İşkence çorbası

OĞLUMUZ, 4-5 yaşındaydı. Anlatacağım hikayenin ölçülerinde, daha da küçük, küçücüktü.

Haberin Devamı

Bir gün alt katımızdaki “misafirlik”ten hüzünlü döndü biraz.

Ağlayan değil gülen, en dar anda gülümseyen bir bebekti hep.

Yüzünde, o çocuk resimlerindeki kulağına kadar gülümseyen güneş vardı. (Hâlâ da öyle gelir bize...)

Yüzünü dökmüştü... Merak ettik tabi, sorduk.

“İşkence çorbası içtiler ama bana vermediler...” dedi, usulca. Mahcuptu.

Şikayet eden ve şikayetinin sonucunu hevesle bekleyen bir iştiyak değildi onu konuşturan.

Lakin çocuklar konuşur, bilhassa hayret ettiklerinde...

* * *

Israrla sorunca, ıkına sıkına söyledi.

Ağız tadına, ama bilhassa kendi tadına/kendi hayatına fena halde düşkün bir büyüğümüzün evinde torunuyla oynuyorlardı.

Eşiyle kendine işkembe çorbası koymuş, tadını çıkarta çıkarta yudumlamış anlaşılan.

Şahan da -yine mahir sorularımızdan anladığımız kadarıyla- hem onu, hem çorbayı seyretmiş...

Haberin Devamı

Ötesi, belli ki sormuş onlara “Ne çorbası?” diye... Yoksa nereden bilecek “İşkence çorbası”nı.

Bizce en önemli sorunu “iştahsızlık” da olsa, “Top oynamış, acıkmış” herhal.

Ama ikrâm etmemişler, içememişişkence çorbası”nı...

(“İsteme”nin ayıp olduğunu usulca ama mütemadi hissettiren ana-baba, nine-dede ekolü muhtemel)

* * *

Yıllar önceki o bize de hüzün veren diyaloğumuzdan iki önemli başlık kaldı bugüne.

İlki, “Verseler, içer miydi” sorusu...

Çünkü işkembe çorbası, zor bir seçimdir doğrusu; görüntüsü, ana malzemesi, sirkesi-kırmızı biberi-sarımsağıyla... Bir çok insanın kırmızı çizgilerinin epey dışında kalır.

Hani ya sever, ya reddedersin, kabilinden.

Hatta bir çok seveni bile, yalnızca gece “içkiden sonra” uğrar semtine.

Ama biz, “İçerdi...” kanısına varmıştık.

Zira çocuklar deplasmanda olmadık şeyler yapabilir, olmadık (görmedikleri) şeylere özenebilirler.

Misafirlikte “Teyzesi o bakla yemez” dersin... Evladın ikinci tabağını yerken, yüzünün ifadesini-rengini, muzaffer komşu teyzeye belli etmemeye çalışırsın.

(Çünkü teyzede “Benim yaptığım baklayı yer” bakışı olur, komşu ortamlarında)

Hem "ev sahibi" ve "büyük" olarak işkembe çorbasını içemeyeceğini düşünsen de, allandıra-ballandıra biraz koyar, direnmezse tattırırsın değil mi? 

* * *

Haberin Devamı

İkinci vâhim başlık ise, “Küçücük bir çocuğun yanında ona teklif etmeden (hatta hafiften ısrar etmeden, onu büyüklerin maharetiyle iştaha-gaza getirmeden) nasıl yemek yenir?” sorusuydu elbette.

Yaman soruydu, ama olayın aktörlerini düşününce bize olağan gelmişti.

Olsun... Bir sitemimiz yoktur, bunca yıl sonra. (Sitemini besler-büyütürsen, varacağı yer senin de hoşuna gitmez)

“Belki dokunur, yemez filan gerekçesiyle vermemişlerdir” diye geçiştirmiştik, kendimizce.

(Başkasını aklamayı dert edinen “beyaz yalan”larla, kendini -yalancıktan- kandırmak fena değildir bazen)

* * *

Bu hikayeyi unutulmaz kılan işkembe çorbasının adını, “işkence” çorbası olarak anlamasıydı ki...

Haberin Devamı

Konuya da anca böyle bir yanılsamayla, kaftan biçilirdi.

Birisinin önünde, onun da istediğini bile bile, onu mahrum ederek bir şeyler yemek-içmek-yapmak -hadi “işkencedir” demiyelim de- işkembeden bir tavırdır.

* * *

Ben çok severim işkembe çorbasını, ama denk gelmiyor epeydir. Demek yeterince istemiyorum...

Balık, deniz ürünleri gibi onu da gündüz öğününde pek tercih etmem.

İşkembe çorbası, kokoreç, balık, bünyeme güneş batınca iyi/uygun gelir.

Ama ne zaman işkembe çorbası içsem...

Aklımda, kâseye bakan mahcup bir çocuk.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları