Sonradan Cumhuriyet Senatosu üyesi olan gazetenin Genel Yayın Müdürü Ecvet Güresin, Vatan’da istihbarat şefi iken Çetiner muhabiriymiş. 1960 sonrasında İtalya’da basın ataşeliği görevinden döndükten sonra davet etmişti Cumhuriyet’e Çetiner'i... Burhan Felek’in odasında oturması söylenmişti Yılmaz Abi'ye.. ‘Oda’ deyince şimdikilerle karıştırılmasın. ‘Pembe Konak’ın bir yüklük odasıydı. Ahşap bir masa ve iki sandalye, bir de santraldan bağlanabilen telefon var. Kendi daktilon varsa, getirip kullanabilirsin. Yoksa elle yazabilirsin; çok da zahmetlidir aslında. O zamanlar, Ecvet Güresin, Mehmet Barlas, Burhan Felek ve Hasan Cemal'i (sonra döndü) elle yazanlardan olarak hatırlarız.
Çetiner o kadar uzun yazılarını elle yazıyordu.
Kendisi abilerimizin kullandığı sıfatlarla cin, uyanık ve cevval idi. Bizlerle gelir konuşur, uyarır, yol gösterirdi.
Siyasetçi-asker-işadamı-sanatçı olsun hemen herkesi tanıyordu. İstenilen zor bir ‘istihbaratı’ kolayca öğrenebilirdi. Çünkü daha önce İstanbul’da polis, Ankara’da da siyasi muhabirlik yapmıştı.
Gerçekten uzun bir meslek yaşamı...
Bunun üzerine Vali, Emniyet Müdürü ve Çevre Müdürü, Boğaz’da saat 03.00’de ses ölçüm aygıtlarıyla desibel ölçümü yapıyorlar.
Anadolu yakasından gelen tepkiler haklı, Başbakan da İstanbul’a geldiğinde Üsküdar’daki evinde kalıyor. Ancak bir yanlış yapılıyor; hoparlörlerini müşteri grubuna değil de, müşteri çekmek için Boğaz’a doğru yönlendiren, kontrolsüz müzik yayını yapan eğlence yerleri dikkate alınmadan, hepsi kapatılıyor. Yani kurunun yanında ‘yaş’lar da yanıyor.
Yaz sezonunun tam ortası; Ege ve Güney sahillerinin aksine İstanbul’daki otellerin hemen hepsi dolu; gezecek yerler arasında ‘marka’ olmuş eğlence yerleri var.
Peki adını duydukları bu eğlence yerlerine gitmek isteyen hiç turist olmaz mı? İstanbul’un idarecileri bunun yanıtını biliyorlar ama Başbakan’a karşı bir şey diyemiyorlar.
Akılımıza ‘mısır’ geliyor.
Anlatalım:
Amerika geldi, Cargil vasıtasıyla tatlandırıcı mısır şurubunu ülkemize soktu. Pancar ekimimizi kotaya bağlattı. Mısır ürününe talep olunca köylü teşvik edildi, dağ taş mısır oldu. (Bu arada fonların indirildiği ve yükseltildiği dönemlerde ithalden vuran vurdu.) Üretici fiyat bulamadı, zarar etti. İstikrara dayalı bir plan ve program olmadığından üretim-fiyat dengesi kurulamadı. Zaten miras hukuku nedeniyle küçülen arazilerde ekim maliyeti yüksek oluyor. İşte oyun burada başlıyor. Örneğin, Cargil bu kez “Türkiye’de mısır pahalı, Amerika’da çok daha ucuz, ben mısır ithal etmek istiyorum” diyor.
Fındığa dönersek... Türkiye’nin fındıkta bu kadar üretim gücü var. Yazıyorsunuz, bu değerlendirilmiyor diye. Doğru. Biz ne yapıyoruz ‘Aganigi’ reklamı ile fındığı kendimize tanıtıyoruz. Kimsenin aklına fındığı Çin’e, Hindistan’a, Afrika’ya, Suudi Arabistan’a ve Türk cumhuriyetlerine tanıtmak gelmiyor. Turizm kampanyaları gibi niye bu yemişi ‘aganigi’ diye dış piyasalara açmıyoruz.
İlle bir yabancı gelsin, akıl versin diye bekliyoruz.
Örneğin, dünyanın sayılı gıda devi Cargil, kendi ülkesinden mısır ithal ederken, milyon dolarlar kazandığı ülkemizin fındığını tanıtmayı hiç düşünmüş müdür?
Dünyaya tanıtamadığımız sürece fındık, hep çikolata için sanayi ürünü olarak kalmaya mahkûm olacaktır.
Dünyada fındığın bir borsası yok. Aslında bunun Türkiye’de oluşturulması lazım... Bugüne kadar oluşturulmaması da Türkiye’nin ayıbıdır. Üreticisi ve satıcısı sadece Türkiye ise neden bu konuda bir çaba gösterilmiyor?
Borsa, Türkiye’nin bu ürüne ne kadar ciddi baktığının göstergesi sayılır aynı zamanda.
Nasıl TOBB, eğitime önem verdiğini göstererek üniversite kuruyorsa 'milli ürün’ için de pazar dalgalanmasının önüne geçmek amacıyla borsa kurulması çabasına öncülük edemez mi?
Fındık 30 yıldır ortalama 3 dolardan değer buluyor. 2004 yılı rekoltesi düşük olduğundan 2005 yılında Türkiye 10 dolara fındık satıp 2 milyar dolar döviz getirisi sağlayabileceğini gösterdi. Mevzi kazanarak ürünün değerini, fındığın gücünü anladı.
