Yaşar Sökmensüer

Bayram tatili ve diş fırçası

14 Temmuz 2016
“BAYRAM tatili”ni bu yıl da tüm yurtta ve yavru vatan KKTC’ndeki kamu kurum ve kuruluşlarında 9 gün boyunca idrak ettik.

 Eylül ayında Kurban Bayramı da, yine 9 günlük bir tatille, diyaframdan nefes aldıracak.

Özel sektörde tatilin ayarı epey farklı da olsa, tatil şahane.

Çünkü kolu alevli-alnı ateşli 1 günlük o nostaljik karma aşı tatili dahil, okuldan, işten uzaklaşmak harikadır.

“Mecburen, mecburen, mecburiyetten” meselesi, MFÖ’nün göbek atılası şarkısını değil, çoğu kez Barok dönemin kasvetini uğuldatan heyula kilise orgunu yükler insanın sırtına zira...

* * *

Fırsat mı fırsat... Kaçarız buralardan.

Lâkin herşey bir yere, bir raddeye kadar tabi. Çünkü mevzu tatil de olsa, aklı başında, mümeyyiz, ayağını yorganına, hayallerini ortopedik yastığına göre uzatan insanlarız.

Kaçmak da, uzaklaşmak da, kilometre de

Yazının Devamını Oku

Çocukluğumun gripleri ve “hastalıklı” aşklar

9 Temmuz 2016
“İLİŞKİLER içinde en çok hastalıklı olanları severim, ateşimin yükselmesini, sayıklamalarımı, kâbuslarımla hayallerimin birbirine karışmasını, en dokunulmaz yerlerimde hissettiğim sızıları.”

Ahmet Altan böyle yazıyor, Kristal Denizaltı’da...

Aşka, ilişkilere dair başka yazıları da, benzer koridorlarda dolaşıyor çoğu kez.

O yolda eşlik etmesem de, kaç gündür yazılarımda “Aşk hastalıklı bir hâldir” teşhislerinin kıvrımlarına dolanan cümleler kuruyorum.

Fakat meramım da, düşüncem de pek öyle değil.

* * *

Baştan söyleyeyim, ben öyle hastalığı pek sevmem; çocukluğumdaki o eski gripleri severim.

Halsizlik başgösterir, ateşin çıkar, bir Aspirin içersin... Annen alnına sirkeli suda ıslatılan mendiller koyar, ballı, elmalı, ıhlamur kaynatır...

Siyah-beyaz TV’nin karşısındaki kanepede, battaniyenin altında, yarı uyur-yarı uyanık iyice terlersin. Nazlanırsın, yerine göre.

Yazının Devamını Oku

Sevgi sadece sağlam reçete

8 Temmuz 2016
AŞKI, hayatı, dünyayı birbirine zehir etmenin, iktidar arzusu ile bir illiyeti var.

Son iki yazımda değindiğim örneklerde, aşk da, birliktelik de atkısına sarınmış iktidar meselesi.

Mehmet Eroğlu’nun aforizması gibi, “İnsan kendi hayatına hükmedemediği zaman, başkasınınkine göz dikiyor” belki.

Ve/ya da “sahip olmak” arzusu, bir tür otoriteyi, iktidarı ele geçirmeyi ajandasının ilk satırına yerleştiriyor.

Oysa iktidar zehirlidir; her ihsanının tadına çalakaşık dalarsan... Zehirlenebilirsin.

O ağılı, bulanık zihinle, istediğin aşk mı, mülkiyet/iktidar aşkı mı... Yoksa yoksa ve hele hele aşk buna bir vesile mi? Karıştırırsın, zamanla.

* * *

Heyhat... Otorite sende de olsa, kişisel iktidarların çoğu ızdıraba bağlı, ızdıraba mahkum.

Örneklerini daha önce aktardığım gibi işliyorsa muhayyilen, aşka değil, acısına, zehrine

Yazının Devamını Oku

Bari sen zehretme Erkin Baba...

1 Temmuz 2016
İNSANLAR neden hayatı birbirine zehir eder?

Ötesi karşısındaki, bir zamanlar ya da hâlâ şu ya da bu biçimde “sevdiği” birisiyse...

İki sevgili (yahut eş) arasındaki kavgayı da aktardığım önceki yazımı, bu soruyla bitirmiştim.

Birlikteliklerin sanki tüberkülozu haline gelen bu durum, epeydir kafamı kurcalıyor.

Sadece kelimelerle, tavırlarla zehir etmek de değil.

Şiddetin, cinayetin ve dahi bir çok intiharın, başlangıç, giriş bölümünde de öyle ya da böyle bir sevgi, bir aşk-meşk hâli yatıyor.

Hatta finali bile bazen, “Çok seviyordum, öldürdüm Hakim Bey” tiradıyla geliyor.

