Yalçın Bayer

Gökova’da bir zümrüt parçası

6 Ağustos 2006
ÖREN beldesinin 8.5 kilometre uzunluğundaki sahilinde yürürken, yere atılmış çöpleri topluyor, yanındaki bir yardımcısına "Bak, gene dondurma ambalajı atılmış" diye söyleniyor. Önünden geçtiği bir çay bahçesinin işletmesine sitem dolu, "Bakın, sigara izmaritlerini gene toplamamışsın, ne dedim, herkes kendi evinin önünü temizleyecek" diyor. Milas’ın Ören Belde Belediye Başkanı Kazım Turan, alışılmışın dışında bir başkan... Dünyanın eşsiz bölgesi Gökova’nın kıyısındaki bir ’zümrüt parçası’ saydığı beldesine gözü gibi bakıyor. Boş konuşmuyor; anlamlı mesajlar veriyor konuşmalarında... Beldede yaşamı bir ’toplumsal disiplin’e oturtmaya çalışıyor. Çöpten imara kadar herkes her konuda denetim hakkına sahip.

’BARBARLIK MÜZESİ’

"İlk yıllarda sahildeki şezlong, elektrik direkleri ve lamba gibi ortak yaşam alanlarına zarar verenler vardı. Bu kırık dökükleri bir arada toplayarak ibret için ortalığa yığdım, adını da ’Barbarlık Müzesi’ koydum. O kadar çok şey tahrip edilmiş ki, herkes şaşkınlığa düştü. Bunun sonucunda da bu duyarlılık oluştu, herkes sorumluluğunu öğrenmeye başladı."

Düşündüğünü, okuduğunu ve ürettiğini söylüyor. Hizmet amaçlı projelerini bizzat belediye olarak üstlendiklerini anlatıyor. Çöpten ulaşıma kadar taşeron falan yok; açılan ihale de...

1996’dan itibaren kooperatifler ve 2. konutlar, beldenin sahil kesimlerine sokulmuyor. İki kattan fazla da inşaat izni yok. "Ancak turistik yatırım yapılabilir" diyor. Arsa ve imar rantçılarına ’menfaat’ sağlamadığı için hakkında birçok dava açıldığını, ancak hiçbirinden ceza almadığını anlatıyor.

"Hiçbir şeye peşkeş çektirmediğimi iddia edebilirim. En önemlisi mafya ve çete barınamıyor; kafe ve barlarda bodyguard’a gerek duyulmaz beldemizde" diye ekliyor.

KENDİ İŞİNİ KENDİN GÖR

Başkan, "Kordon’da gördüğünüz parke taşlarını biz döktük. Üç-dört yıl önce ihale etseydim metrekaresi 3.5 YTL+KDV idi, biz 50 YKr’ye mal ettik. Aradaki müteahhit kazancını görüyor musunuz?" diyor. Biraz sonra yanımızdan sahil bandının çöpünü temizleyen belediye aracı geçiyor, ardından da bir arazöz yolu suluyor.

Gökova Körfezi’ne atık verilmiyor. Biyolojik arıtma tesisinden çıkan sular, park ve bahçelerin sulanmasında kullanılıyor. Konutların foseptiklerinde su sızdırmayan teknikler kullanılıyor. Deniz pırıl pırıl, su ılık. Rutubet sıfır; havası limonata gibi. Oksijeni bol; bu nedenle solunum yetersizliği, romatizma gibi rahatsızlıkları olanların tercih ettikleri bir yer olmaya başlamış Ören.

YAMAÇ PARAŞÜTÜ VE GOLF

Kordon’
da dolaşırken, karşılaştığı jandarma komutanına, "Komutanım, artık motosiklet kullananların çoğu kask takmıyor" diyor. Komutan, "Artık beldeden kask takmadan giren çıkanlara cezai müeyyide uyguladıklarını" söylüyor. O anda üzerimizden yamaç paraşütçüleri geçiyor.

Başkan hemen anlatıyor:

"Avrupa’da turizmci bir akrabam vardı, bu güzellikleri bir tanır mısınız, dedim. İşte gördüğünüz turist grupları gelmeye başladı. Trekking, yamaç paraşütü, motosiklet, cip safari gibi doğa turları ve sporlarına dönük etkinliklerin kapısını açmış olduk.

