Yaşar Sökmensüer

Şık olan olmayan

17 Şubat 2011
İki ilçeyle ilgili iki haber var bugün gazetemizde...

Birisi Etimesgut. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin en hızlı büyüyen ilçesi...
Etimesgut’un 70 bin olan nüfusu, 20 yılda yüzde 500’e yakın artarak 400 bine ulaşmış.
Diğeri Beypazarı...
Mansur Yavaş’ın belediye başkanlığı döneminde “Bir Türkiye efsanesi” olan ve Yavaş’ın partisi MHP’ye son yerel seçimlerde oy patlaması getiren ilçe...


* * *

Etimesgut’ta Zırhlı Birlik yolu malum. Ankara Hürriyet yıllardır, defalarca bu yolun yarattığı riski gündeme getirdi. Israrlı haberleriyle, “ölüm yolu”nun radikal önlemlerle düzeltilmesi gerektiğini sayfalarına taşıdı.

Yazının Devamını Oku

Cinnetten taammüde

16 Şubat 2011
SANIRIM iki yıl önceydi... CHP TBMM’ye araştırma önergesi vermişti.
Önergede o dönemin son beş ayında “kadına yönelik vahşet” ve “cinnet cinayetleri”nden somut örnekler de sıralanmıştı.
23 Şubat: Van’da cinnet geçiren adam, eşi ve çocuklarını vurduktan sonra intihar etti.
4 Mart: Etiler’de Münevver Karabulut’un cesedi parçalanmış halde çöp konteynırında bulundu.
6 Mart: Ankara İvedik’te boş arazide 2’si kadın 1’i çocuk 3 ceset bulundu.
8 Mart: Ordu’da cinnet geçiren koca, eşi ve oğlunu kurşun yağmuruna tutarak öldürdü.
6 Mayıs: Kastamonu Devrakini’de, yengesi ve yengesinin annesini öldürdü.
12 Mayıs: Aydın Nazilli’de cinnet geçiren şahıs, karısını vurduktan sonra intihar etti.
26 Mayıs: Konya’nın Yavaşlı köyünde bir kişi, ablası, eniştesi, ablasının gelinini öldürdü.
Ve daha bir çok “cinnet” örneği...

Son bir yıldır, hemen her gün gündeme gelen kadın cinayetleri ise “cinnet”den, “taammüt”e, “akla” döndü.
Misal, Arzu Yıldırım... Öldürüleceğini biliyordu. Kendisi ve çocuklarının can güvenliğinin sağlanması için savcılığa başvurdu.
İki gün sonra, 8 kurşunla öldürüldü.
Katil Mustafa Metin Çilingir de öldüreceğini biliyordu zaten...
Cinayetten sonra avukatlarını aradı. “Ne yapması gerektiğini” danıştı...

Ya Ayşe Paşalı’yı öldüren...
Cinayetten önce internette “can alıcı noktalar”, “nereye vurursam ölür” gibi başlıklarla arama yapmış.
Arama motorundan incelediği bir başlık da, “Türk Ceza Kanunu adam öldürme”...
Katil İstikbal Yetkin belki o arama sırasında bugün Oya Armutçu arkadaşımızın yazısında vurguladığı, “kanundaki ölümcül boşluk”lara da rastlamıştır.
İçi rahatlamıştır belki, “hedefi”nin korumasızlığından...

Tehdit altındaki her kadın, nikahlı-nikahsız, boşanmış-kaçmış net hükümlerle korunmalı artık.
Öldürüldükten sonra, topluca yanıp-yakınmakla, topu oraya buraya atmakla olmuyor.
Yazının Devamını Oku

