Büyücünün adı Bobi

KEDİLERE hayranım, bayılıyorum her hallerine... Köpekleri ise bir başka severim.

Haberin Devamı

Çocukluğumun, evimizde ya da sokağımızda sahiplendiğimiz köpekleri, hafızamda anı olamayacak kadar taze.

Ama bizzat ebeveyni olarak edindiğimiz köpekleri anlatmak istiyorum.

İki Bobi’nin hikayesiyle başlayacağım.

Klinik psikolojinin yeğlediği, “kronolojik anlatı”ya sadık kalmalıyım.

* * *

Emek Mahallesi eski 59. Sokak’ta bahçeli, tek katlı, kutu gibi bir eve taşınmıştık.

Dolaşırken, çalılıktan bir domuzun çatırtılarını andıran sesler duyduk.

Oğlum koşturdu, küçükken de merak ederdi belayı.

Bir yavru köpek fırladı, çalıların arasından. En çok 2-3 aylık...

Maksimum hızıyla dizime çarptı. Viyakladı...

Kördü herhalde, öyle sanmıştım. Sonradan sadece şaşı çıktı.

* * *

Köpeğin çirkini pek olmaz, hatta çirkini ayrı güzeldir ama... Esaslı çirkindi.

Şaşı gözleri raptiye katardı. Neyi, ne kadar gördüğünü bir türlü çözemedik.

Haberin Devamı

Bir gözüyle beni kollarken (ya da koklarken, bir duyu kargaşası da vardı şekerin), diğer gözüyle kuyruğunu başkası, başka bir varlık sanan telaştaydı.

* * *

Dişiydi üstelik. “Üstelik” diyorum... Zira o zamanlar köpekleri kısırlaştırma meselesi bugünkü kadar etkin-yetkin değildi. O nedenle de etik, şefkatli bir tutum gelmezdi bize.

Çirkin, şaşı, dişiydi ama anında benimsedik. Köpekler büyücüdür, hüzünlü bakışı, sevgisiyle hipnotize eder insanı.

Hem sahipsizdi, o minicik, şaşı-şaşkın haliyle nasıl bırakırsın?

Oğlum çoktan almıştı kucağına zaten.

* * *

Evde leğene soktuğumuzda, suyun yüzeyinde onlarca pire cesedi kaldı. Tüm dezavantajlarının üstüne, bir de pireliydi yani...

Eşim evde onu gördüğünü an, adını “Eyvah” koymuştu herhalde ama...

Yine de “Adını ne koyalım” dedim oğluma. Tereddütsüz “Bobi” dedi.

Beğendim koyduğu ismi.

İnsanlarda isimsiz, sahipsiz garibanlara John ya da Jane DOE deniliyorsa, köpeklere de BOBİ uygundu tabi ki.

* * *

Tek kaygım... Bobi’nin yüzünü bir su birikintisinde, ya da camda gördüğü an intihar etmeseydi.

Öyle çirkin bir melezdi ki, genetik soyağacına mutlaka bir insan karışmış olmalıydı.

(Somut örnek istemeyin, vermem)

* * *

Lâkin eve girdiği an alıştık çirkinliğine, bir-iki saat sonra bize çok güzel gelmeye başladı.

Haberin Devamı

Nasıl anlatsam; alımlıydı bir kere, ne bileyim bir havası vardı. Huyu güzeldi yahut, ses tonu buğuluydu.

Sonraki saatlerde keşke ismini “Karolin”, “Marilyn” ya da “Ahu” filan koysaydık diye düşünmeye başladım.

* * *

Bobi iyice yerleşti evimize. Kanapeyi sevdi en çok... Tırmalanıp ısırılabilen bir kumaşı vardı.

Tuhaf bir yavru olmasına rağmen, çirkinliğiyle kamuflajlanmış, pragmatik ve ince bir zekası olduğunu öğretti bize.

Bahçe kapısına kadar gelirdi biz çıkarken.

Kapıyı dışarıya açtığımız an, geriye takar, kıçın kıçın bahçeye dönerdi.

Bıkmış, korkmuştu “dışarı”dan. Ya biz de onu “dışarı”ya bırakırsak?

Hemen her köpek gibi, insanların vefasızlığını, bir anda terk edilebileceğini, “atılabileceğini” doğuştan seziyordu herhal. 

* * *

Haberin Devamı

Evde hata yapmamaya çalışan bir çekingenliği vardı sanki.

Henüz erkek köpekleri ulutacak yaşta ve cazibede olmadığından mıdır bilemiyorum... Hanım hanımcık tavırlarıyla, ev kızı olmanın da ipuçlarını veriyordu. 

Her şeyi uyum üzerine kurulmuştu. Ankaralıydı yani.

Çok mutlu zamanlar geçiriyorduk Bobi’yle.

* * *

Dördüncü günün akşamında iki büyük adam, bir küçük adam ve gergin bir kız çocuğu dayandılar kapıya:

“Bizim köpeğimizi siz almışsınız.”

Şaşırmıştık... Sabahın bile sahibi vardır ama, demek o çirkin köpeciğin de onun inatla izini sürecek, bulunca kapıya dayanacak sahipleri vardı.

Bobi sevinçle kuyruk sallayarak, inleyerek, o üç silahşöre (küçük kız Dartanyan) hevesle seyirtmese, vermeye hiç niyetimiz yoktu.

* * *

Haberin Devamı

Kapıdan Bobi ile çıkarlarken sordum, dörtlünün gözleri parlayan en küçük ferdine:

“Adı neydi”... “Daisy” dedi çocuk, köpeğiyle bir an önce gitme telaşındaydı...

O günden sonra papatyaların nerede, nasıl boy attığına hiç şaşırmadım.

Çakraz’da kumsaldan, Gökova’da ekim ayında kayalıklarından arasından fışkırdıklarını gördüğümde bile...

Ve “İnsan papatyaları öğrenmeli” dedim.

Sonradan üzülmemek için.

* * *

Gittiler. Evimiz, bir anda 17 kişi gitmiş gibi tenhalaştı.

Ev hayatına onlarca yeni alışkanlık, gereklilik, duygu, tebessüm ekleyen Bobi yoktu artık. Biz bize bile kalamamıştık.

Bahçedeki gecesefaları, kadifeler, papatyalar, petunyalar, nerkisler, leylaklar, kuşlar filan da güzeldi ama...

Haberin Devamı

Ne elimizi, burnumuzu yalıyorlardı, ne havlama, konuşma, ne de o hüzünlü, hep çocuk kalan bakışlar.

Hem şimdi kim çişini yapacaktı halıya?

Eksilmiştik.

* * *

Devam edeceğim; köpeği olanlar bilir, o hikayeler asla bitmez.

Yazarın Tüm Yazıları