Yıl 1989, Kars’ın ekonomisi çökmüş, insanlar göç ediyor; evler tek tek değil, sokak-sokak, cadde-cadde satılıyor. 1980 öncesinde Kars Kalesi'ne 'kızıl bayrak' asılması iddiası ile zaten sarsılmış olan ve göç vermeye başlayan kent çöküşe doğru gidiyor.
Türkiye'nin en zor yılları bu dönem...
İÜ İktisat Fakültesi’nden Prof. Esfender Korkmaz, o dönemlerde insanların dönüp arkasına bakmadıkları Doğu'nun bu yoksul kentinin tarihsel ve kültürel kimliğine yeniden kavuşması için çalışmaya başlıyor. Hemşehrileri ile bir araya gelerek yöreyi kucaklayacak şekilde 'Kars, Ardahan Iğdır Kalkınma Vakfı'nın kuruluşunda önderlik yapıyor.
1992'te Kafkas Üniversitesi kuruluyor. Adım adım gelişerek kentle bütünleşmeye başlıyor. Kars hareketleniyor.
Yeniden toparlanış için aradan bir 10 yıl geçiyor.
Karslı işadamları yüzlerini yöreye doğru çevirmeye başlıyorlar.
1999 seçimlerinde Belediye Başkanı seçilen Naif Alibeyoğlu, Kafkasya ve kent kurultayları, festivalleri ve fuarlarıyla Kars'ı gündeme taşınıyor.
Karamsarlığın yerini coşku ve umut alıyor yavaş yavaş.
10 yıllık görev süresi her bürokrata nasip olmayacak bir şey... Balıbey, cuma günü görevini teslim ederken, Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Genel Müdürlüğü'ne başlayacak.
Balıbey her zaman 'güleryüzlü' bir bürokrattı. Başta DYP olmak üzere ANAP, MHP ve DSP'li 'hükümet' eden siyasetçilerle uyum halinde çalıştı. Çalıştığı bakanlar, İstanbul'un dev sorunlarının üstesinden başka birisinin gelemeyeceğini düşünmüştüler. Balıbey, Erdoğan'ı cezaevinden çıktıktan sonra ilk ziyaret edenler arasındaydı.
Geniş bir dost çevresi yaratmıştı; herkesle barışıktı, kimseyi 'kırmamaya, üzmemeye' özen göstermişti. Hiçbir zaman sorunlu olmadı, belki de bu sebeple AKP'li Bakan Çelik, yaklaşık 4 yıl boyunca kendisine 'dokunamadı'.
Balıbey niye görevinden alındı o zaman?
İddia edildiği gibi muhalefetteki bir partiye yakın mıydı? Dost çevrelerinde bunu reddettiği, "Ben partiler üstü kaldım, o nedenle başarılı oldum İstanbul'da... Siyaseti düşünmüyorum" diye konuştuğu ileri sürülüyor.
Balıbey,
Buna bir kanıt; yapılan anlaşmalar uyarınca projenin BTC Proje Koordinatörlüğü’nün internet sitesinde ( btc.com.tr/proje.html ) "Tüm hattın tamamlanması ve devreye alınması için hedeflenen tarih ise 2005 yılı başlarıdır" deniliyor.
Azerbaycan ve Gürcistan, BTC boru hattıyla ilgili tüm işlerini Mart 2005 yılında tamamladılar. Oysa Enerji Bakanı Hilmi Güler'in, Bakü'de BTC hattının 30.6.2005 yılında bitirileceği taahüdüne rağmen BTC boru hattı tam 1 yıl gecikme ile devreye girdi.
'Cezamız günde 500 bin dolar' başlıklı yazımızda (27.5.2005)petrol uzmanı, makine yüksek mühendisi Aslan Özmen, "Gecikmenin sebebi Türk müteahhitlik firmalarının yetersizliğidir" demişti. (Tepe İnşaat, Pink Loyyd/Limak ve Alarko. 'Bu işi Fernas bitirdi.') Yakın zamana kadar bölgedeki projelerde görev alan Özmen'le dün konuştuk. Bize projenin olumlu ve olumsuz yanlarını anlattı. (Bu konudaki görüşlerini önümüzdeki hafta köşemizden yazacağız.)