Yamaç paraşütü, Fethiye’deki mekándan daha önemli sayılıyor; çünkü yaz-kış uçulabiliyor. Ayrıca bizde bedava, orası paralı. Doğa sporu malzemesiyle gelenler, istedikleri sporları yapabiliyorlar. Sualtı avcılığı da yapılıyor. Çimlendirilmiş futbol sahaları da kuruyoruz. Eski İTO Başkanı Mehmet Yıldırım, Çamköy’de 2500 dönümlük bir alanda golf alanları oluşturmak üzere çalışmalar yapıyor. Koçlar’ın da bölgeye ilgi duyduğu söyleniyor."

17 YILDIR BAŞKAN

Belediye Başkanı Kazım Turan, henüz 27 yaşındayken, Ören’in belde olduğu ilk seçimde SHP’den aday gösterilmiş, ancak bir akrabasına karşı 13 oyla seçimi kaybetmiş. 1989’daki seçimi almış ve bugüne kadar tam 17 yıldır görevde. 1992’den beri de CHP’li..

Turan, "Ören’i nasıl bir gelecek bekliyor" sorusunu yanıtlıyor:

"Ben yurtdışında gördüklerimden etkilenirim. Gelince de bakarım; hangisini doğru yapmışız, hatalı tarafımız nedir diye... Kontrollü bir büyümeyi hedefliyoruz. Ani büyümenin sağlıksız sonuçlarının ne olduğunu öbür sahillerden biliyoruz. Ören’i Türkiye’de güzel ve farklı bir bölge olarak dizayn ediyoruz. Amacımız planlı, sağlıklı, kültürel ağırlıklı zengin bir bölge yaratmak. Milas-Bodrum Havaalanı’na kısaltılacak yeni yolla (35 km uzaklıkta) turist gelsin, golfunu oynasın, buradan denize girsin, sonra da projelendirdiğimiz marinadan yatına binsin, Gökova’ya açılsın. Gökova’nın ilk marinası olacak bu... Bodrum’daki yat imalatçılarını, aralarında kurdukları bir kooperatifle Ören’in Akarca mevkiine taşıyoruz."

BATIK AŞKLAR

Ören
, Bodrum yolu üzerindeki Milas çıkışından 42 km. uzaklıkta. Ormanlık bölgenin içlerinde zeytincilik ve sebze-meyve tarımı yapılıyor. Başkan, tarımsal alanlara dokundurtmuyor; yani arazi rantı yok. Ören’in kışlık nüfusu 3-5 bin; yazları ise 30 bini buluyor. Ören’in antik dönemdeki adı, seramik sanatı burada doğduğundan ’Keramos’... Melih Cevdet Anday burası için "Denizim ben, batık aşklarla dolu" diyor bir şiirinde...

Otel ve apart otel olarak 2 bin yatağa ulaşılmış. 8.5 km’yi bulan sahil şeridinde bir-iki beş yıldızlı otelin dışında ’butik’ otellerin yapımı hedefleniyor. Bölgenin tek görüntü kirliliği Gökova Termik Santralı. Başkan Turan, geçmişte termik santralın yapılmaması için Özal’a tepki göstermiş.

Bunları niye anlattık:

Hafta sonunda Ören Belediyesi 1. Ören Melih Cevdet Anday Şiir Günleri etkinlikleri vardı. Anday ve eşi 1983-2001 yılları arasında yazları Ören’de geçirmişler. Anday, şiirler yazmış. Ören’in fahri hemşerisi olmuş. Vefat etmeden önce Başkan Turan, anısına bir park yaptırmış; içine de heykeltıraş Eray Okkan’ın yaptığı Melih Cevdet heykelini kondurmuş. Yandaki sokağa da adını vermiş. ’Anılar, Tanıklar’ söyleşisinde TYS Başkanı Enver Ercan, Ataol Behramoğlu, İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Refik Durbaş ve Hikmet Çetinkaya; Anday’ın ’siyasi ve toplumsal yaşamda etkin ve ağırlıklı’ katkılarını anlattılar. Evini ziyaret edenler anılarını tazeledi. Yıldız Kenter, Zeliha Berksoy, Haldun Ergüvenç; Melih Cevdet Anday’ın şiirleri okudular. Vedat Sakman ve Haluk Çetin’in yer aldığı ’Türk Şiirinden Ezgiler’ müzik dinletisi, Örenliler tarafından beğeniyle karşılandı.

Belediye Başkanı Kazım Turan, Anday’ın anısına ve değerlerine her zaman sahip çıkacaklarını, hatta uluslararası boyuta taşımak istediklerini söylüyor.

YALAN

Ben güzel günlerin şairiyim

Saadetten alıyorum ilhamımı

Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum

Mahpuslara affı umumiden...

Çocuklara müjdeler veriyorum

Babası cephede kalan çocuklara...

Fakat güç oluyor bu işler

Güç oluyor yalan söylemek...

