Ona geçmeden önce, filmi başa saralım. Çünkü üst düzey bir Türk yetkiliden öğrendiğime göre; bilmediğimiz, perde arkasında yapılan bazı anlaşmalar meğer krizin boyutunu çok daha derinleştirmiş.
TÜRKİYE-RUSYA-ABD ANLAŞMASI
Tarih 16 Eylül 2015. O zamanın Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu, Soçi’de Rus mevkidaşı Lavrov’la görüşüyor. İki bakan, Suriye için önemli bir anlaşma yapıyor: Hem IŞİD ve Nusra’ya karşı işbirliği yapmakta anlaşıyorlar. Hem de Suriye’nin geleceğine dair bazı ilkelerde uzlaşıp, siyasi geçişin hızlandırılmasına karar veriyorlar.
Bu ilkeler ise şunlar: Devlet kurumları ayakta kalacak, seküler, demokratik, mezhepçilik yapmayan ve toprak bütünlüğünü koruyan bir Suriye.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a eşlik ettiğimiz Varşova’daki NATO Zirvesi, yine tam bir hava durumu parodisiydi. Malum hava durumunu izlerken sadece yaşadığımız şehre bakarız. Diğer yerler ilgimizi çekmez. NATO üyeleri de aynen böyle. Herkes kendi bölgesine, kendi derdine odaklanmış durumda.
SURİYE GÜNDEMDE YOK
Romanya ve Bulgaristan her zamanki gibi “ne olur Karadeniz’e konuşlanın” derdindeydi. Baltık ülkeleri ve Polonya, “Rusya’ya karşı bize asker gönderin” dedi yine. Türkiye zaten sınırlarının hemen ötesinde dağılan Irak ve Suriye’den kendi içine nüfuz eden terörle boğuşuyor. İngiltere, Fransa ve Almanya ise “geçin bunları, önce şu mülteci sorununu çözelim” demekten öteye gitmiyor.
Varşova Zirvesi’nde alınan kararlar, liderlerin konuşmaları da bu bölünmüşlüğü ve kafa dağınıklığını gösteriyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük tehdit IŞİD iken, zirvenin ilk gününde yapılan Genel Kurul’da konuşan liderlerin -Erdoğan dışında- hiç birinin ağzından “Suriye” kelimesi çıkmadı bile.
Dün geceden beri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile birlikte Polonya’nın başkenti Varşova’dayız. NATO’nun tarihindeki en kritik zirveye katılmak üzere.
Zirve gerçekten hayati çünkü hem ölüm kalım mücadelesi veren İttifak’ın geleceğini tayin edecek. Hem de Türkiye maruz kaldığı füze saldırıları, IŞİD eylemleri ve sınır ihlalleriyle başbaşa mı bırakılacak, yoksa Batı ittifakını yanında mı bulacak, bu zirvede gün yüzüne çıkacak.
RUSYA NATO’YA ORTAK
NATO en son 2014 Eylül ayında Galler’de toplanmıştı. O zaman asıl gündem Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’nın geleceğiydi.
“HAYAT sen planlar yaparken başına gelenlerdir” diye boşuna dememiş John Lennon.
Yıllık iznimi kullanmak üzere birkaç gün uzak kaldım bu köşeden. Ve işte sadece o birkaç günde, bir yıla sığacak kadar gelişme yaşandı. Önce 2010’dan beri askıda olan İsrail’le ilişkiler normalleşti. Sonra Kasım ayından bu yana donmuş olan Rusya ile ilişkiler tekrar rayına girdi.
Akabinde Ankara Mısır’la ekonomik ve askeri işbirliğine göz kırptı. Üstüne Atatürk Havalimanı’ndaki korkunç patlama meydana geldi.
Tüm bunlar olurken sadece uzakta değil; dünyanın en ücra köşelerinden birindeydim. Türk Hava Yolları’nın (THY) Hanoi’ye yaptığı ilk direkt uçuşa katılan birkaç gazeteci, üç gündür Vietnam’ın kuzeyindeydik. Terör saldırısı haberini “Ejderhalar Körfezi” diye anılan Halong Körfezi’nde aldık. Karadan saatlerce uzaklıkta, açık denizin ortasında...
Irkçılığın ABD’de tavan yaptığı yıllarda bir siyahiydi. Zaten adını da 19. yüzyılın kölelik karşıtlarından olan Cassius Clay’den almıştı.
KURBAN OLMADI
Ama o kurban olmayı seçmedi. Siyahi olarak “ötekileştirilmek” onun için yeterli değildi. Daha da “öteki” olmak, böylelikle sisteme daha da sert vurmak istedi. 1964’te Müslüman oldu. İsmini de “Muhammed Ali” olarak değiştirdi. Sanki “hadi bakalım, gösterin ne yapabileceğinizi!” der gibiydi.
Bu da yetmedi. 1967’de Vietnam Savaşı’na katılmayı reddetti. Artık Amerikan devletine, düzenine, sistemine içeriden kafa tutan; hem Müslüman hem siyahi bir Amerikalıydı. Yani varabileceği en muhalif, en “öteki” noktada.
*
Sonra zamanla IŞİD aldı başını gitti. Bunun asıl nedeni de, ABD- her ne kadar Eylül 2014’te “IŞİD’e karşı koalisyon” kurmuş olsa da- elini taşın altına koymadı. Ankara’nın bastırdığı “güvenli bölgeler kuralım” teklifine de burun kıvırdı.
Hararetle savunduğumuz eğit-donat programına da başından beri sahip çıkmadı. Türkiye’nin Katar ve Suudi Arabistan’la birlikte desteklediği muhalifler de kendi içlerinde bölündü.
Tüm bunlar IŞİD’in önünü açtı. Ve Washington dikkatini tamamen Esad’dan IŞİD’e çevirdi. “Esad düşerse IŞİD hiç zaptedilemez” diyerek kalmasına da razı oldu. Türkiye ise “Esad gitmeli” demeye devam etti.
Aslında dünyanın hangi köşesine giderseniz gidin, geçmişler benzer. Dertler hemen hemen aynı. Sadece kimi yerde daha az, kimi yerde daha fazla.
Biz Ortadoğu’nun kıyısında olduğumuz için, buraların dertleriyle oturup, buranın dertleriyle kalkıyoruz. Zannediyoruz ki en çok burada şiddet var. Yabancı güçler sadece buralarda çizmiş yapay sınırları. Sykes-Picot bu topraklara has. Ve sadece burada halklar kendi içlerinde birbirine düşman.
Oysaki öyle değil. Sınırlar her yerde yapay. Her kıtanın Sykes-Picot’su kendine. Kutuplaşmalar da baki, sadece farklı eksenlerde.
SÖMÜRGE KARŞITLIĞI