Paylaş
Zira, zordur gidene geri dönüş. Vefasız, mahcup hissettirir kendini insana.
Kelimeleri seçerek konuşurken, gözünü (duygularını) kaçırarak bakıyor kadına:
“En çok trafiği, kaldırılan göbekleri/meydanları, parkları otobüs-minübüs durağına dönüşmüş Kızılay’ı, mahallemizi yadırgadım.”
“Evet, çok değişti Ankara” diyor kadın ve gülümseyerek ekliyor:
“Ama sen hiç değişmemişsin.”
Adam da gülümsüyor, rahatlıyor biraz. “Bu yükte de, pahada da ağır bir iltifat” diyecek oluyor.
Kadın, “Dur, acele etme” gibilerinden elini uzatarak, kesiyor adamın sözünü.
Yüzündeki gülümsemenin geri çekilmesini engellemek ister gibi, hızla ekliyor:
“Hiç değişmemişsin, benden ayrıldıktan sonra demek ki hiç yaşamadın.”
* * *
Yıllar sonra karşılaştığımız biri bize, “Hiç değişmemişsin” dediğinde, bunu yaş-baş üzerinden algıladığımız için olsa gerek, mutlu oluyoruz.
“Gençliğimizdeki gibiyiz, pek de yaşlanmadık yani”... Öyle geliyor, o nedenle bize iltifa olarak yansıyor bu kelimeler.
Ama genel anlamda “hiç değişmemek”, bizi keyifle gülümsetecek bir marifet midir acaba?
“Kendimi bildim bileli savunduğum düşünceleri, bugün de aynen savunuyorum” demek...
“Dün neysem, bugün de oyum” diye hafiften böbürlenmek...
Mâkul, ötesi mümkün geliyor mu size?
Kim söylemişti bilemiyorum ama, “Düşüncelerini değiştirmeyenler sadece deliler ve ölülerdir” vecizesi daha mâkul geliyor bana bu mevzuda.
* * *
Geçmişimiz, o günkü düşüncelerimiz, tavırlarımız arasında bugün bizi huzursuz eden, “O günlerde öyle düşünmüyordum” diye başımızı öne eğdiren hiç bir şey yok mu hayatımızda?
Bırakın 30-40 yıl öncesini, daha yakın zamanlara gelelim.
Siyaseti, ideolojisi, sosyolojisi, teknolojisi, iletişim araçlarıyla, çoğu hayatımıza doğrudan yansıyan değişimler içindeyiz.
Misal... Ötekileştirme, etiketleme, nefret suçu, küreselleşme, yerelleşme, mobbing, vandalizm, çok kutupluluk, günlük dile kaç yıldır yerleşti?
Böyle değişimler vicdanı, öngörülerimizi, akla vurmalarımızı, analizlerimizi, adalet duygumuzu, değerler sistemimizi, düşüncelerimizi, günlük yaşantımızı, hayat biçimimizi hiç mi etkilemiyor...
Bunca zaman dünyaya, insanlara bakışımızı bir gıdım, bir adım değiştiren hiç bir şey mi olmadı... Bir arkadaşımızın farklı düşünceleri, bir kitap, bir film, bir olay, bir trajedi...
Değişime karşı hep aynı yerde durmak, öyle kalmak, yeni düşüncelere sürekli dudak bükmek, bizi sağlam, okkalı, tutarlı mı kılar?
Yoksa, Einstein’e atfedilen o vecizedeki gibi “aynı şeyi yapıp farklı sonuçlar beklemek” bir tür delilik midir.
* * *
Önceki yazımda değindiğim “hatıralarla yaşamak”, nostaljinin büyülü sisi içinde dolaşmak biraz da değişime -belki de farkında olmadan- direnmekle ilgili herhalde.
Hatıralar elbette önemli. İnsanın biriktirdiği hafıza, tecrübeler de...
Köksüz kalır insan, hatıraları olmasa... Kimsesiz kalır.
Nostaljinin hayatı, bugünü kuşatması ise başka şey.
Geçmişe özlem, kelimeleri, kelimelerdeki isyanı azdırsa da, zihni uyuşturuyor zira. Altın kafesine sokuyor çoğu zaman.
Yargıları, dogmaları, kör inançları -sezdirmeden- bugüne taşıyor bazen, nostaljinin kuvvetli, ağır makyajıyla... Farkında olamıyorsun.
Değişimin yanına değil, karşısına yerleşiyorsun bir çok örnekte.
İnsanı yenilemeyen, zihnini, geleceğini değiştir(e)meyen, bugününe ders olamayan anılar, yaşasa ne fayda.
Paylaş