Paylaş
“Nasıl ırka, renge göre davranmak bir ırkçılık suçu ya da cinsiyete göre davranmak cins ayrımcılığı suçuysa, bir canlıya yalnızca söz gelimi onun bir köpek olduğu gerçeğiyle kötü (adaletsiz Y.S.) davranmak da bir tür ayrımcılığı suçudur.”
Etik felsefesi profesörü Raimond Gaita’nın bu cümlesi, benim için Hayvanları Koruma “Anayasası”nın ilk maddelerindendir.
Çünkü on binlerce yıllık imparatorluğunda “türler hiyerarşisi”nin en tepesine tahtını kuran insan, “kendisinden farklı” canlıları önce ayırmaya, sonra ötelemeye ve giderek onların da hakları olabileceği düşüncesini rahatça reddetmeye -her daim- hazırdır.
* * *
“Otorite”sini o yönde (de) kullanmaya uygundur zaten.
Çünkü tarihi boyunca sadece kendisinden farklı canlıları değil, farklı cinsiyetleri, kendisinden farklı hayatları, hayat tarzlarını da iktidarının meşrebine göre ayırır.
“Cinsiyetler hiyerarşisi”nin tahtına oturan “erkek”, kadını ayırır; ve cinsiyet ayrımını elbette kadının aleyhine kurar.
Farklı cinsel tercihleri de ötekileştirir, iktidarını “tanımladığı hayatlar” üzerinden, o sınırlarda oluşturmaya çalışır.
Bir çok örnekte ırk, din ayrımcılığı da, iktidarın “soyağacı”nın dallarına yerleşir, “karakteri”nin açık ya da örtülü bir parçası haline gelir.
* * *
Ayrımcılığın açık biçimlerini keskin, hatta zorbalıkla, kurumsal, yasal olarak hayata geçiren bir ülkenin, bir tarihin insanlarıyız.
On yılda bir her “darbe”de, ayrımcılığın kafalara vurula vurula yeniden üretildiği bir tarihin...
Ayrımcılık dokularımıza işlemiş, en azından üzerimize, dilimize sinmiştir çoğu örnekte.
Kadının sırtından sopayı eksik etmeyiz, çingeneye beylik vermeyiz, Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız...
* * *
Bu iki tarafı keskin ayrımcılığı, yavaş yavaş -en azından- bir “ayıp” olarak görmeye, belki de -en azından- açıkça dillendirmemeye başladık da...
Ayrımcılığın başka biçimlerini hala “makul”, meşru sayılan kılıflarla sürdürmeye devam ediyoruz.
En kolayı, fazla “ayıplanmayanı” da, başka canlılara yönelik tür ayrımcılığı...
Öyle ki, bunun da bir “ayrımcılık” olduğu fark edilmiyor bile çoğu kez.
Çünkü hayvanları, hayatımıza sadece tanımladığımız “işlevleri” ile katılan, alınıp-satılan olmadı atılan bir meta olarak görmeye meyilliyiz.
Yarın, Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı bağlamında devam edeceğim.
Paylaş