"His ve heyecan dolu bir toplantıdayım. Sizler çok değerli bir hizmette bulunuyorsunuz. Değerlendirmenizi takdirle karşılıyorum. İnsanın siyasetçileri değerlendirmesi zordur. Hafızalar unutkandır. Söylenen sözlerin izleri uçar gider, pek iyi olmayanlar kalır. Bu bakımdan siyaset zor iştir. Zaman ve zemindeki değişimler de siyasetçilerin şartlarını sürekli değiştirir. Ben büyük hizmetler yaptım; 21 yıl milletvekilliği, 12 yıl başbakanlık, 7 yıl yasaklı dönem ve 7 yıl cumhurbaşkanlığı yaptım. Siyasetin tepesini de, altını da gördüm. Siyasetçi genellikle övgü ve takdir beklemeden hizmet vermek zorundadır. Gerçekten zor iştir siyaset... Siyaset tek kapısı olan bir binadır. Kapısında sadece 'girilir' yazılıdır. Yani 'in' yazar; 'out' yazan kapısı yoktur. Siyaset kişinin servetini, vaktini, çoluğuna çocuğuna ayıracağı zamanı ve en önemlisi de sabrını alıp götürür. Siyaset bilim değildir. Hizmet sanatıdır. Siyasetçi genellikle övgü ve takdir beklemeden hizmet vermek zorundadır."
¦ 29 Mayıs 1993, ben Cumhurbaşkanıyım. O gün Solingen olayları oldu, 5 insanımız yakıldı. Amasya'nın Taşovası'ndan bir aile, geride kalan Mevlude Genç'le birlikte cenazedeydik. Mezarın başında abide gibi; Anadolu tanrıçası Kibele gibi duruyordu. İşte Alman-Türk Dostluk Federasyonu, bu günü 'Dostluk Günü' ilan etmiş, bu acıları acılarla yoğurmamış, aksine dostluk, barış çıkartmış. Takdir kazanılan bir olaydır, bunu herkesin bilmesini isterim. Buraya katılanları da kutluyorum. O zamanki merhum Cumhurbaşkanı Rau ile birlikte bu meseleye sahip çıktık, barış çıkmasına vesile olduk. Rau bu nedenle 'Kin öldürür, sevgi yaşatır, çocuklarımızın ölümü bizi birbirimize yaklaştırsın' demiştir. Kendisine de bundan ötürü Türkiye'nin en büyük nişanı verilmiştir. O da bize Alman nişanı vermiştir.
MASADAN ÇEVRİLMİŞ ÜLKE YOK
¦
Tayyip Bey, devlet düzenini torpillemiştir" diyor Almanya'da, Başbakan Erdoğan'ın Berlin Büyükelçimiz M. Ali İrtemçelik'e yönelik azarlaması için. Bunu söyleyen emekli bir büyükelçi. "Çok üzgünüm" diyerek şunları anlatıyor:
"Diplomasi küçük düşürülmüştür. Devletin haysiyeti ayaklar altına alınmıştır.
Normal bir demokratik yapıda bu gibi durumlarda Başbakan'ın istifa etmesi gerekmektedir. Ancak böyle bir şeyi aklından bile geçirmemektedir. Baykal doğru söyledi 'Başbakan'ın tedavi olması lazım'... İstifayı düşünmediğine göre, parlamento kendisini istifaya çağırmalıdır. Başbakan istifa etmediğine göre, Dışişleri Bakanı Gül, hiç olmazsa bu duruma tavır sergilemesi açısından istifa müessesesini bizzat kendisi için işletmelidir. Dışişleri'nin iade-i itibarı ancak bu şekilde sağlanabilir... Hatta, bu pasaport genelgesini yayınlayan İçişleri Bakanı için de aynı şey düşünülebilir. Dış ülkelerde itibarımız böylece korunabilir. Uluslararası misyonumuzun kurtarılması için bu gereklidir. Siz yarın başka ülkelerdeki büyükelçilerimizin ne gibi tavırlarla karşılaşacağını düşünebiliyor musunuz? Türkiye'ye saygı duyabilirler mi? O büyükelçi, ülkesinin itibarını sağlayabilir mi? Bu Amerikalıların, Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin kendi içimizden gerçekleştirilmiş başka bir versiyonudur."
