Ama Edip Cansever’den mülhem, gül kokacak heryer; “Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse /Gül, gül! diye bağıracak çocuklar /Herkes, hep bir ağızdan: gül!” diyemem. Çünkü gül, kokmuyor artık. “Gülün Kokusu” artık sadece bir albüm ismi... * * * O nedenle geçinemiyorum güllerle. Plastiği, imitasyonu en çok yapılan çiçek olduğu için. Aşılanıp gerçek renkleri değiştirilebildiği için de... Hani, Tatlıses’ten Avşar’a armağan “mavi mavi masmavi” misali güller. Ya üstüne serpilen sahne simi, sıkılan konsomatris parlatıcı? Ve kokusunu, oda spreyinden aldığı için de, karşıyım elbet. “Yar kokusu”nu pas geçip, dandik bir spreye hüsnü kabul gösterebildiğimiz için de... * * * Trafikte, kavşaklarda “kısa saplı, yorgun yapraklı gül çocukları”nı, “Abi sevdiğinin başı için” yalvarısını beslediği için de karşıyım güle. Ve bu yolla, “ikinci el gül sektörü” sektörü yaratıldığı için de. “Sahibinden az koklanmış güller”... Bakarım gül satan çocuklara, “aşk ve dilenme” kelimelerini yanyana getiren şarkılar, vakalar geçer belleğimden. Örterim üstüne 101 adet gül yaprağı, törensiz gömerim. * * * “Daha ne olsun, gül gibi kız” deyimine ifrit olduğum için de güle muhalifim. “Gül suyu”nun ağdalı kokusuna da... Güllacın ana malzemesi mi, ona da, orada karşıyım. Papatya şarkıları az, gül şarkıları çok olduğu için de sevmem. “Gülüm”ü de, “gülüm benim”i de... Kurtlar Vadisi’nin tek sempatik tipi olarak ekrana sürülen Güllü Erhan’ı düşünün bir, haksız mıyım geçimsizliğimle? * * * Hep kollanan, sırtı/yaprağı suni temaslarla sıvazlanan, güller yakışadursun bu yıl da kristal vazosuna. Ben şiir defteri, günlük arasında unutulmuş, aşk yetimi kır çiçeğinin, papatyanın hikayesine yeşillenirim. * * * Hem gülün ömrü az olur. Sevgi(li) Günü ise, en uzun gün bazen. Kutlamalı, “Sevmek için geç, ölmek için erken” demeden hayat. Ama dikensiz kutlamalı...