Paylaş
Dün yazımda değinmiştim; hazan mevsimi de şöyle ağız tadıyla bir efkarlanamadan gitti, gidiyor zaten.
İlkbahar ve sonbaharı yitirirsen geriye ne kalır? Şarkılar kalır tabi, şarkılar...
Küresel ısınma babından “Boşvermişim Dünyaya” şarkısının, “temmuz-ağustos-eylül /her mevsimde durma gül” nakaratının çoktan suyu kaynamış olsa da...
Yine de dilimde.
Mırıldanma hafızama Ajda Pekkan ile yerleşen... Fakat esas Nergiza Balıkhanova’nın bas, sigaralı sesiyle gönlüme çalınan o şarkı.
Bilhassa, “Sanki umurumdaydı” faslından yorumuyla...
* * *
Mevsimler hızla geçiyor, keskin dönüşlerle değişiyor.
Bahar serinliğini yaza uzatırken, toprak da, çiçek de, çayır da, ağaç da, yaprak da, dal da, o dala konan serçe, kırlangıç, saksağan da bizden önce, bizden iyi biliyor, bizden fazla hissediyor mevsimleri.
Dizeleri Nazım’dan, nidası Ruhi Su’dan mülhem, sanki hepimiz su başında durmuşuz; suda suretimiz çıkmış hepimizin...
Önce çiçek gidecek, kaybolacak suda sureti. Sonra kırlangıç, ardından serçe, saksağan... Onları gözleyen, o heyecanla bedeni kaplan kıvrımında içten içe titreyen kedi de gidecek sonra...
Sonra biz gideceğiz...
* * *
Ağaç, öldürmezlerse daha uzun yaşayacak, sonra o da gidecek.
Belki toprak kalacak. Yeşiliyle doğumu, karasıyla ölümü simgeleyen toprak...
Kimbilir, sonra o da gidecek belki.
Ve o günün insanı, belki hayatı her yıl dört değil, önce üç, giderek iki mevsim yaşayacak.
Aşkları, yazla kışın arasında, bir terleyip, bir üşüyecek.
* * *
Ama henüz su başında oturuyoruz.
Uyduruk havuzun, suyun cazibesiyle fıkırdayan fıskiyesi duyuluyor.
Bir de Balıkhanova...
“Su sesi şart” diyorum içimden, gözlerim parlıyor.
Masamızın en yaşlı olanı, “Biraz yorgunum ama kocamadım” diye mırıldanıyor. En gencimiz, rakıları dolduruyor imtiyazsız.
Kedi gelip, çimenlerden uzana uzana kılçıklara bakıyor.
Dalında serçenin bıcırdadığı çınar ağacı özel mülkün korumasında kalmış; kavşaktı, alt-üst geçitti, AVM’ydi henüz kesememişler.
* * *
Yaşama dair bir sırrı saklıyor, büyütüyoruz sanki hep birlikte.
Sırlar, eğreti mevsimlerde konuşulmuyor.
Balıkhanova, bu kez İngilizce versiyonuyla, “i don’t give a fuck” diyerek ağız dolusu söylüyor, “Boşvermişim” nakaratını...
Küfür, bazı ağızlara nasıl da yakışıyor.
“Çok da ipimdeydi” diyor, en serseri görünenimiz. Hâlâ yaşını göstermiyor. Çok üzerine gidersek, “Ölümden önceki iyilik hali” deyip, sıyrılıyor iltifatlardan.
Ben kediyle meşgulüm, mesafeli duruyor biraz.
“Biz mi yaşadık, yaşatan zaman mıydı” diye düşünüyorum. Kedi cevap vermiyor.
Biri kadeh kaldırıyor:
“Çok şükür yaşıyoruz. Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...”
Kadehlerin sesi, suyun sesine yakışıyor.
* * *
Çocukken, yanıbaşımıza, kaldırıma çöküveren, apartmanın alçak duvarına ilişip soluklanan o ihtiyar kadınla adam, yüreğimize oturuyor artık.
Ama mutluyuz, su başında...
“Yaşlı değil de, hevesim azaldı” diyor, masamızın en ihtiyar olanı...
“Yok canım”lı tembel iltifatların ardından, biz de başımızı sallıyoruz.
Yalan değil ama, “dolan” bazen iyi geliyor muhabbetimize...
En serseri görünenimiz sıvışmaya çalışıyor, sezdirmeden.
Rakıları en gencimiz dolduruyor.
Bazen de hikayesini -dün gibi- heyecanla anlatan, “en genci” oluyor masanın.
Ve en çok, dinleyenler içiyor.
Paylaş