Gül gibi olmasın

13 Şubat 2011
YARIN Sevgililer Günü. Ama Edip Cansever’den mülhem, gül kokacak heryer; “Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse /Gül, gül! diye bağıracak çocuklar /Herkes, hep bir ağızdan: gül!” diyemem.
Çünkü gül, kokmuyor artık. “Gülün Kokusu” artık sadece bir albüm ismi...
* * *
O nedenle geçinemiyorum güllerle.
Plastiği, imitasyonu en çok yapılan çiçek olduğu için.
Aşılanıp gerçek renkleri değiştirilebildiği için de...
Hani, Tatlıses’ten Avşar’a armağan “mavi mavi masmavi” misali güller.
Ya üstüne serpilen sahne simi, sıkılan konsomatris parlatıcı?
Ve kokusunu, oda spreyinden aldığı için de, karşıyım elbet.
“Yar kokusu”nu pas geçip, dandik bir spreye hüsnü kabul gösterebildiğimiz için de...
* * *
Trafikte, kavşaklarda “kısa saplı, yorgun yapraklı gül çocukları”nı, “Abi sevdiğinin başı için” yalvarısını beslediği için de karşıyım güle.
Ve bu yolla, “ikinci el gül sektörü” sektörü yaratıldığı için de. “Sahibinden az koklanmış güller”...
Bakarım gül satan çocuklara, “aşk ve dilenme” kelimelerini yanyana getiren şarkılar, vakalar geçer belleğimden.
Örterim üstüne 101 adet gül yaprağı, törensiz gömerim.
* * *
“Daha ne olsun, gül gibi kız” deyimine ifrit olduğum için de güle muhalifim.
“Gül suyu”nun ağdalı kokusuna da... Güllacın ana malzemesi mi, ona da, orada karşıyım.
Papatya şarkıları az, gül şarkıları çok olduğu için de sevmem. “Gülüm”ü de, “gülüm benim”i de...
Kurtlar Vadisi’nin tek sempatik tipi olarak ekrana sürülen Güllü Erhan’ı düşünün bir, haksız mıyım geçimsizliğimle?
* * *
Hep kollanan, sırtı/yaprağı suni temaslarla sıvazlanan, güller yakışadursun bu yıl da kristal vazosuna.
Ben şiir defteri, günlük arasında unutulmuş, aşk yetimi kır çiçeğinin, papatyanın hikayesine yeşillenirim.
* * *
Hem gülün ömrü az olur.
Sevgi(li) Günü ise, en uzun gün bazen.
Kutlamalı, “Sevmek için geç, ölmek için erken” demeden hayat.
Ama dikensiz kutlamalı...
Yazının Devamını Oku

Hayat ve sanat

12 Şubat 2011
“VE asil prens

hayalperest ya da yeniyetme olacağım
hangisini istersen seç
her günü
ebedi bir aşka çevireceğiz
ölesiye yaşayacağımız.”
Le meteque.
Bir çok insanın yaşamına Tanju Okan’ın Hasret’i ile giren şarkı.

Yazının Devamını Oku

Hayvansever merkez medya

11 Şubat 2011
Çevrecilere, hayvanseverlere karşı giderek artan bir “alerji” var.

Hatta hayvanseverlerin toplumda öteki konumuna düşürülmesi çabası... Ki bu nedenle Hürriyet’e ismini anmadan, “Hayvansever Merkez Medya” da denir.
Ben böyle bir sevginin merkezi olmayı yakıştırırım doğrusu; kendime de, Ankara Hürriyet’e de...
Baskıcı ideolojiler, “tek boyutlu” sistemler canlıları ancak işlevi, faydası olursa “yaşam”a katar.
“Araç-gereç” olarak...
Hani sadece çocuğa oyuncak, bahçeye bekçi, hatta dövüş köpeği olarak -geçici- edinilen sessiz, sadık dostlar gibi.
Şiire, müziğe, kitaba, hatta haber güvercini olarak kullanılır diye kuşlara tahammülü olmayan, onları yok eden Nazi Almanyası’nda askerler, savaştaki işlevi nedeniyle ellerinde kurt köpekleri ile gezerler.

* * *

Uzağa gitmeyelim, ya Osmanlı?

Yazının Devamını Oku

“Yargı”lanmak

10 Şubat 2011
DÖRT yıl önce miydi... “Güzel ve Dahi” programı vardı TV’de.
Programa katılan “dahi” gençlerle, “sadece güzel” partnerlarına genel kültür babından bir şeyler soruyorlardı.
Adolf Hitler’in fotoğrafını gösterdiler birisine, tanıyamadı. Ama “Dahi” partnerinin suflesiyle, duydu bir şeyler. Ve “Abolf Fitni” deyiverdi.
Hemen ardından bir başka yarışmacıya Kenan Evren’in fotoğrafını gösterdiler.
Gözü ısırdı bir yerden mırıldandı, “Astsubay?..”

Tam 24 yıl önce bugün, 10 şubat 1987’de yazar Aziz Nesin’in Cumhurbaşkanı Kenan Evren aleyhine açtığı tazminat davası mahkemece reddedildi.
Ret gerekçesi olarak, cumhurbaşkanlarının “vatan hainliği” dışındaki suçlardan yargılanamayacağı gösterildi.
Aziz Nesin tazminat davasını “Aydınlar Dilekçesi”ne köpüren Evren’in “Vatan hainliği yapan bazı aydınlarımız var. Vahdettin de aydındı, ne yapayım ben böyle aydını?” sözleri üzerine açmıştı.
Davayı açmadan önce de, “Vahdettin aydın mıydı bilmem ama, devlet başkanı olduğu kesindir” deyivermişti.
Yıllar, çeyrek asırlar filan geçti, Evren’in yargılanmasına kapı aralandı; hakkında suç duyurusunda bulunanlar kuyrukta...
Socrates’in o ünlü sözü geçiyor aklımdan:
“Oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur...”

