Paylaş
Sadece Vatan, Yeni Şafak ve Tercüman'da yer alan ilanı diğer gazetelerin kabul etmedikleri anlaşıldı.
El Kadı konuşurken, hükümet kanadından ise 'kapanan' dosyaya karşı suskunluk sürüyor.
Cüneyd Zapsu'nun, BİM'den eski ortağı olan El Kadı 'Kamuoyuna Açıklama' başlıklı ilanında, "El Kaide terör örgütüyle bir ilişkisinin bulunmadığını, yardım etmediğini, ortada herhangi bir suç olmadığını, parasını Türkiye'ye yatırım için getirdiğini, hepsinin izinli olduğunu ve bunun Türk yargısıyla kesinleşmiş kararlar olduğunu" savunuyor.
Ancak hakkındaki iddiaların 'kesinleşmiş kararlar' olduğunu ileri süren El Kadı (ve de diğer S.Arabistanlı işadamı Wa'el Julaidan), olayı soruşturan iki MASAK (Maliye) müfettişinden Hamza Kaçar'ın incelemesinin ne tür engellerle karşılandığını ve sonunda görevden alındığını, dosyaya takipsizlik kararı veren iki savcının, olayda adları geçen diğer altı kişi hakkında ifade almadığını bilmiyor mu?
Zaten, El Kadı'nın ilanda savunduğu hususların, savcının 'takipsizlik' kararındaki unsurları içermesi dikkat çekiyor.
MÜFETTİŞİN EMEĞİNE YAZIK
Bilindiği gibi, müfettişin büyük emek verdiği 'MASAK raporu'nun geri çevrilmesine karşı itiraz etmemesi olayın bir başka boyutunu oluşturuyor.
Savcılığın bir takipsizlik kararı, kesinleşmiş bir yargı kararı sayılabilir mi? Hukukçulara göre, bu karar beraat niteliğinde bir yargı kararı değildir.
CHP'li hukukçu Atilla Kart, bu noktada "Savcılık incelemesi aşamasında hukuk dışı müdahalelerin bulunduğu anlaşılıyor" diyor.
BM'nin 'El Kaide ve Usame bin Ladin'le bağlantılı olan, terörizmin finansmanına destek sağlayan kişi ve kuruluşlar hakkında tedbir alınmasını isteyen' kararı, ilgili hükümet tarafından 30.12.2001 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlandığına göre, o günden bugüne kadar El Kadı'nın "Beni listeden çıkartın" diye Türk yargısından aldığı bir karar var mıdır?
Yoksa bu karar olduğu gibi halen yürürlükte sayılmakta mıdır?
CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte dosyayı 'didik didik' eden Atilla Kart, son gelişmeler karşısında dosyanın bilinçli olarak engellendiğini söyleyerek şöyle konuşuyor:
BAKANIN YETKİLERİ AYNEN SÜRÜYOR
"Ortada eksik bir şekilde kapatılan dosya vardır. Sayın Cemil Çiçek, Fikret Bila'ya 'Yeni uyum yasasıyla birlikte Adalet Bakanı'nın yazılı emir yetkisi kaldırıldı' diyor. Hayır... 1.6.2005'te çıkan Ceza Mahkemesi Kanunu'nda bu yetki 'yazılı emirle bozma' yetkisi olduğu gibi bu tarihten sonra yürürlüğe giren yeni kanunda da 'kanun yararına bozma' yetkisi var. Yetkileri korunuyor. Burada da konunun incelenmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yazılı talepte bulunabilir Sayın Bakan... Tabii gerçek suçluların tespiti ile bu olayda suçsuz olanların mağduriyetlerinin giderilmesi adına bu başvurunun yapılması gerekir. Çünkü resmi mercilerin rapora bağladığı bir dosya var ortada; engellenmemesi gerekiyor. Bundan ötesi Yargıtay Cumhuriyet Savcısı'nın kararındadır. O dosyayı ilgili daireye gönderir veya göndermez, o ayrı bir konu... Biz bu nedenle 4 firma ve 8 kişi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Hafta başında da Bakan Cemil Çiçek'ten, yeniden soruşturma yapılması için talepte bulunacağız. Hatta ilgili savcıları Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu'na şikâyet edeceğiz."
