Yaşar Sökmensüer

Vadesiz facebook hesabım

16 Haziran 2016
İNSANLARIN severek, neşeyle yaptığı, bir heves paylaştığı şeyleri kıyasıya eleştirmek pek içimden gelmez.

Fikrimi sorarlarsa -parmağımı sallamadan- söylerim.

Sosyal medya meselesi de benim için böyle bir alan.

Lâkin bir hadde kadar...

* * *

Misal, şu “seri katille selfie çekme” meselesi...

Polisi, güvenlikçisi, görevlisi vesairesi, göbeğinden, ucundan, kıyısından seri selfie yarışına girmiş.

Herkesler de çok ama pek çok sinirlenmiş bu edepsizliğe... Döktürmüş, sosyal medyadan.

Sosyal medya böyle bir şey zaten. Gerçek hayatımıza nazaran katbekat tepki gösterdiğimiz, sinirimizi ummana fazlasıyla döktüğümüz, eleştirilerimizi anında dizginsiz bırakıp, mahmuzladığımız bir mecra.

Yazının Devamını Oku

Taç ve stil

13 Haziran 2016
BAZI insanlar yaptığı şeye imzasını “stil”iyle atar.

İster politikada olsun ister sporda, bazen stil herşeydir. Öyle gelir bana...

Çünkü stil insanı tek, biricik kılar.

Lâkin stil, tarz deyince, daha çok ünlülerin giyimleriyle, saçları, makyajı, hatta dövmeleriyle ekranlara yansıyan görüntüleri gelir akla.

Hani Hürrem tarzı abiyeler, Polat Alemdar tarzı takımlar, David Beckham tarzı yelekler...

Oysa bunlar “stil”i falan değil, olsa olsa bir trendi anlatır.

Nitekim, “moda geçer, stil kalır”. (¹)

* * *

Stil ise, bir insanın üstüne, hâline, tutumuna, davranışına, üslubuna, içine-dışına,

Yazının Devamını Oku

Medeniyet az bağırır

4 Haziran 2016
SON yazımda değindiğim “sessizlik” meselesi, Kahire’de bir yazı dizisi hazırlamamı tetiklemişti.

Büyülü ülkeydi Mısır, büyülü ama yorgun bir kentti Kahire...

Gecesiyle-gündüzüyle şehri dinlemiş ve en büyük ihtiyacının sessizlik olduğunu düşünmüştüm.

Sessiz hiç bir yer, hiç bir zaman yoktu sanki şehirde...

Sabaha kadar, kesintisiz 24 saat klakson sesleriyle “yaşıyor”du şehir. İnsanları göremiyordum ama kornaları duyuyordum.

Bomboş bir caddede çoğu farını yakmadan giden otomobiller bile, karanlığı dağıtmak istercesine korna çalıyordu.

Caddeler bir yana, Gizza’da, çölde, piramitlerin çevresine ulaşıyordu klakson sesleri.

Beş bin yıllık tarihin, bazen “bugün”ün karşısında ne kadar sessiz kaldığını hatırlatıyordu.

* * *

Yazının Devamını Oku

Sessizliğin sesi

2 Haziran 2016
SESSİZLİK büyük lüks.

 Yalnızlıktan, inzivadan, yanında/yakınında konuşan birisinin olmamasından söz etmiyorum.

Yalnızlığın da lüks geldiği zamanlar çoktur elbet... Ama kastettiğim, sükût değil, sessizlik.

Yani sadece kalabalığın değil, ses çıkaran hemen herşeyin uzağında, neredeyse dışında olmak.

* * *

Şehir hayatında sessizlik, gürültüden uzak olmak öncelikle...

Lâkin ne mümkün.

Mevzu gürültüyse, ses hızının ışık hızından az olması laf-ı güzaftır.

Zira gürültü, kapanmayan deliğidir şehir/apartman hayatının.

Yazının Devamını Oku

İşkence çorbası

21 Mayıs 2016
OĞLUMUZ, 4-5 yaşındaydı. Anlatacağım hikayenin ölçülerinde, daha da küçük, küçücüktü.

Bir gün alt katımızdaki “misafirlik”ten hüzünlü döndü biraz.

Ağlayan değil gülen, en dar anda gülümseyen bir bebekti hep.

Yüzünde, o çocuk resimlerindeki kulağına kadar gülümseyen güneş vardı. (Hâlâ da öyle gelir bize...)

Yüzünü dökmüştü... Merak ettik tabi, sorduk.

“İşkence çorbası içtiler ama bana vermediler...” dedi, usulca. Mahcuptu.

Şikayet eden ve şikayetinin sonucunu hevesle bekleyen bir iştiyak değildi onu konuşturan.

Lakin çocuklar konuşur, bilhassa hayret ettiklerinde...

* * *

Yazının Devamını Oku

Doğanın hâlleri, insanın hâlleri

12 Mayıs 2016
YAĞMUR dindi... Kuvvetli sağanağın araladığı topraktan yüzeye çıkan çim tohumlarını gagalıyor serçeler.

Cıvıldıyorlar, çiftler birbirini kovalıyor, şakalaşıyor zıp zıp.

Gökkuşağı, mucizevi köprüsünden onları seyrediyor.

Ben de seyrediyorum onları; yağmuru ve yağmurun farklılaştırdığı herşeyi.

Hınzır-muzır düşünceler sarıyor hayallerimi...

Aklımdan sağanak anılar, duygular, herşeyler-hiçbirşeyler geçiyor.

Ben de yaşıyorum yağmuru, güzelce yaşıyorum herhalde...

Yağmur, çayırlar-çimenler, ağaçlar, olanca takım-taklavatıyla doğa da buna şahit, herşeyi saran kokular da.

* * *

Yazının Devamını Oku

Yağmurcu...

10 Mayıs 2016
YAĞMUR herkese farklı değiyor.

Kimini o gri havalar geriyor, kimi ıslanmaktan, teninde soğuk soğuk gezinen giysi temasından nefret ediyor meselâ.

Bazısı da onu seyrederken bile ağaçlarla birlikte yıkanıyor, sokaklara atıyor kendini... Dolaşıyor suyun aynasında.

Zira insanlar farklı; duyguları, hayalleri, tinsel-tensel haz duyargaları çeşit çeşit.

Ve yağmur, insana, hayata değen, onu değiştiren, etkileyen bir doğa olayı.

* * *

Yağmurun yeri-zamanı da önemli elbet.

Kimine rahmettir, kimine evini basan felaket.

Yağmur, insanları

Yazının Devamını Oku

Taşı düşen yüzükler

6 Mayıs 2016
BAZI insanların “çirkinliği” o kadar güzeldir ki, güzellik denen o uçucu, değişken kıstasları yeniden sorgulatır adama.

ABD’li şarkıcı, şair, yazar Patti Smith de benim için öyle...

Şimdi 70 yaşında ve 23 Haziran’da İstanbul Zorlu PSM’nin efsane konuklarından biri olacak.

Şarkılarına söz veren şiirlerinin de gücüyle Punk Rock’ın “vaftiz annesi” olarak anılan Patti Smith, gerçek yaşamında da bir anne...

Ama hep çocuk, çoluk çocuk.

* * *

Smith’in “National Book Award” ödüllü kitabının adı da zaten “Çoluk Çocuk”.

Kitabında, yirmili yaşlardaki sevgilisi fotoğraf sanatçısı Robert Mapplethorpe ile bir gün en renkli, güzel elbiselerini giyerek Washington Meydanı’na gittiklerini anlatıyor.

Termostaki kahveyi içerek, etrafı seyrediyorlar.

Yazının Devamını Oku