Olayın başından beri hiç sesini çıkartmayan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül nihayet dün konuştu; ama ne konuşma? Muhalefeti suçlayarak bundan siyasi bir olumsuzluk çıkartılmak istendiğini söylüyor.
Devletin onuru ayaklar altına alınmış, bundan kim siyasi çıkar sağlayabilir? Böyle bir mantık olabilir mi? Sayın Gül daha ilk gün tavır koymalıydı, ama yapamazlar; o makamları bırakamazlar. Devlet adamlığı sonsuz değildir; cebinde istifa mektubunun da olması lazım. Ama nerede böyle siyasetçiler?"
Ülkesinin tarihini muhakkak çok iyi bilen Kral 16. Gustav'ın böyle büyük bir tarihi hata yapacağına asla ihtimal vermiyorum. Çünkü Kral 16. Gustav, Napoleon'un İsveç tahtına oturttuğu generallerinden Comte Bernadotte’un soyundan gelmektedir ve 1709 yılında Ruslar ile Poltova’da yaptığı savaşta yenilip Osmanlı topraklarına sığınan 12. Karl ile hiçbir akrabalık bağı yoktur.
Kral 12. Karl’dan söz etmişken, altı yıl Osmanlı Sultanı'nın 'misafiri' olarak önce Bender’de (bugün Ukrayna’da olan Kırım’ın kuzeyindeki o zaman bir kale kenti), iki yıl sonra da Edirne’de üç buçuk yıl kalmıştır. Bizim tarih kitaplarımıza 'Demirbaş Şarl' olarak geçen bu krala bu lakabı sanıldığı gibi 'demir gibi sağlam kafalı' olduğu için değil, Rusya ile savaşta yenilince, önce Bender’e sığınan bu krala, topraklarımızda kaldığı beş buçuk yıl süresince Bab-ı Âli tarafından muntazaman verilen borçların devlet hesaplarının kaydedildiği 'demirbaş defterlerinde' adıyla yazılmasından kaynaklanmıştır. Kral ülkesine döndükten sonra ilk İsveç bankasını kurarak halktan borç almışsa da, Osmanlılara borcunun tamamını ödeyememiştir. Bu borcu tahsil etmek için Stockholm’e giden Osmanlı Sefaret Heyetleri birbirini takip etmiştir. Kimi inatla 4-5 yıl Stockholm’de kalmışsa da (İsveç müzelerinde aynı heyet üyelerinin zamanla yaşlandığını gösteren farklı tarihlerde yapılmış tablolar vardır) borcun bir bölümünü ancak taksitler halinde alabilmiştir. Bakiyesinin Osmanlı donanması için gemi yapılması suretiyle ödenmesi konusunda anlaşılmışsa da, bu gemilerin yapılıp yapılmadığını bilmiyorum.
Diğer yandan Kral 12. Karl ülkemizde yaşarken, Osmanlı padişahının kendisinin ve mahiyetinin masrafları için verdiği borç parayı Osmanlı vezirlerini Ruslara karşı tekrar savaş açılması için 'satın almaya' kullandığı saptanınca, bin kadar süvari refakatinde ve adeta zorla Stockholm’e 'refakatte' gönderilmiştir.
Okurlarımızın ilgisini çekebilir düşüncesiyle bilginize sunmak istedim.
Erdil K. AKAY- Emekli Büyükelçi
(Eski Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün Özel Kalem Müdürü ve Seul Büyükelçisi)
Sempozyumda konuşan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Yücel Kanpolat'ın konuşmasını çok çarpıcı bulmuş. Okuyucumuzun uyarısıyla bu metni bulduk.
Bakın Kanpolat ne diyor: "Ha bire bize, bilim adamlarına saldırıyorlar. Bize niye saldırıyorlar? Çünkü biz iyi çalışıyoruz, bilim üretiyoruz. Ancak, hiç kimse imamların bir şey üretmediğini söylemiyor. Bu ülkede 90 bin tane imam var. (...) Bilgi toplumu güzel, ancak bunu kontrol eden kim? Bu dönemin en önemli içeceği nedir? Kolalı içeceklerdir. Peki kolalı içecekler en iyi içecekler oldukları için mi içiliyor? Hayır, firmalar öyle istiyor. Futbol neyin kontrolünde? Siz Yunanlı filozofların tarif ettiği şeylerin kontrolünde olduğunu mu zannediyorsunuz? Hayır, kolanın kontrolünde. Ben firma toplumu derken haksızlık mı ediyorum?