Özmen'in söyledikleri şunlar:
HUŞ TAVUĞU AMA
"Bu proje Türkiye için ekonomik olmaktan çok stratejiktir. Proje öyle kolayca da gerçekleşmemiştir. Bunlar tamam da... Kamuoyundan gizlenen gerçek vardır; bir yıl için, AIOC'ye (Azerbaycan uluslararası petrol şirketi) günde 500 bin dolar, yılda ise 180 milyon dolar ceza ödeneceğidir. Ana müteahhit BOTAŞ diğer bir sebep olarak çocuk kandırırcasına BP'nin çevreci standartları yüzünden 'Huş tavuğunun' kuluçkalaması dolayısıyla 6 ay çalışamadıklarını söylemektedir. BP şirketi çevreye önem verir ama bu kadar enayi değildir! BOTAŞ'ın ikinci iddiası Reinstatement masalıdır. Reinstatement, arazinin eski haline getirilmesidir. Yine müptedi Türk müteahhitleri bunu yapmamışlardır. Boru hattı gezildiğinde güzergah yer yer toprak öbekleriyle doludur. Toroslar'da ormanlar kesilmiş, kaynak gözlerine yakın 'pig istasyonları' yapılmıştır."
SEZER, SORDU
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer dün BTC'deki bir yıllık gecikmenin neden kaynaklandığını, Türkiye'nin bu konuda bir tazminat ödeyip ödemediğini, gecikmenin sorumluları hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığını sorarken şöyle dedi:
Bu yapının adı <B>’Balkan-Rumeli Türkleri Konferedasyonu’</B>dur.
Atatürkçü, laik, demokrat ve Türk gelenek-göreneklerine sonuna kadar saygılı <B>Balkan, Rumeli </B>ve <B>Trakya </B>insanı geçmişte olduğu gibi bugün de üzerine düşen görevi layıkıyla yapacak birikime ve güce sahiptir. Bu birikim sonucunda gelen görüşlerin ışığında, <B>Türk </B>insanını hedef alan, ülkemizde ve bölgemizde oluşan veya oluşturulan sorunlara kayıtsız kalmamız beklenemez.
Bu amaçlarla çalışmak ve <B>Türk</B> milletine yönelik bu haksız tutumlarla mücadele etmek için güçlü bir örgütlenme kararı alındı.
Konfederasyon; <B>Balkan, Rumeli </B>ve <B>Trakya </B>Türklerini, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana ilk defa bilinçli ve kararlı olarak bir araya getiren bir yapıdır. Bu örgütlenmeye sebep olan gelişmeler; <B>Cumhuriyetimizin </B>çok büyük yaşamsal sıkıntılar içinde olması,<B> Balkanlarla </B>gerektiği kadar ilgilenilmemesi ve <B>Türk </B>dış politikasında <B>Türk </B>insanının sivil inisiyatifinin engellenmesidir. <B>Türkiye’</B>de yaşayan 35 milyonun üzerindeki <B>Balkan, Rumeli </B>ve <B>Trakya </B>kökenli <B>Türk </B>insanı <B>Türkiye’</B>nin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi hayatına artık layıkıyla müdahale edecektir. <B>Balkanlar </B>konusunda yapılan yanlışlıklar <B>Türk </B>kamuoyuna anlatılacak ve milli meselelerde tavır alınacaktır.
<B>’TÜRK MİLLETİ’ KİMLİĞİ
Atatürk </B>tarafından başlatılan milletleşme ve aydınlanma sürecinin kesintisiz olarak sürdürülmesi için çalışılacak,<B> Türkiye’</B>nin bölünmesi için yapılan dayatmalara karşı durulacaktır.
<B>Türk </B>milletini zayıflatan, ulus olmayı engelleyen köylücülük, kasabacılık, bölgecilik, hemşericilik, mezhepçilik ve etnik kimlik gibi arayışların ve oluşumların karşısına <B>’Türk milleti’ </B>kimliği ile çıkılacaktır.
Her şeyi devletten ve siyasetten bekleyen anlayış terk edilerek, sorunların çözümünde sivil inisiyatif alarak ne olursa olsun <B>’Türk Milleti’</B>nin aldatılmasının ve yanıltılmasının önüne geçilecektir.
Kütahya Cumhuriyet Mahallesi Cevher Sitesi A Blok altında üç senedir her okul kapanışında yoğun bir faaliyet yaşanmaktadır. Üçlü-beşli gruplar halinde 10 yaşlarında ve daha küçük kızlar sabah saatlerinde civar mekanlardan buraya toplanmaktadır.
Bu durumun yasallığını merak edip Kütahya Müftülüğü'nden bir yetkili ile görüşmek istediğimde çok çarpıcı yanıtlar aldım.
"Apartmanlarda ve benzeri yerlerde Kuran kursu açılması yasadışıdır ancak vatandaş isterse buralarda Kuran kursu açar, biz buna karışmayız. Biz sadece resmi Kuran kurslarını denetleriz" şeklinde bir mantıkla karşılaştım.
"Kaçak Kuran kursu açılmasının sizinle bir ilgisi yok mudur?" şeklinde olayı daha da netleştirmek istediğimde kesin olarak bizle ilgisi yoktur şeklinde bir yanıt aldım.
Anlaşılan o ki bu kaçak Kuran kursları illerdeki müftülüklerin göz yumması sonucu yaşama alanı bulabilmekteler. Peki kanunların ve Cumhuriyetin bekçisi olan güvenlik güçleri ve savcılar neden harekete geçmiyor? Her sabah şehirlerin ana caddeleri kenarlarından değişik kıyafetlerle yürüyen 8-10 yaşında çocukları görmemek mümkün mü? Kanunların uygulanmasında keyfiyet olabilir mi?
Türkiye Cumhuriyeti'nin yetiştirdiği çocuklarla mı yoksa tarikatların yetiştirdiği çocuklarla mı geleceğimizi kuracağız? Bu soruyu herkes kendisine sorsun diyorum.
Bu ileti görevlerini yapmayan tüm birimlerin kamuoyuna şikayetidir.
Çetin LALELİ
CHP Grup Başkanvekili Prof. Haluk Koç dün TBMM'deki basın toplantısında bir yanına Konya Milletvekili Atilla Kart'ı, soluna da İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nu alarak "Başbakan, arkadaşlarını tanıtarak siyaset yapıyor, ben de arkadaşlarımı size tanıtıyorum. Yaptıkları her şeye kefilim" dedi.
Konu, 'El Kadı' dosyasıydı; Başbakan Erdoğan'ın NTV'deki kendisini 'hayırsever' olarak tanıtan açıklamasından sonra akıllar karışırken birçok soru gündeme geldi.
Olayın peşine düşen CHP, 'esasa' inmek; Başbakan ise iddialara direkt müdahale ederek 'küllendirmek' istiyor.
CHP'liler, Başbakan'ın açmazına karşılık ciddi soruları gündeme getiriyorlar:
- Yasin El Kadı'nın adı BM Güvenlik Konseyi'nin kararlarında terör örgütü El Kaide'ye destek verenler arasında geçiyor mu, geçmiyor mu?
- GK'nin bu kararı nedeniyle Bakanlar Kurulu kararıyla El Kadı'nın mal varlığı, tüm hak ve alacaklarını dondurdu mu dondurmadı mı?
- Başbakan "Hayırsever olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan bir insan... Yasin Bey'i tanıyorum ve kendime inandığım gibi inanıyorum" diye itirafta bulunuyor. Peki, TC hükümeti ne zamandan beri hayırsever işadamlarının mal varlıklarını dondurdu? Başbakan, 'hayırsever arkadaşı'na BM tarafından yapılan haksızlığı gidermek için Ecevit hükümetinin aldığı Bakanlar Kurulu kararını kaldıracak mı, kaldırmayacak mı?
NİYE SÜMEN ALTI
On kıtasını ezbere okuduğu İstiklal Marşı ve Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya şiiriyle hükümet üyelerini ağlatan 4 yaşındaki Suğra Bal, Başbakan Erdoğan'ın kucağında hiç heyecanlanmadığını söyledi. Çok uykusu olmasına rağmen hiç yorulmadan sahnede duran Suğra, enerjisinin sırrını "Onları okurken Atatürk ve şehitlerimiz gözümün önüne geliyor" diye açıkladı.
Hatta geçen akşam Suğra Bal özel bir kanalda İstiklal Marşımızı o kadar güzel okudu ki tüylerim diken diken oldu. Ama benim asıl dikkatimi çeken şey Suğra'nın bunu okuması değil. Hükümet üyelerinin ağlamaları!
Biliyorsunuz aynı hükümet üyeleri, dualar okuyan, küçücük bedenlerini saran o kapalı kıyafetlerle insanlara şirin gözüktürülmeye çalışılan kız çocuklarına da ağlamışlardı. Bunlar her şeye ağlıyor. Ama asıl, ülkenin her yönden ezilen vatandaşının halini gördüğü halde, onun için akıtacak gözyaşı bulamıyor olmaları ilginç.
- Küçük Suğra okurken, gerçekten bu haykırışa mı ağladılar? Yoksa "Vay be demek ki İstiklal Marşı bu kadar derin ve geniş anlamı olan bir marşmış. Biz neden fark edememişiz" dedikleri için mi?
- Gerçekten küçük Suğra'nın "Onları okurken Atatürk ve şehitlerimiz gözümün önüne geliyor" açıklamasına mı ağladılar? Yoksa bu ülkeyi kurmak için Atatürk'ün ve şehitlerin var olduğunun farkına yeni varmanın utancıyla mı?
- Gerçekten bir mucizeye mi tanık oldukları için mi ağladılar. Yoksa "Bu milletin bir onuru, haysiyeti olduğunun farkına yeni vardıklarını (tam vardılar mı bilemiyorum tabii) gördükleri için mi?
Suğra'ya böyle yüce değerleri aşılayan ailesini tebrik ederim. (Umarım kızlarını kanal kanal dolaştırıp, o küçük kızı yormazlar. Ve eğitimine önem verirler.) Çünkü o yaşlarda çocuklara ne verirseniz onu alırlar. Bir kesimde, o yaşlarda çocuklara dinsel öğeleri aşılamakta ve bunu da her türlü oyun için kullanabilmektedirler. İki eğitim de önemli tabii.
Asıl soru şu;
Sadece Vatan, Yeni Şafak ve Tercüman'da yer alan ilanı diğer gazetelerin kabul etmedikleri anlaşıldı.
El Kadı konuşurken, hükümet kanadından ise 'kapanan' dosyaya karşı suskunluk sürüyor.
Cüneyd Zapsu'nun, BİM'den eski ortağı olan El Kadı 'Kamuoyuna Açıklama' başlıklı ilanında, "El Kaide terör örgütüyle bir ilişkisinin bulunmadığını, yardım etmediğini, ortada herhangi bir suç olmadığını, parasını Türkiye'ye yatırım için getirdiğini, hepsinin izinli olduğunu ve bunun Türk yargısıyla kesinleşmiş kararlar olduğunu" savunuyor.
Ancak hakkındaki iddiaların 'kesinleşmiş kararlar' olduğunu ileri süren El Kadı (ve de diğer S.Arabistanlı işadamı Wa'el Julaidan), olayı soruşturan iki MASAK (Maliye) müfettişinden Hamza Kaçar'ın incelemesinin ne tür engellerle karşılandığını ve sonunda görevden alındığını, dosyaya takipsizlik kararı veren iki savcının, olayda adları geçen diğer altı kişi hakkında ifade almadığını bilmiyor mu?
Zaten, El Kadı'nın ilanda savunduğu hususların, savcının 'takipsizlik' kararındaki unsurları içermesi dikkat çekiyor.
MÜFETTİŞİN EMEĞİNE YAZIK