Bu marş değil, halk türküsü

SENE 1976-77... (Eskilerin “Sene 1341, o vakitler Ankara’da talebeyim” diye başlayan muhabbetlerine tebessüm ederdik bir zamanlar)

Haberin Devamı

Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusu’nun ilk öğrencileriydik.

“Deneme-yanılma” meselesinin, müsvedde Harita Metod Defteri gibi bir şey olduğumuzu da söyleyebilirim.

Palas-palandıras taşıdılar bizi oralara. (Taşımalı eğitim bile keşfedilmemişti henüz)

Alt kattaki bölümlere su baskınları, üst katlarda çatı damlamaları, alt yapı donmaları, kalorifer patlamaları, klozet infilakları neyse de...

Kuru fasulyeden kum, pilavdan taş çıkınca bardak taştı.

* * *

Yemekhane protestosu için toplandık, ama -art- niyetimiz enternasyonaldi elbet.

Önce türküler başladı hafiften:

“Drama Köprüsü bre Hasan dardır geçilmez /Soğuktur suyu bre Hasan bir tas içilmez”.

Beytepe’ye özel jandarma vardı kampüste.

“At martini de bre Hasan dağlar inlesin /Drama mahpusunda dostlar dinlesin” dizesine gelince, takım komutanı uzatmalı başçavuş müdahale etti:

Haberin Devamı

“Marş söylemeyin, dağıtırız...”

“Bu marş değil, halk türküsü bir kere...” diye diklendik.

Gerçi...Türkü süsü verilmiş marşlar bulmakta da üstümüze yoktu, doğrusu.

Müdahale ettiler, ellerinden geldiğince... Ellerinde tüfekler ve dipçikleri vardı.

* * *

O günlerde, Emek’te Yıldız Düğün Salonu’nda konser vermişti Ruhi Su.

Eski ismiyle 8. Cadde ile 71. Sokak’ın kesiştiği köşede.

Drama Köprüsü’nü de söylemişti tabi. Dalgalı ak saçları dışında, gömleği, pantolonu, kundurası ile simsiyah, sahnede...

Salonu hıncahınç dolduran kalabalığın türkülere, marşlara sürekli ve çoğu kez slogan atarak eşlik etmesi mutsuz etmişti onu.

Çareyi, “Türkülere lütfen ben işaret ettiğimde eşlik edin, rastgele kesmeyin...” uyarısında bulmuştu.

Çizgileri keskin yüzü, iri elleriyle kucakladığı bağlaması, sesinin bas tonu, ulvi silüetiyle “rica”sı kırılamayacak nesildendi.

* * * 

Bir ömür boyu çaldığı türküler, bağlamasının bağrında parmağıyla tuttuğu kuvvetli ritimlerin izleriyle yol olmuştu.

Pişmişti sanki bağlamanın bağrı, bronzlaşmıştı hafiften. Ve mırıldansa bile basbaritondu nidası:

“Geldi geçti ömrüm benim /şol yel esip geçmiş gibi 

Hele bana şöyle gelir /bir göz açıp yummuş gibi...”

* * *

Ömürler öyle, bir göz açıp yummak gibi...

Haberin Devamı

Ruhi Su 31 yıl önce, 20 Eylül’de gider oldu:

“Biz dünyadan gider olduk /kalanlara selam olsun  

Bizim için hayır dua /kılanlara selam olsun 

Ecel büke belimizi /söyletmeye dilimizi  

Hasta iken halimizi /soranlara selam olsun 

Bilmeyen ne bilsin bizi / bilenlere selam olsun...”

* * *

Belki daha yaşardı, amansız hastalığının tedavisi için yurtdışına çıkmasına izin, bir uyduruk pasaport verselerdi...

Vermediler tabi… Cunta öyledir çünkü;  “Asmayıp da besleyelim mi” nefislerini köreltmez, “Tedavi ettirip, yaşatalım mı yani” de eklenir yanına...

O izni ver(dir)meyen 12 Eylül’ün cuntacı paşası Kenan Evren ise 98 yaşında “sağlık sorunları nedeniyle” ifadesini evinden verdi.

Haberin Devamı

“Uzatmalı” rütbeleri söküldü sonra, müebbeten.

* * *

“Ne zaman bir türkü dinlesem, şairliğimden utanırım” der ya Bedri Rahmi Eyüboğlu.

Hani türküyü-şiiri “ayak sesinden tanıyan” şair...

Yıllar geçmiş, ben de hâlâ utanacak bir şeyler, çok şeyler buluyorum.

Ve kulağımda ayak sesleri...

Bu marş değil, halk türküsü

Yazarın Tüm Yazıları