Ama bazı insanlar için zaman böyle geçmiyor.
Dün manşetimizdi, ODTÜ yüksek lisans öğrencisi Hüseyin Edemir 10 yıl önce işleyip işlemediği asla belli olmayan bir “suç”tan bir yıldır “tedbiren” hapiste.
Dün bir başka dava daha vardı...
On üç yıldır Mısır Çarşısı patlamasından yargılanan sosyolog Pınar Selek, dün üçüncü kez beraat etti. Ağırlaştırılmış müebbet istemiyle bozulmuştu beraat kararı...
Peki, çile(si) bitti mi...
Yazının Devamını Oku

Portakal gibi sıkılma davası

9 Şubat 2011
ÇEYREK asır önce, 1987 seçimlerinin ünlü bir sloganı vardı. SHP lideri Erdal İnönü’nün gülümsemesi, sıcak ve muzır bakışıyla bütünleşen bir soruydu slogan:
“Beş yıl daha bir limon gibi sıkılmaya gücünüz var mı?”

İnönü hayata veda etti, SHP de...
O seçimlerinin simgesi olan limon da kayboldu uzun süre ortalıktan.
Sonra meydanlarda çıktı karşımıza.
Polisin “orantısız” gazlı müdahalelerinde...
Biber gazıyla gözleri alev alan göstericiler, hatta bazen milletvekilleri bile çareyi limonda aradı.
Limon gibi sıkılan ücretlere, haklara karşı gözbebeğine limon damlatmayı sürdürüyor, hakkını meydanda arayanlar.

Bir limon-portakal davası daha var süren.
İki yıl öncesinden, henüz taze sayılır.
Büyükşehir Belediyesi’nin Bel-So şirketi o günlerde yine portakal, limon, greyfurt, nar, elma, havuç suyu filan satıyor.
O dönemin Bel-So Genel Müdürü Çetin Cin’in açıklamasına göre yaz aylarında tonlarca portakal suyu satılıyor.
Daha açıklamasının mürekkebi kurumadan, Bel-So Genel Müdürü Cin ve yardımcısı Taner Özeş hakkında dava açılıyor:
“Dolandırıcılık suretiyle kurumu trilyonlarca lira zarara soktukları” iddiasıyla...
Yüz binlerce ton portakal suyu satışından zarar etmişler, kurumu da zarara sokmuşlar...
Sanıkların 2 yıldan 7 yıla kadar hapsi isteniyor.
Dava sürüyor. Nedir, ne değildir, yargı bilir elbette, yargı karar verir.
Ben sadece arşivdeki portakalı aktardım.
Yani, “Portakalı soydum, başucuma koydum” bekliyorum...
Yazının Devamını Oku

Binbir dereden su su bile getirmemek

8 Şubat 2011
EVET, biz düşüneduralım. Düşüneduralım ki, Büyükşehir Belediye Meclisi’nde seçimden önce gündeme gelen Nazım Hikmet’in isminin bir sokağa verilmesi meselesi unutulsun.
Önce unutulsun, sonra kadük kalsın.
Binbir dereden su bile getirmeyelim Nazım’ın mezarına, hatta değil bir sokağa ismini vermek...
Başkan Gökçek’in 17 yıl önce ilk seçim vaadindeki gibi Nazım’ın heykelini de yıkalım.
Çünkü o şair, çünkü onun dili kemiğe gelmez. Çünkü o aşktan, hayattan, özgürlükten bahsetti yaşamı boyunca. Ve bazen de ihanetten... Gelmez işimize...
Biz düşüneduralım.
* * *
Nazım’ın “kül olarak” hala, herzaman hayata karışan şiirlerinden birini, aktarmanın zamanıdır şimdi. Başta Polatlı Belediye Başkanı Yakup Çelik olmak üzere, çaba gösteren tüm üyelere bir hazin teşekkür olsun:
“Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
   içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun
   ki içinde beni görebilesin...
Fedakârlığımı anlıyorsun:
vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan
   senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar o kadar
karışacağız ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
   yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak iki çiçek açacak:
   biri sen, biri de ben.”
Yazının Devamını Oku