Meclis’in bombalanması; cuntacıların hem tüm partileri, hem de halkın iradesini hedef aldığının en açık göstergesi.
Zaten tam da bu ortak kader AK Parti, CHP ve MHP’yi buluşturdu. Bu kaderdaşlık, her kesimden milyonlara meydanlarda ve Yenikapı’da yanyana saf tutturdu.
DARBE KARŞITI KÜRTLER
Kürtler de bu travmayı en derinden hissedenlerden oldu. Bugüne kadar Türkiye’de darbelerden en çok çekmiş, cuntacılara en çok can vermiş olan kitle onlar belki de. Zaten tam da bu yüzden Güneydoğu’da Kürtler akın akın sokaklara döküldü. Konda’nın yaptığı araştırmaya göre, darbeye karşı sokağa çıkanların yüzde 12’si Kürttü. Nüfusun en fazla yüzde 20’sini oluşturdukları düşünülünce, bu oldukça yüksek bir oran.
Bunların cevabını verebilmek için önce şunu anlamak gerekiyor: Sivil-asker ilişkileri ne demek? Bu tür kurumsal reformlardan mı ibaret?
ASIL MESELE ZİHNİYET
Sivil-asker ilişkilerinin aslında beş boyutu var. Bunlardan 1.si, ordu ve devlet/hükümet arasındaki ilişki. AB ve NATO üyelerinde temel prensip; silahlı kuvvetlerin yasal olarak seçilmiş iş başındaki hükümete, hiçbir belirsizliğe yer vermeyecek şekilde tabi olması.
2. boyutu ise, yasamanın rolü. Bu da askerin sorumluluk alması ve şeffaf olması anlamına geliyor. Yani ne yapıldığını ve ne harcandığını Meclis’e ifşa etmesi, açıklaması ve gerekçelerini belirtmesi gerekiyor.
İşte bu yüzden AB ile görüşmeler, iktidarın daha ilk aylarında ivme kazanmıştı. AB bu bağlamda Türkiye’nin sivil-asker ilişkilerinin demokratikleşmesi üzerine bir çalışma başlatmıştı. Bu çalışmayı da Hollanda’da bulunan Avrupa Güvenlik Araştırmaları Merkezi (CESS) adındaki bir düşünce kuruluşuna teslim etmişti.
Türkiye’den ve AB’den konunun uzmanlarının kaleme aldığı uzman raporuna, ben de katkıda bulunmuştum.
REFORM DÖNEMİ
Zor bir dönemdi. Asker zaten Cumhuriyet’in kuruluşundan beri siyasilere mesafeliyken, bir de üstüne AK Parti gibi muhafazakar bir partinin iktidara gelmesiyle bu mesafeyi kat be kat arttırmıştı. İşte o günlerde yaptığımız bu çalışma, ülkede birçok çevrenin kaşlarının kalkmasına sebep olmuştu.
Ne oldu da canını tehlikeye atmak pahasına kendini tankların önüne attı? Bayrağını kapıp çoluk çocuk, oluk oluk meydanlara aktı?
27 Mayıs’ta Adnan Menderes idam edildiğinde sesini çıkarmayan da aynı millet, yani bizler, anne-babalarımız değil miydi? Neden o gün “sinenler” ya da acısını, öfkesini içine atanlar, şimdi yumruğunu masaya vurdu?
SEBEP: MİLLETİN ÖZGÜVENİ
Bunu anlamak çok önemli. Çünkü bunu anlamak demek, bugünün Türkiyesini anlamak demek. Yani kendimizi...
GEREKÇESİZ DARBE
Herşeyden önce, Türkiye tarihinde bugüne kadar yaşanan darbeler, hep şu gerekçeye dayandırıldı: “Memlekette düzen bozuldu, kaos var.” Yani asker hep “düzen koruyuculuk” kisvesi altında yönetime el koydu.
Bizi bu noktaya getiren sistemimizdeki eksiklikleri ve zaafları tespit edip, onarma zamanı. Yani bir darbe teşebbüsünden, bir devrim çıkarma fırsatı.
*
Zaten yeni düzenler ve değişim, ancak eski düzen yıkıldıktan sonra ortaya çıkabilir. Avusturyalı siyaset bilimci Schumpeter, buna “yaratıcı yıkım” der. Ve her devrimin bir yaratıcı yıkım sonrasında geldiğini savunur. Zaten devrim dediğiniz de radikal, köklü bir değişimdir.
İşte şimdi, bu darbe kalkışmasına zemin hazırlayan yapısal sorunları ortadan kaldırmak ve ileride benzer kalkışmaların tamamen önüne geçmek için, sivil-asker ilişkilerini acilen reforme etme zamanı.
28 ŞUBAT: POST-MODERN DARBE
1960-80 yılları arasında yaşadığımız “modern darbeler” döneminin bittiği, zaten ta 1997’de ortaya çıkmıştı. 28 Şubat “post-modern” darbesiyle birlikte. Malum, 28 Şubat 1997’de yapılan 8,5 saatlik Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar, seçilmiş hükümeti görevden uzaklaştırmıştı.
Zamanın Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak’a gazeteci İsmet Berkan“bu bir darbe mi” diye sorduğunda, şöyle cevap vermişti: "21. yüzyılın ordusu, elbette 21. yüzyıla uygun hareket edecek. Darbeler geride kaldı İsmet Bey!"
Yine dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir'in 28 Şubat kararlarını “post-modern darbe” diye nitelediği de basına yansımıştı.
Bosnalı bir Sırp milliyetçisi tarafından. Saldırgan, Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan’dan kurtarmak isteyen “Genç Bosna” örgütüne mensuptu. Ve bu suikast, 1. Dünya Savaşı'na giden yolu açtı.
*
Tarih: 20 Mart 1995. Aum Şinrikyo adlı dini tarikat, Tokyo metrosunda eylem yaptı. Birçok istasyona aynı anda kimyasal sarin gazı sıktı. 12 kişi hayatını kaybetti. Böylelikle ilk kez bir terör örgütü kitle imha silahı kullandı. Örgütün siyasi amacı ise Japonya'yı ele geçirmekti.