Tabii bütün bunlar 'hukuk devleti' kavramına inanılıyorsa olacaktır.
'EL Kadı' dosyasına bağlı dikkat çekici bir husus da, hükümetin göreve geldikten sonra, terör örgütüne kaynak sağladıkları BM'den gönderilen güncelleştirilmiş listelerde yer alan ve mal varlıkları dondurulan isimleri son üç yıldır Resmi Gazete'de yayınlatmaması. Hem de Bakanlar Kurulu tarafından karar alınmasına rağmen.
2001'deki listede 121 kişinin mal varlığına el konulması talebi varken, liste 2002'de "-1+9" ve 2003'te de "+20" değişikliğe uğruyor. Ancak AKP döneminde, 2004'te "+37", 2005'te "+65" ve 2006'da "-1+65" çıkarma ve eklemelere uğrayan listenin Resmi Gazete'de önceki uygulamanın aksine yayınlanmaması dikkat çekiyor. Hükümet neden bu listeyi yayınlatmıyor?
Bu kişilerle ilişkisi olabilecek iyi niyetli vatandaşları piyasa adına neden korumuyor?
Bunun da cevabı yok bugüne kadar.
230 milyon dolara mal oldu, zarar Hazine'ye ve İstanbul halkına yazıldı
ANKARA'dan mimar okurumuz Yıldırım Tuna, Vatan Gazetesi'nde dün yer alan 'Paralar vın...' başlıklı Öge Demirkan'ın haberi üzerine "Nasıl insanlarsınız siz, nasıl?.." diye tepkisini gösteriyor:
"Her yerden bir rezalet, bir kepazelik fışkırıyor.
Daha 1 yıl dolmadı! Formula 1 pisti (İstanbul Park) dediğiniz 25 milyon dolara biter denilen pist, nasıl 230 milyon dolara biter? Kim yapmış bunun hesabını, kim şaşmış? Hangisi hatalı? Hesabı yapan mı, inşaatı yapan (Evren İnşaat) mı?
(İTO mu, İstanbul Özel İdaresi mi, Büyükşehir Belediyesi mi, inşaatı yapan Evren İnşaat mı, yoksa Formula 1'in patronu (FOA) Ecklestone mi?)
Bir baklavanın hesabı için gencecik fidanları cezalandıran ülke burası değil mi? Niçin araştırılmaz?
Formula 1'in patronu Bernie Ecklestone ile her sene hazine garantili trink 13.5 milyon dolar ödeyeceğiz diye anlaşmayı kim imzaladı, kim onayladı?
Nasıl insanlarsınız siz?
18 milyar dolar olan dış borç 320 milyar dolara çıktı, istiklalimiz gitti, hâlâ farkında değil misiniz?"
- KONYA Müftü Vekili Hüseyin Çalışkan'ın, bir okurumuzun Meram'daki Sarnıç Camii İmamı Ali Osman Türkmen'in, cuma vaazında "Düğünlerde dans etmek, yataktaki zinanın ayakta yapılan şeklidir" biçimindeki sözleri ve bunun köşemizde bir okur mektubu olarak yer alması üzerine, "Söz konusu imamla ilgili çalışma doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı'nca yürütülüyor. İddiaların araştırılması için Konya'ya bir müfettiş gönderileceğini tahmin ediyorum" dediğini...
AVRUPA'da otoyol kenarlarında ses bariyerleri vardır. İstanbul'u bir ölçün bakalım. İstanbul'da kaç kişi etkileniyor? Otoyollardaki 200 desibele yakın gürültü için belediyelere yada Karayolları'na ceza kesildi mi hiç? Çocuklarımızın sağlığı için önlem alın lütfen.