* * *

Böyle durumların altında, arızalı bir hissiyatın, muhakemenin yanında, arızalı bir

Yazının Devamını Oku

Hayatı birbirine zehir etmek

29 Haziran 2016
ADAM bağırıyor kadına; “Ta(m)am, ye yemeğini. Ye...”

Bir çocuğu azarlar, “olağan” otoritesini konuşturur gibi değil, bir yetişkine, akranına hükmettiğini bilerek, keyifle hissettirerek.

“M”sini yuttuğu “Tamam”ı asla bir kabulün, hatta sıra savmanın bile değil, mevzuyu keyfince ve anında kapatmaya alışkın “Kes artık”ın ifadesi...

“Kes” ve “Ye yemeğini”... “Ye...”

Hani, Buraya zaten ve sadece bi yemek yemeğe geldik, zehir etme, otur zıkkımlan”...

* * *

O masada epeydir hissettiğimiz, ama kelimelendiremediğimiz kavgadan kulağımıza çalınan bir kaç kelime, o “birliktelik”e dair o kadar çok şey düşündürüyor ki...

Dikkatimi 1 küsur metre derinliğindeki “havuz göl”de kayığa binenlere, hâlihazır ya da muhtemel sevgilisine kürek çekme maharetini sıçratmaya çalışanlara vermeye çalışıyorum.

Böyle durumlarda, böyle ayarlar fazla işe yaramıyor.

Yazının Devamını Oku

Yüksek dağın kuşu

25 Haziran 2016
YÜZLER, hep olağanüstü gelir bana...

En sıradan sayılanı bile, olağan mucizedir fikrimce.

Bebek konuşmadan, yüzü konuşur... En dilsiz, en kepenkli halinde insanın, yine o susmaz.

“Maskeli” olması, duygularını gizlemeye çalışması bile, ayrı bir lisandır. Şifrelerini çözene...

Bazı insanların yüzü ise, ruhunu da yansıtır sanki.

Yüzü anlatır, herşeyi. Size öyle gelir.

Hem içe açılan koridorlarını görürsünüz, hem dışa açılan kapılarını…

İfadesini, görürsünüz.

* * *

Yazının Devamını Oku

“İlâm”-ı aşk: Anket defteri

23 Haziran 2016
ORTAOKUL yıllarımda “anket defterleri” dolaşırdı, elden ele.

Daha çok kızların özene-bezene hazırladığı, erkeklerin ise hazırlamaktan değil, yanıtlamaktan pek hoşlandığı “özel sorular” defteri.

Önce nüfus cüzdanı sureti, ikametgah ilmühaberi benzeri “resmi” sorularla başlardı. Ürkütmeden...

Ardından dozu usulca artırılarak, en sevdiğiniz yemek, şarkı, film vs.’den, “En samimi arkadaşlarınız”a uzanır...

Oradan da, “Hoşlandığınız kız/erkek isimleri”, “Hoşlandığınız insanda ne gibi özellikler ararsınız?”, “Hoşlandığınız birisi var mı” sondajlarıyla derinlere inerdi.

Hatta anket defterini aslında bir kişinin yanıtlarını merak ettiği için hazırlayanlar, daha nokta atışı sorularla “O da benden hoşlanıyor mu? (Acaba nedir, nedir)” teoremini çözebilecek kuvvetli ipuçları arardı.

Vakayı, soru işareti bırakmayacak kadar netleştirmeye yönelen “Hoşlandığınız kişinin adının baş harfi” gibi cüretkar, tezcanlı sorular da olurdu bazen.

Ve “Anket defteri sahibi hakkındaki düşünceleriniz”le gelirdi, finali.

Defterde “

Yazının Devamını Oku

Hamili fotoğraf sahibi yakinimdir

19 Haziran 2016
ÜNLÜLERİN ne yaptığını, kiminle, nerede, nasıl yaşadığını öğrenmek, magazinin oldum olası organik besini.

Aynı zamanda insanın içindeki o merakı da besliyor.

Sosyal medya sayesinde, sadece ünlülerin değil başkalarının hayatını, kiminle, nerede, neler yaptığını, hatta ne yediğini-içtiğini öğreniyoruz epeydir.

Öğrenmek ne kelime, instagramla, selfieyle, fotoğrafla, videoyla bizzat görüyoruz.

Görmekle de kalmıyoruz, kendimizin ne yaptığını da başkalarına göstererek, karşılık veriyoruz:

“Ben de buradayım, şimdi şunları yapıyorum,  orada onlarlayım...”

* * *

Geçen yazımda değindiğim selfie de, bu konuda kullanışlı bir enstrüman.

Böylesine yaygın olması da normal.

Yazının Devamını Oku