Kozmetik için dünyada silaha harcanan paranın yarısı, yani 500 milyar dolar harcanıyor. 18-20 yaşında çiçek tazeliğinde cildi olan kızlarımızın yüzünde biz o aptal firmaların ürünlerini görüyoruz. Çocuklar birbirinin popolarını öperek, reklamlar yapıyorlar. Dünyanın her yerinde yasak. Üstelik Türkiye'de de dinci bir iktidar var. Bu reklamları yayınlıyoruz, sonra da oturup türbanı tartışıyoruz. Böyle bir etiği anlamıyorum.
BEYİN ETİĞİ
Şimdi herkes eğitimci oldu. AB'den projeler alıyorlar. İyi güzel de AB size proje karşılığında para verdiği zaman onun dediklerini söylemenizi istiyor. O halde etik önemlidir. Ancak, apış arası değil, beyin etiği önemlidir. Etik için bilgi, vicdan lazım. Sadece teknolojiyle olmuyor. Oysa biz bilim adamları teknolojiyi parlatmaya bayılıyoruz. Öyle kolay ki git, oradan al kopyala getir buraya uygula. Ama işin içine biraz vicdan girmeli. Bir bilim ülkesi haline gelmemiz çok zor. Biz bugün eğitim yaptığımızı zannediyoruz. Oysa sadece birbirimize bir şeyler anlatıyoruz. Düşünmüyoruz, tartışmıyoruz. Tartışmaktan nefret ediyoruz, sonra burası üniversite diyoruz.
(...) Din adamları da siyaset adamları da apış arasına yönlenmiş etik kavramını kullanmayı seviyorlar. Bugün dünyanın en ciddi sorunudur etik. Hem dindar olup, hem tanrının yarattığı insanları öldürmeyi nasıl savunabilirsiniz? Bu nasıl ahlaktır?” dedi.
-----
Günün Sözü
İnanç şöyle konuşuyor:
"Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, ölen üyenin cesedi morga gitmeden "sürprizlere hazır olun" dedi. Olayın nasıl olduğunu, belirginleşmeden irdeledik ve anladık ki saldırgan eylemini yapmış, tesadüf eseri yakalanmış.
Silahlı, avukat kimlikli saldırganın daha önce de Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanma olayına karıştığı, aynı kişinin poliste boy boy fotoğrafı olduğunu, sonradan gazetelere yapılan servislerden gördük. Halbuki Cumhuriyet'deki görüntülerinden bunlar birkaç dakika içinde ortaya çıkarılabilirdi. Bir takım büyük otellerin kullandığı güvenli kameraların programı poliste yok derseniz aldanırsınız.
- Asker...
- Olay oldu; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üstüne aynı Şemdinli'de olduğu gibi komplo teorileri üretilmeye başlandı. Efendim saldırgan beş vakit namazını ihmal etmiyormuş. Ağzına sudan başka bir şey koymuyor, bazı sorular karşısında da susma hakkını kullanıyormuş. Örneğin Cumhuriyet'in, vatandaşını ve kurumlarını savunma hakkı yok mu? Bu vatandaş Adli Tıp'ta işkence görmediği konusunda muayene edildi. Ben de öğrenmek istiyorum, bu eylemi hipnoz altında mı yaptı? Bu ne biçim bir iştir? Olayın soruşturması Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yapılıyor. Açıklamalar İstanbul'dan... Bu olaylar olurken, 'terörle mücadeleyi' Başbakanlığa ve onu irticai tehdit saymayan Müsteşarına emanet ettiler bir yasa ile...
Ne Avrupa'da ne de çağdaş ülkelerde, Başbakan, Başbakan Yardımcıları, meclis başkanları yargıya intikal etmiş olaylar hakkında böyle konuşamazlar. Onların yönetimindeki polisler, güçler, mahkemeye intikal etmemiş delilleri belirten unsurları, gazete ve televizyonlara servis yapamaz. Ölüm fotoğrafları yayınlamaya, öldürülecek adamları sanki ilan eden gazeteleri o ülkelerde çıkmasına izin vermezler. Kimse servis yapamaz. Haberleşme hürriyetini her gün bu tür olaylarda yorumlarlar, bazen kişiler hakkında işlem yapılır.
2000'e yakın Türk ve Alman işadamlarına hitap edecek. Daha sonra Başbakan Erdoğan'la görüşecek.