Melih Cevdet Anday
Yazının Devamını Oku

Babıâli’den Çetiner geçti

5 Ağustos 2006
YILMAZ Çetiner, Cumhuriyet’e geldiği zaman büyüklerimiz kendisini ‘büyük röportajcı’ olarak tanıtmışlardı.

Sonradan Cumhuriyet Senatosu üyesi olan gazetenin Genel Yayın Müdürü Ecvet Güresin, Vatan’da istihbarat şefi iken Çetiner muhabiriymiş. 1960 sonrasında İtalya’da basın ataşeliği görevinden döndükten sonra davet etmişti Cumhuriyet’e Çetiner'i... Burhan Felek’in odasında oturması söylenmişti Yılmaz Abi'ye.. ‘Oda’ deyince şimdikilerle karıştırılmasın. ‘Pembe Konak’ın bir yüklük odasıydı. Ahşap bir masa ve iki sandalye, bir de santraldan bağlanabilen telefon var. Kendi daktilon varsa, getirip kullanabilirsin. Yoksa elle yazabilirsin; çok da zahmetlidir aslında. O zamanlar, Ecvet Güresin, Mehmet Barlas, Burhan Felek ve Hasan Cemal'i (sonra döndü) elle yazanlardan olarak hatırlarız.

 

Çetiner o kadar uzun yazılarını elle yazıyordu.

 

Kendisi abilerimizin kullandığı sıfatlarla cin, uyanık ve cevval idi. Bizlerle gelir konuşur, uyarır, yol gösterirdi.

Siyasetçi-asker-işadamı-sanatçı olsun hemen herkesi tanıyordu. İstenilen zor bir ‘istihbaratı’ kolayca öğrenebilirdi. Çünkü daha önce İstanbul’da polis, Ankara’da da siyasi muhabirlik yapmıştı.

 

Gerçekten uzun bir meslek yaşamı...

Yazının Devamını Oku

Boğazdaki ‘gürültü’nün arkasından ne çıkacak

4 Ağustos 2006
BAŞBAKAN bizzat talimat veriyor, Boğaz’da gürültü yapan yerleri kapatın diye...

Bunun üzerine Vali, Emniyet Müdürü ve Çevre Müdürü, Boğaz’da saat 03.00’de ses ölçüm aygıtlarıyla desibel ölçümü yapıyorlar.

 

Anadolu yakasından gelen tepkiler haklı, Başbakan da İstanbul’a geldiğinde Üsküdar’daki evinde kalıyor. Ancak bir yanlış yapılıyor; hoparlörlerini müşteri grubuna değil de, müşteri çekmek için Boğaz’a doğru yönlendiren, kontrolsüz müzik yayını yapan  eğlence yerleri dikkate alınmadan, hepsi kapatılıyor. Yani kurunun yanında ‘yaş’lar da yanıyor.

 

Yaz sezonunun tam ortası; Ege ve Güney sahillerinin aksine İstanbul’daki otellerin hemen hepsi dolu; gezecek yerler arasında ‘marka’ olmuş eğlence yerleri var.

 

Peki adını duydukları bu eğlence yerlerine gitmek isteyen hiç turist olmaz mı? İstanbul’un idarecileri bunun yanıtını biliyorlar ama Başbakan’a karşı bir şey diyemiyorlar.


Yazının Devamını Oku

'Aganigi'yi dışa tanıtmak zor mu

3 Ağustos 2006
“BİRKAÇ gündür fındığı yazıyorsunuz Yalçın Bey... Doğru yapıyorsunuz ama her ürünün altında bir oyun oynandığından haberiniz var mıdır?” diyor bir okurumuz.

 

Akılımıza ‘mısır’ geliyor.

Anlatalım:

Amerika geldi, Cargil vasıtasıyla tatlandırıcı mısır şurubunu ülkemize soktu. Pancar ekimimizi kotaya bağlattı. Mısır ürününe talep olunca köylü teşvik edildi, dağ taş mısır oldu. (Bu arada fonların indirildiği ve yükseltildiği dönemlerde ithalden vuran vurdu.) Üretici fiyat bulamadı, zarar etti. İstikrara dayalı bir plan ve program olmadığından üretim-fiyat dengesi kurulamadı. Zaten miras hukuku nedeniyle küçülen arazilerde ekim maliyeti yüksek oluyor. İşte oyun burada başlıyor. Örneğin, Cargil bu kez “Türkiye’de mısır pahalı, Amerika’da çok daha ucuz, ben mısır ithal etmek istiyorum” diyor.

