plaka formülü” başlığıyla, Bakan Binali Yıldırım’a atfen basına yansıyan haberi yalanladı
Yalanladı da, bu kez aynı formülün metro inşaatlarında “yol bulamayan” Ankara için konuşulduğu fısıltıları yayıldı dün kulislere...
Vebali-günahı konuşanların, “öyle bi konuşulduysa” da bunu yayanların başına.
* * *
Ankara’da yaşı 40’a erenler bilir, bu formülü uygulamıştı büyüklerimiz.
Nasihatların, talimatların, yasakların dozajı, alanı, odağı okuluna, ailesine bağlı olarak değişebilir.
Büyürsünüz sonra... Büyürsünüz öyle...
* * *
Büyüyüp, koskoca bir halkın oy/vergi/karar filan veren kazık kadar bir ferdi olduğunuzda, nasıl yaşayacağınıza, nasıl eğleneceğinize dair talimatların dineceğini, en azından yaşam alanınızı kuşatıp daraltmayacağını sanırsınız.
Ama bir bakarsınız, nasihatlar-talimatlar neyi yazıp-çizeceğinize, kaç çocuk yapacağınıza, hatta hangi koşullarda ve nasıl kürtaj yaptıracağınıza kadar uzanmış.
Nazım Hikmet’in heykelinin yıkılması/yıkılmaması, şairinin isminin bir caddeye verilmesi/verilmemesi, metroda önceliğin her seçimde oraya/buraya verilmesi, demir kafesin, Akay Kavşağı’nın yapılıp/yapılmaması ötesi yıkılıp/yıkılmaması, hatta “göçük” meselesinin başkanın, bakanın, firmanın sorumluluğunda olup-olmaması...
Gökkuşağı, Gölbaşı Samanyolu Evleri, AOÇ’ye Başbakanlık binası...
Koca başkentin, tek bir meydanının kalmaması, Tandoğan Meydanı’ndan kentin tarihiyle yaşıt Su Perileri Heykeli’nin kaldırılıp yerine çaydanlık dikilmesi...
Daha sayarım/sayarız da, malumun ilamı için fazla söze gerek yok.
* * *
Bunların tümü, Ankara’da 18 yıldır süren bir “siper savaşı” gibi geliyor bana...
Siper savaşı, Birinci Dünya Savaşı’nın tarihe kanla yazdığı bir kavram. (Ki, Çanakkale Savaşı’ndan iyi biliriz)
Dört yıl öncesini geçenlerde hatırlattık, on gün öncesini de dört yıl öncesiyle birlikte yeniden hatırlayalım.
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu TBMM Başkanlığı’na verdiği yazılı soru önergesinde, net ve ayrıntılı sorular yöneltti.
“Kimya Mühendisleri Odası’nın Ankara içme suyu ile ilgili yaptığı tetkikler sonucunda yaklaşık bir aydır sudaki alüminyum sınır değerinin olması gerekenin çok üzerinde olduğu saptaması”nı hatırlattı.
Ki, KMO kirlilikle ilgili Sağlık Bakanlığı laboratuvarının raporunun arşivde olduğunu da vurguluyor.
* * *
KMO’nun, Tanrıkulu’nun soruları yanıt beklerken, İstanbul’da damacana sularıyla ilgili analize dayalı ciddi iddialar ortaya atıldı. Ve numune alınan suların çoğunun sağlıksız olduğu iddia edildi.
Sağlık Bakanlığı da “Halk Sağlığı Müdürlükleri’nin su dolum tesislerinden belli aralıklarla numuneler aldığını ve analiz yapıldığını” açıkladı. Ardından da “İddiayı ortaya atan TV programının yetkililerinden su numunelerinin hangi adreslerden alındığı bilgisini” istedi.
NE zaman modernleşme, AB, çeki-düzen filan gelse aklımıza, işe minibüslerden, dolmuşlardan, taksilerden başlarız.
Sürücüye takım elbise giydiririz, kravat taktırırız, hatta diksiyon kursuna yollarız.
Minibüslerinin, taksilerinin, kamyonlarının ardına yazdıkları “bir cümle”yi bile çok görürüz onlara... Yasaklarız.Oysa o yazılarda, “trafik kaosunda gece-gündüz minibüs, taksi şoförü olma hali”nin sırrı, hikayesi, hatta bir cümlede şiiri vardır.
Ve onların sessiz çığlığıdır, dışavuran o cümle.
Eğer bir minibüsün, kamyonun arkasında “Bir sana, bir de sabah uykusuna hasretim” yazıyorsa, bunu yasaklamak değil, başka bir hayata dair bu mütevazı aforizmayı, iç geçirmeyi anlamak gerekir.
* * *
Kravat taktırmak, yazıları yasaklamak yetmedi.