Orduya ne oluyor?

2005 Kasım ayıydı. AK Parti iktidara geleli üç yıl olmuştu. Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecini hızlandırmak, zamanın Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın başlıca taahhütleri arasındaydı.

Haberin Devamı

İşte bu yüzden AB ile görüşmeler, iktidarın daha ilk aylarında ivme kazanmıştı. AB bu bağlamda Türkiye’nin sivil-asker ilişkilerinin demokratikleşmesi üzerine bir çalışma başlatmıştı. Bu çalışmayı da Hollanda’da bulunan Avrupa Güvenlik Araştırmaları Merkezi (CESS) adındaki bir düşünce kuruluşuna teslim etmişti.

 

Türkiye’den ve AB’den konunun uzmanlarının kaleme aldığı uzman raporuna, ben de katkıda bulunmuştum.

 

REFORM DÖNEMİ

 

Zor bir dönemdi. Asker zaten Cumhuriyet’in kuruluşundan beri siyasilere mesafeliyken, bir de üstüne AK Parti gibi muhafazakar bir partinin iktidara gelmesiyle bu mesafeyi kat be kat arttırmıştı. İşte o günlerde yaptığımız bu çalışma, ülkede birçok çevrenin kaşlarının kalkmasına sebep olmuştu.

 

Haberin Devamı

O günden bugüne elbette çok şey değişti. Herşeyden önce, o gün tabu olan ve ilk kez kamuoyunun tartışmasına açılan bu mesele, bugün sıradan bir tartışma konusu. Daha önemlisi, askeri vesayet kalkmış durumda. Ve ordunun sivil siyaset üzerindeki etkisi -gerektiği gibi- son derece sınırlandı.

 

Ancak buna rağmen asker hala tam anlamıyla sivillerin kontolüne girmiş değil. Zaten 15 Temmuz gecesine zemin hazırlayan ana sebeplerden biri de bu oldu.

 

*

 

İşte şimdi yarım kalan bu reform sürecinin 2. evresine giriyoruz. Bugün asker-sivil dengesinin sivillerin lehine kaydırılması hedefleniyor. Tıpkı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi. Ve hepimiz yapılan reformlar hangi bakımdan doğru, hangi açıdan yanlış, tartışıyoruz.

 

Ama önce bu konunun zeminini iyi anlamak gerekiyor: Sivil-asker ilişkileri ne demek? Genelkurmay Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı’na, kuvvet komutanlıklarının Savunma Bakanlığı’na bağlanmasından mı ibaret?

 

Haberin Devamı

SİVİL-ASKER DENGESİ

 

Sivil-asker dengesinin aslında beş boyutu var. Bunlardan 1.si, ordu ve devlet/hükümet arasındaki ilişki.

 

AB ve NATO üyelerinde temel prensip; silahlı kuvvetlerin yasal olarak seçilmiş iş başındaki hükümete, hiçbir belirsizliğe yer vermeyecek şekilde tabi olması. Yani hükümet el değiştirdiğinde ordunun yeni iktidara karşı da aynı şekilde hemen tabi olması. Bir diğer deyişle ordunun “rejimi savunma” değil, ulusal güvenliği savunma anlayışını benimsemesi.

 

*

 

Bu ilişkinin 2. ayağı ise, ordu ve yürütme arasındaki ilişki. Yani silahlı kuvvetlerin sivil siyasi yönetim altında olması.

 

Gelişmiş demokrasilerde, özellikle Avrupa’da bu “kontrol” bir bakan, genellikle Savunma Bakanı tarafından yerine getiriliyor. Ancak Genelkurmay Başkanları bazı durumlarda (mesela İngiltere’de) Başbakan’la doğrudan temas kurma yetkisine sahip oluyor.

 

Haberin Devamı

Bu “kontrol” de sözde kalan bir şey değil. Bu ülkelerde savunma politikasının yapılması, bütçe yapma ve harcama konularında üst düzey askerlerin yetkileri ve özerklikleri sıkı bir şekilde sınırlandırılmış durumda.

 

*

 

Bu bakımdan bugün kuvvet komutanlarının Savunma Bakanlığı’na bağlanması Türkiye için çok önemli bir adım. Ali Bayramoğlu’nun 3 Ağustos’ta köşesinde yazdığı gibi: “Fiilen yetkisiz ama sahip olmadığı yetkilerin siyasi sorumluluğunu taşıyan bir Milli Savunma Bakanlığı ile; fiili yetkileri olan ancak bunlardan dolayı siyasi sorumluluk taşımayan Genelkurmay Başkanlığı düzeni” artık değişiyor.

 

Ancak bunu yaparken Savunma Bakanlığı’nın da güçlendirilmesi gerekiyor. Güvenlik alanında uzman sivillerin yetişmesi ve istihdam edilmesi elzem.

 

Haberin Devamı

ENDİŞELER

 

Diğer yandan bu değişimle birlikte ordunun partizan ilişkilere açılacağından, siyasileşeceğinden şüphe edenler var. Bunu engellemek için ise sorumluluk elbette siyasi iktidara düşüyor.

 

Bununla birlikte Genelkurmay’ın Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmasının emir-komuta zincirini bozacağı gerekçesiyle endişe duyan kesimler var. Telefonda görüştüğüm eski Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Edip Başer; Kara, Hava ve Deniz kuvvet komutanlıklarının Genelkurmay’dan ayrı olarak Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının bu bakımdan sakıncalı olduğu görüşünde.

 

*

 

Ancak burada şunu da hatırlamak gerekiyor: 1960 darbesinden sonra ordunun hiyerarşi dışı, yani emir-komuta zinciri dışında benzer darbeleri yapmasını engellemek için, askeri güç, yani emir-komuta tamamen Genelkurmay’da toplanmıştı. Ama bu sefer de asker 1980’de hiyerarşik, yani emir-komuta zinciri içinde darbe yaptı! Dolayısıyla mesele kurumsal reformlarla bitmiyor.

 

Haberin Devamı

İşte buradan sivil-asker ilişkilerinin 3. ayağına geliyoruz. Devam edeceğiz.

Yazarın Tüm Yazıları