Paylaş
Kimini o gri havalar geriyor, kimi ıslanmaktan, teninde soğuk soğuk gezinen giysi temasından nefret ediyor meselâ.
Bazısı da onu seyrederken bile ağaçlarla birlikte yıkanıyor, sokaklara atıyor kendini... Dolaşıyor suyun aynasında.
Zira insanlar farklı; duyguları, hayalleri, tinsel-tensel haz duyargaları çeşit çeşit.
Ve yağmur, insana, hayata değen, onu değiştiren, etkileyen bir doğa olayı.
* * *
Yağmurun yeri-zamanı da önemli elbet.
Kimine rahmettir, kimine evini basan felaket.
Yağmur, insanları farklı anlarında da, farklı etkiler.
İşe giderken durakta yakalanırsa başka, aylak aylak ağaçların arasında geziniyorsa bambaşka...
Ve mutlaka her aşkı bir şekilde yağmura yakalatır, o eski filmler.
* * *
Yağmuru sevmekle de bitmez, duygu festivali.
Misal... Yağmurda giysilerimin ıslanmasından, doğrusu ben de pek haz etmem.
Çünkü alıştığım, tenime usulca -yok gibi- değdiği için seçtiğim gömleğim/tişörtüm, rahat pantolonum, yağmurla bir anda ağırlaşır, başkalaşır, yokken var olur.
Ama yağmur yağarken denize girmeye bayılırım.
Gökyüzünün, bulutların denizle buluştuğu o anlar, o sesler, o kokular şaheserdir çünkü.
“Kutsamalısın” der, içimdeki yağmurcu...
Ve bazen yağmuru sevmekle başlar herşey.
* * *
Gökgürültüsü, yıldırım, şimşek dersen, o da benzer.
Kimine ürküye benzer duygular, huzursuzluklar getiriyor...
Kimine deniz kıyısında, yahut sonsuz bir çayırda -bilhassa geceleri- homurtulu senfonisiyle görsel ziyafetler.
* * *
Yağmuru farklı farklı değerlendirmek, onu “güzel yaşayabilmek” ya da “yaşayamamak”la ilgili, illa ki...
Yağmur, çamurlara bata-çıka, hızla geçen arabaların göle dönen caddelerde fütursuz savurduğu dalgalarda tepeden tırnağa ıslanarak, eve-işe gitmekse...
Evine sızan, tavanlarından damlayan bir meretse...
Önem verdiğin bir toplantıya, randevuya sudan çıkmış balıktan beter katılmaksa...
Yüreğin, gönlün sıkılırken, bir de o gri havalar nasırına nasırına basıyorsa...
Yağmuru güzel yaşayamazsın.
Anlayamazsın, uzağında kalır.
* * *
Ama yağmurun çiçeğini-fidanını-domatesini kendi ektiğin bahçeye etkisini izliyorsan...
Sanki onları, milim milim büyürken görüyorsan...
Yaprakların, ağaçların, çimin-çayırın yıkanıp, en güzel, en parlak yeşile ulaşmasını gözlüyor, ayırt ediyorsan...
Kokuları nasıl kışkırttığını, o buhur festivalini içine çekebiliyorsan...
O an sevdiğin bir şeyi yahut sevdiklerinle -farklı- bir şeyi, fırsat mı fırsat yaşayabiliyorsan...
Dinliyorsan yağmurun sesini; farklı yerlere/zeminlere düştüğündeki farklı notalarını...
Bir senfoni gibi; hızlandıkça “presto”larına, neşeli “allegro”larına, yavaşlandıkça “adagio”larına ilk kez duymuş gibi kulak kabartıyorsan...
Mutluluk, umut, coşku, şükran gibi bir şeyler geçer içinden.
Çünkü etrafına, karşındakine-yanındakine iyice odaklanmanı sağlayan sessizliği, sadece yağmurun sesi bozmaz, hatta yakışır o sessizliğe...
İşte o zaman yağmuru güzel yaşarsın.
Çünkü artısı-eksisiyle parçandır artık senin, senin o küçük dev dünyanın.
Ve parçası olursun, uyanan, her zerresiyle ayaklanan kâinatın.
Zerre kadar ömrün varmış, ne gam.
* * *
Yağmur... Günlerdir durma yağıyor, demek bir gün daha ayıracağım yağmura...
Paylaş