Hülagü ÖTÜGEN
GAZETEMİZDEN İNTERNETE TAŞIDIĞIMIZ YAZILAR
TÜRKİYE’de son 40 yıldır ne zaman nükleer tartışmalar alevlense, ortaya Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) yetkilileri çıkar. Bu gelenek yine bozulmadı. UAEK Başkanı Muhammed El Baradey, üç adet nükleer santral kurmayı planlayan AKP hükümetinin davetlisi olarak Türkiye’yi ziyarete geldi. Bu ziyareti, nükleer lobinin Türkiye’yi karanlık emellerine alet etmedeki kararlılığının bir göstergesi olarak da algılamak yanlış olmasa gerek. Dünyanın en büyük endüstriyel felaketi olan Çernobil kazasının sonuçlarını bile aradan geçen 20 yıla rağmen gizlemeye çalışan bu kurumun başkanı Baradey, UAEK’nin nükleer enerji konusundaki rolünü 'riski en aza indirmek olarak' niteliyor. Öyleyse indirin sayın Baradey. Nükleer santral pazarlamayı bırakıp varolanların kapatılmasını destekleyin ve riski en aza değil, sıfıra indirin!
Ortalama gücü 1000 MW olan bir nükleer reaktörden her yıl 30 ton yüksek, 300 ton orta ve 350 ton düşük seviyede radyoaktif atık çıkar. Baradey’e sormak istiyoruz: On binlerce yıl radyoaktif kalan ve dünyada hiçbir ülkenin çözüm bulamadığı nükleer atıkları ne yapacakları sorusuna 'satacağız' diye cevap veren bir enerji bakanının yönetimde olduğu herhangi bir Avrupa ülkesinde kurulacak nükleer reaktörlere lisans verir miydiniz? UAEK’nin hem nükleer enerji hem de nükleer silahlarla ilgili çifte standartları bu kuruma olan güveni büyük ölçüde azaltmıştır. İran’a yapılan baskının milyonda biri İsrail’e, ABD’ye ya da Rusya’ya yapılmamaktadır. Halbuki kalıcı bir barış için tüm ülkelerin silahsızlanması olmazsa olmaz koşuldur.
Daha bir hafta önce, Ege Bölgesi’ndeki 14 ili, ortada arz sıkıntısı yokken saatlerce elektriksiz bırakan AKP hükümeti değil midir? Aradan bu kadar gün geçmesine rağmen kesintinin nedenini kamuoyuna tam olarak açıklayamayan enerji bakanı, bu hükümetin bakanı Hilmi Güler değil midir? Kendi istifa edeceği yerde bir bürokratını görevden alarak kamuoyunu yanıltmaya çalışan, özelleştirmeyi sonuna kadar savunan, ancak özel sektörün elinde oyuncak olan yine AKP hükümeti değil midir? Türkiye’de yaşayan 73 milyon insanın gözlerinin içine baka baka, UAEK başkanını da yanına alarak "güvenli santral yapacağız" diyenlere artık kim inanır?
Türkiye 'Yeşilleri' olarak bizim bu masallara karnımız tok. Türkiye’nin enerji sorununu ne nükleer lobinin gizli elçisi Baradey ne de AKP hükümeti çözebilir. Enerjide 'yeşil devrim' zorunludur ve bu devrimi muhafazakar kafalar yapamaz!
"BEN Albayrak Holding’e bağlı İstanbul Büyükşehir Belediyesi- İSKİ'nin
en büyük müteahhit şirketi Sistem İnş. Ltd Şti’nde çalışan 2000’e yakın işçiden biriyim ve onlar adına yazıyorum bu mektubu size...
Biz şirket çalışanları Mayıs ayı maaşımızı hala alamadık. Yani kamuoyunda muhafazakar diye bilinen şirketimiz düzenli olarak geciktirdiği maaşlarımızı maalesef bu ay da geciktirdi. 1 mayıs ile 31 Mayıs arasındaki alnımızın terini bugün (7 Temmuz) hala alamadık.