Fındığa dönersek... Türkiye’nin fındıkta bu kadar üretim gücü var. Yazıyorsunuz, bu değerlendirilmiyor diye. Doğru. Biz ne yapıyoruz ‘Aganigi’ reklamı ile fındığı kendimize tanıtıyoruz. Kimsenin aklına fındığı Çin’e, Hindistan’a, Afrika’ya, Suudi Arabistan’a ve Türk cumhuriyetlerine tanıtmak gelmiyor. Turizm kampanyaları gibi niye bu yemişi ‘aganigi’ diye dış piyasalara açmıyoruz.

İlle bir yabancı gelsin, akıl versin diye bekliyoruz.

Örneğin, dünyanın sayılı gıda devi Cargil, kendi ülkesinden mısır ithal ederken, milyon dolarlar kazandığı ülkemizin fındığını tanıtmayı hiç düşünmüş müdür?

Dünyaya tanıtamadığımız sürece fındık, hep çikolata için sanayi ürünü olarak kalmaya mahkûm olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Türkiye, niye fındık borsası oluşturmaz

2 Ağustos 2006
BUGÜNLERDE herkes ‘fındık uzmanı’ oldu; sorun gündeme getirilince her kafadan bir ses çıkıyor. Ama kimsenin aklına fındığın gücünü kullanmak gelmiyor.

Dünyada fındığın bir borsası yok. Aslında bunun Türkiye’de oluşturulması lazım... Bugüne kadar oluşturulmaması da Türkiye’nin ayıbıdır. Üreticisi ve satıcısı sadece Türkiye ise neden bu konuda bir çaba gösterilmiyor?

Borsa, Türkiye’nin bu ürüne ne kadar ciddi baktığının göstergesi sayılır aynı zamanda.

Nasıl TOBB, eğitime önem verdiğini göstererek üniversite kuruyorsa 'milli ürün’ için de pazar dalgalanmasının önüne geçmek amacıyla borsa kurulması çabasına öncülük edemez mi?

Fındık 30 yıldır ortalama 3 dolardan değer buluyor. 2004 yılı rekoltesi düşük olduğundan 2005 yılında Türkiye 10 dolara fındık satıp 2 milyar dolar döviz getirisi sağlayabileceğini gösterdi. Mevzi kazanarak ürünün değerini, fındığın gücünü anladı.

Ortalama 2-3 dolarlık fiyattan 10 dolarlık bir değer ortaya çıkmışsa, bu fiyat niye istikrarlı olmasın bugün için. Yeter ki, iç ve dış oyunlara alet edilmesin fındık... Yoksa, fındık yeniden 2-3 dolarlık fiyat seviyesine inerse, Fındık İhracatçıları Birliği eski Başkanı Lokman Kondakçı’nın dediği gibi önümüzdeki yıllarda 2 milyon insan daha varoşlara göç eder. Bu yılki mücadele, gelecek yılların seyrini de oluşturacak. Hükümet bunu iyice düşünmeli. Özellikle de işine gelmediği durumda polis müdürünü görevden aldırabilen AKP’li Karadenizli vekiller...

Fındık kulisini arkadan istediği gibi yönlendiren Cüneyd Zapsu’ya da bir şeyler söylemeli, cesaretleri varsa... Zapsu’ya sormak lazım, dıştan fiyatları ayarlamak mı daha iyi, yoksa bir borsa oluşturmak mı?..

 

Zapsu neyin

Yazının Devamını Oku

Açlık ve öfke

1 Ağustos 2006
ORDU’da önceki günkü fındık mitinginde yaşananlar tek bir sözcükle ifade edilebilir:<br><br>"Öfke..."

Geçen cuma günü ‘fındık patlıyor’ demiştik, patladı.

Türkiye’de sadece bir ürüne dönük tepki üzerine ilk kez bu kadar büyük bir miting yapılmış oldu; geçen yıl Manisa’daki ‘tarım mitingi’ gibi...

Dünya üretiminin yüzde 95’ine hakim olduğumuz, yılda 2 milyar dolar döviz girdisi sağlanan ‘milli ürün’ üzerine oynanan oyunlara karşı en büyük tepkisini gösterdi Karadenizli üretici... Bu miting, ‘Başdanışmanı’nın ‘Bu fiyatlar iyidir’ demesine bağlı olarak Başbakan'ın ‘Fındık pahalı’ sözleri ile kendileriyle alay edildiğinin dışa vurumu oldu.

“Terör bölücülük de, insanı aç bırakmak bölücülük değil mi?” pankartı her şeyi ifade ediyordu.

Üreticinin kızgınlığının bir başka kaynağı da ne biliyor musunuz? TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun, pazar günkü mitingden önce bölgeye gelerek Bakanlar Kurulu’nun pazartesi günü (dün) fındık konusunu gündemine aldığını söylemesi... Bu konudaki haberlerin mitingin yapıldığı gün gazetelerde yer alması tepkiyi engelleyemedi.

Bizler her konuda çözümü son anda düşünüyoruz.

Giresun’dan Fiskobirlik üyesi bir üretici bize şunları söyledi:

“Bakanlar Kurulu fındığı masaya yatırdığını son gün Hisarcıklıoğlu tarafından açıklatıyor. Hükümetin sözcüsü yok mu, bölge milletvekilleri adam yerine konmuyor mu? Yoksa, TOBB Ziraat Odaları Birliği mitingden rahatsız mı oldu? Görüldüğü gibi hiçbir güç mitingi sabote edemedi, üretici özgür iradesiyle hükümete ders verdi.”

Yazının Devamını Oku

İmar soygunlarının ardındaki gerçekler

30 Temmuz 2006
TÜRKİYE’de son 10 yılı aşkın süredir imar talanı hüküm sürüyor. Sahiller yağmalanıyor; tarım alanlarımız betonlaşıyor; dağ ve tepelerimiz ‘çürük diş’ gibi oyuluyor.

Hiçbir ülkede bu kadar ‘doğa cinayeti’ işlenemez.

Peki, Adalet Bakanlığı’nın savcıları, İçişleri Bakanlığı’nın polisleri, Bayındırlık Bakanlığı’nın mühendisleri ne yapıyor?

Siyasetçinin emrindeki kamu görevlilerinin çoğu bunu izlemek zorunda kalıyor.

Savcıların çoğu böyle bir yolsuzluğa karşı resmen harekete geçemiyor.

Çünkü siyasetçiden korkuyor.

Ne yazık ki Bodrum’da olduğu gibi bu talan ve soyguna jandarma müdahale etmek zorunda kalıyor.

Siyasetçi aslında uyumuyor, fakat perde arkasından olanları gözlüyor.

Bir belediye başkanının ‘yağma ve talan’dan haberi olmaz mı?

Yazının Devamını Oku

Fındık, Karadeniz’den büyük göçü önledi

29 Temmuz 2006
FINDIK İhracatçıları Birliği eski Başkanı Lokman Kondakçı ile ‘fındık sohbeti’ yaparken o kadar çok not almışız ki, yarın Ordu’daki büyük miting öncesinde bunları da aktarmak gerekiyor.

Bir gün hesap yapmış Kondakçı... Türkiye’de bir yılda adet olarak 200 milyar fındık üretildiğini hesap etmiş. “Emin olun Amerika’nın böyle bir üretim gücü olsa, bir tane fındığı allayıp pullayıp, ambalaj içinde 1 dolara satar. Çünkü bu ürün B1, B2, B6 ve E gibi vitaminler taşıyor, her derde deva... Ama biz aptalız, bunu yeterince değerlendiremiyoruz” diyor.

Kondakçı’ya “Fiskobirlik...” demeye kalmadı hemen söze başladı:

“Başbakan ile ‘başdanışmanı’nın bakışıyla Fiskobirlik tabii ki ayrı şeylerdir. Fındık, Fiskobirlik’ten ibaret değildir. Fiskobirlik’e yönelik eleştiriler başkadır. Hükümetle sorunları olabilir. Ne derse denilsin, Fiskobirlik’in eli kolu bağlıdır. Hükümet gene de böyle bir ürüne sahip çıkmak zorundadır. Fındığın üreticisi 600 bin çiftçi ailesidir; 3 milyonu direkt, 6 milyonu da endirekt olarak ilgilendirir. Ordu, Giresun’un tamamı, Trabzon’un üçte ikisi, Samsun, Bolu, Sakarya, Düzce’nin yarısı, İzmit, Kastamonu, Rize, Artvin ve Zonguldak’ın bir bölümü fındıktan geçinir. Üreticinin eline para geçmezse, buzdolabı satılmaz, İstanbul’daki Karadenizli fındığını toplamak için Giresun’a gelmek için otobüs bileti alamaz, ayakkabı boyacısı bile iş yapamaz.

Yoksa, meselenin ortada bırakılması büyük bir ‘tsunami’nin Karadeniz kıyılarına vuracağının işaretidir.

Tablo ortada, bugün 2.4 YTL’ye düşen fındığın maliyetinin devletin yetkili kurullarınca 3.5 YTL civarında olduğu bildirilmektedir.”

 

RAKİBİMİZ YOK

 

Yazının Devamını Oku