Berlin Maritim Otel'deki akşam yemeğine Merkel'in katılıp katılmayacağı konusunda programda bir bilgi yeralmıyor.
Türkiye'nin AB müzakereleri için 'evet' alınmasında en büyük katkıyı sağlayan eski Başbakan Schörder, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere Türkiye'ye her zaman 'sıcak' bakmıştı. Görevini Merkel'e bırakırken, Türkiye'ye gelerek Erdoğan'a veda etmişti.
Ancak iktidarın değişimiyle Türkiye'nin önünde yeni bir durum ortaya çıktı.
Çünkü, Hıristiyan Demokratların iktidara gelmesi karşısında tüm desteğini Schöder için seferber eden Türkiye için bütün hesaplar altüst olmuştu.
Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Hıristiyan Demokratlar'ın lideri Merkel hatta zaman zaman 'Türk düşmanı' olarak ilan edilmişti.
Bu bakımdan 'soğuk' bağlayan ilişkiler, bugünkü Berlin toplantısı ile yeni bir döneme giriyor. Merkel-Erdoğan görüşmesinin ardından siyasi ve ekonomik ilişkilerde yeni bir sayfanın açılması bekleniyor.
Kemal Şahin'
Gördüklerimiz ve gazetecilik sezgisi ile yaptığımız bu değerlendirmeler bizzat Başbakan tarafından Cezayir dönüşü Ata uçağında dile getirildi.
Başbakan, herkesi Danıştay’a yapılan saldırının arkasından ortaya çıkan gelişmeleri 'kendilerine karşı derin devlet işi' olduğunu inandırmaya çalışıyor.
Başbakan bir adım ileri giderek "Belki Küre, Sauna bağlantıları ortaya çıkacak, bazı ilintileri var" diyor. Başbakan’ın dikkat çekmek istediği şey, içinde askerlerinde bulunduğu (Susurlukvari) bazı mafya gruplarına yönelik operasyonlar.
Peki Danıştay saldırısı sonrası Genelkurmay Başkanı Özkök ile karşı karşıya gelen Başbakan, Şemdinli iddianamesini niye göz ardı ediyor? Onda da asker vardı. Başbakan bundan söz edemiyor. Çünkü, bu iddianamenin hazırlanış sürecinde kendi partisinin milletvekilleri ile bazı bürokratları da 'etkin rol' almıştı.
Orgeneral Yaşar Büyükanıt üzerinden yapılan askeri suçlama kafalardaki 'projenin' en güçlü ayağıydı. Diğeri de yargı ve sonunda laik unsurlar.
Şemdinli iddianamesi, hem hazırlayanı, hem de ona yardımcı olan AKP’li unsurları yedi. Askere karşı komplonun Başbakanlıktaki uzantıları ise hala duruyor.
Bunlar doğru değerlendirmeler.
Artık doğrudan bir kişi ve örgüt ile bağlantısı olmadan genel havadan etkilenerek ses getiren 'bireysel eylem' gündemde yeralıyor.
Danıştay 2. Dairesi üyelerine karşı avukat Alparslan Arslan’ın saldırısı buna uyuyor. Aslan tutuklandı ama siyasetteki yankısı 'tartışmalı' bir şekilde sürüyor; bazı pis kokular ortalığa yayılıyor.
Ancak bu olaya 'komplo' diyenler şimdi bizzat benzer 'komplo'nun içinde değiller mi?
Danıştay’a saldırı yapan avukat Arslan, ifadesinde diyor ki; "Saldırıyı Danıştay 2. Dairesi’nin verdiği türban kararı nedeniyle yaptım. Kararı tek başıma aldım, herhangi bir örgüt bağlantım da yok."
Peki hükümet ve emniyet kaynakları aynı paralelde ne diyor? "Bu hükümete karşı bir komplo, istikrarı hedef alan, bir örgütün yaptığı bir suikast."
Soruşturmayı, daha önce Enerji Bakanlığı'ndaki yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcı Hamza Keleş yapıyor ama gündemi İstanbul kaynaklı polis haberleri 'süslüyor'; 'hükümete karşı komplo var, bu derin devlet işi' diye...
Saldırgan "ben olayı bireysel olarak yaptım" diye israr ediyor; dinci basın da israrla 'komplo' iddiasını sürdürüyor.