Ne iş yapıyor bu şirketin çalışanları ?
İstanbul’da yaşayan insanların su sayaçlarını okuyor ve faturalarını dağıtıyoruz. Eskimiş su sayaçlarını, bozuk su sayaçlarını değiştiriyoruz.
İSKİ ile yeni bir sözleşme yapan abonelerin su tesisatlarını yapıp, sayaçlarını takıyoruz. Zamanında ödeme yapmayan ve suyu kapatılması gereken abonelerin sularını kesiyor ve ödeyince gidip açıyoruz…
Kaçak ve usulsüz su kullanan abonelerle ilgili işlemler yapıp büyük bir kamusal kaybı önlüyoruz. Su sayaçlarına barkod takıyoruz. İstanbul’daki binaların yapı barkodlarını takıyoruz. Büyükşehir Belediyesi'nin 'Bülten' dergilerini dağıtıyoruz.
İSKİ'YE ŞOFÖRLÜK
İSKİ’nin ilgili birim amirlerine şoförlük yapıyoruz.
Tüm bu işler karşılığında parça başı ücret alıyoruz. Örneğin İSKİ’nin şirketimize değişen bir sayaç için ödediği ortalama 10 YTL’nin 1 lirasını biz alıyoruz, örneğin borcunu zamanında ödemediği için suyu kapanan ve açılan bir aboneye İSKİ 9 YTL kapama-açma cezası kesiyor, bu paranın tamamına yakını hizmeti yaptığı için şirketimize ödeniyor ve 2 YTL'sini biz alıyoruz…
Albayraklar tüm bu işler için hak ettiği kazancı İSKİ’den her ayın ilk haftası en geç 5. gününe kadar kuruşu kuruşuna alırken biz maaşlarımızı ayın son günü ancak alabiliyoruz. Ve çoğu zaman da böyle 40 günlük bazen 50 günlük gecikmeler oluyor.
Albayraklar bugün Türkiye’nin bir çok ilinde kamuda bir çok ihale almış bir grup, Türkiye’de birçok ilin su işlerini de bizim şirketimiz yapıyor. Kaçak su kullanımın azalması vs bir çok konuda İSKİ’ye dolayısıyla kamuya bir çok katkısı bulunmuş bir şirket... Ve bu başarısında biz çalışanlarının emeği var tabi ki.
Ne yazık ki, bu emeğimizin karşılığı verilmiyor. Ve bunlar maalesef ne şirketimizin, ne de bizim hukukumuzu da korumakla görevli olan İSKİ yöneticilerinin, Büyükşehir yöneticilerinin umurunda değil.
Konuyu İSKİ yöneticilerine ilettiğimizde kendilerine yazılı dilekçe ile başvurmamızı ve o zaman maaşımızın ödeneceğini iddia ediyorlar. Ama bu da bizim bir nevi işten atılmamız anlamına geliyor.
İSKİ’de mozaik bir personel yapısı var. Memurlar, işçiler, sözleşmeli işçiler, Büyükşehir iştirakleri çalışanları, müteahhit işçileri, taşeron işçileri...
Çalışan personel sayımızla biz İSKİ’deki devlet memurları kadarız neredeyse.
Ve maaşları bizim kadar geç ödenen başka bir çalışan grubu yok.
En son aldıkları zam ile aylık gelirleri 1.200-1700 YTL arasında değişen, tüm sosyal hakları ve ikramiyeleri olan İSKİ işçileriyle aynı işi 600-1000 YTL arasında değişen ücretlerle biz de yapıyoruz. Kamu için çalışıyoruz. Ama İBB ve İSKİ yöneticileri bizim mağduriyetimizi gidermek adına hiçbir şey yapmayınca kamusal hukukun bir diğer temsilcisi medyada bulunan birisi olarak sizlere yazmak zorunda kaldık artık."
Buyrunuz İSKİ, Albayrak yöneticileri...
Paylaş