Ortalama 2-3 dolarlık fiyattan 10 dolarlık bir değer ortaya çıkmışsa, bu fiyat niye istikrarlı olmasın bugün için. Yeter ki, iç ve dış oyunlara alet edilmesin fındık... Yoksa, fındık yeniden 2-3 dolarlık fiyat seviyesine inerse, Fındık İhracatçıları Birliği eski Başkanı Lokman Kondakçı’nın dediği gibi önümüzdeki yıllarda 2 milyon insan daha varoşlara göç eder. Bu yılki mücadele, gelecek yılların seyrini de oluşturacak. Hükümet bunu iyice düşünmeli. Özellikle de işine gelmediği durumda polis müdürünü görevden aldırabilen AKP’li Karadenizli vekiller...
Fındık kulisini arkadan istediği gibi yönlendiren Cüneyd Zapsu’ya da bir şeyler söylemeli, cesaretleri varsa... Zapsu’ya sormak lazım, dıştan fiyatları ayarlamak mı daha iyi, yoksa bir borsa oluşturmak mı?..
Zapsu neyin
Geçen cuma günü ‘fındık patlıyor’ demiştik, patladı.
Türkiye’de sadece bir ürüne dönük tepki üzerine ilk kez bu kadar büyük bir miting yapılmış oldu; geçen yıl Manisa’daki ‘tarım mitingi’ gibi...
Dünya üretiminin yüzde 95’ine hakim olduğumuz, yılda 2 milyar dolar döviz girdisi sağlanan ‘milli ürün’ üzerine oynanan oyunlara karşı en büyük tepkisini gösterdi Karadenizli üretici... Bu miting, ‘Başdanışmanı’nın ‘Bu fiyatlar iyidir’ demesine bağlı olarak Başbakan'ın ‘Fındık pahalı’ sözleri ile kendileriyle alay edildiğinin dışa vurumu oldu.
“Terör bölücülük de, insanı aç bırakmak bölücülük değil mi?” pankartı her şeyi ifade ediyordu.
Üreticinin kızgınlığının bir başka kaynağı da ne biliyor musunuz? TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun, pazar günkü mitingden önce bölgeye gelerek Bakanlar Kurulu’nun pazartesi günü (dün) fındık konusunu gündemine aldığını söylemesi... Bu konudaki haberlerin mitingin yapıldığı gün gazetelerde yer alması tepkiyi engelleyemedi.
Bizler her konuda çözümü son anda düşünüyoruz.
Giresun’dan Fiskobirlik üyesi bir üretici bize şunları söyledi:
“Bakanlar Kurulu fındığı masaya yatırdığını son gün Hisarcıklıoğlu tarafından açıklatıyor. Hükümetin sözcüsü yok mu, bölge milletvekilleri adam yerine konmuyor mu? Yoksa, TOBB Ziraat Odaları Birliği mitingden rahatsız mı oldu? Görüldüğü gibi hiçbir güç mitingi sabote edemedi, üretici özgür iradesiyle hükümete ders verdi.”
Hiçbir ülkede bu kadar ‘doğa cinayeti’ işlenemez.
Peki, Adalet Bakanlığı’nın savcıları, İçişleri Bakanlığı’nın polisleri, Bayındırlık Bakanlığı’nın mühendisleri ne yapıyor?
Siyasetçinin emrindeki kamu görevlilerinin çoğu bunu izlemek zorunda kalıyor.
Savcıların çoğu böyle bir yolsuzluğa karşı resmen harekete geçemiyor.
Çünkü siyasetçiden korkuyor.
Ne yazık ki Bodrum’da olduğu gibi bu talan ve soyguna jandarma müdahale etmek zorunda kalıyor.
Siyasetçi aslında uyumuyor, fakat perde arkasından olanları gözlüyor.
Bir belediye başkanının ‘yağma ve talan’dan haberi olmaz mı?
Bir gün hesap yapmış Kondakçı... Türkiye’de bir yılda adet olarak 200 milyar fındık üretildiğini hesap etmiş. “Emin olun Amerika’nın böyle bir üretim gücü olsa, bir tane fındığı allayıp pullayıp, ambalaj içinde 1 dolara satar. Çünkü bu ürün B1, B2, B6 ve E gibi vitaminler taşıyor, her derde deva... Ama biz aptalız, bunu yeterince değerlendiremiyoruz” diyor.
Kondakçı’ya “Fiskobirlik...” demeye kalmadı hemen söze başladı:
“Başbakan ile ‘başdanışmanı’nın bakışıyla Fiskobirlik tabii ki ayrı şeylerdir. Fındık, Fiskobirlik’ten ibaret değildir. Fiskobirlik’e yönelik eleştiriler başkadır. Hükümetle sorunları olabilir. Ne derse denilsin, Fiskobirlik’in eli kolu bağlıdır. Hükümet gene de böyle bir ürüne sahip çıkmak zorundadır. Fındığın üreticisi 600 bin çiftçi ailesidir; 3 milyonu direkt, 6 milyonu da endirekt olarak ilgilendirir. Ordu, Giresun’un tamamı, Trabzon’un üçte ikisi, Samsun, Bolu, Sakarya, Düzce’nin yarısı, İzmit, Kastamonu, Rize, Artvin ve Zonguldak’ın bir bölümü fındıktan geçinir. Üreticinin eline para geçmezse, buzdolabı satılmaz, İstanbul’daki Karadenizli fındığını toplamak için Giresun’a gelmek için otobüs bileti alamaz, ayakkabı boyacısı bile iş yapamaz.
Yoksa, meselenin ortada bırakılması büyük bir ‘tsunami’nin Karadeniz kıyılarına vuracağının işaretidir.
Tablo ortada, bugün 2.4 YTL’ye düşen fındığın maliyetinin devletin yetkili kurullarınca 3.5 YTL civarında olduğu bildirilmektedir.”
RAKİBİMİZ YOK