Buna göre, ABD yönetimi 27 Haziran tarihinde Rusya'ya Suriye sorununun çözümünde yeni bir işbirliği planı öneriyor. ABD, bölgede El-Kaide bağlantılı Al-Nusra ve diğer cihatçı örgütlere karşı Rusya ile hedeflere yönelik istihbarat paylaşımı ve bu hedeflerin birlikte bombalanması için teklif sunuyor.
Rusya'dan ise, bunun karşılığında daha küçük ve ılımlı muhalefet unsurlarına karşı operasyon yapmayı durdurmasını, Esad rejimini de bunlara yönelik saldırılarına ara vermesi konusunda ikna etmesini istiyor. Böylelikle, ABD adeta Suriye'deki küçük muhalif grupları kolluyor.
Bu teklifin ana fikri şu: ABD'nin Suriye'deki temel hedefi IŞİD'i yok etmek. Bu hedefe yönelik harekatta ABD, Rusya, Esad rejimi ve PYD birlikte hareket ediyorlar. Ancak Al-Nusra ve benzeri cihatçı örgütler Esad rejimine karşı savaşıyor. Bu durumda Esad rejimi dikkatini sadece IŞİD ile mücadeleye veremiyor, çift düşman ile mücadele ediyor. Bu da ABD'nin planladığı ittifakın etkinliğinin bir ölçüde zayıflamasına yol açıyor.
Suriye'de Esad rejiminin sorun oluşturduğu ve artık iktidardan ayrılması gerektiği görüşü ABD'nin savunmadığı bir tutum değil. Muhalefetin bazı küçük gruplarını da bu amaçla destekliyor. Ancak bir yandan IŞİD ile savaşırken bir yandan da Esad rejimine karşı bu tutumu sürdüren ABD konunun Cenevre görüşmeleri üzerinden yönetilebileceğini düşünmüştü.
Bir yandan da İstanbul Atatürk Havalimanında gerçekleşen insanlık dışı terör saldırısı bu gelişmelere karşı bir tepki olarak algılanıyor ve topluma bu algının yerleştirilmesine çalışılıyor. Dikkatli olalım ve elmalarla armutları karıştırmayalım.
Kıta Avrupa'sı bir yandan Birleşik Krallık'ı kaybetmenin sakıncalarını tartışıp bu sakıncaları asgariye indirmek için ayrılış müzakerelerinde neye dikkat edeceğini hesaplıyor. Bir yandan da, benzer bir çözülmenin başka üye ülkelere yansımasını engellemek için nasıl bir yapısal dönüşüm içine girmesi gerekeceğini düşünüyor.
Birleşik Krallık bu sonucun kendi ülke bütünlüğünü tehdit etmesini ve örneğin İskoçya'nın yeni bir referandum ile bağımsız bir ülke haline gelmesini nasıl engelleyebileceğini araştırıyor.
Katalonya, bu sonucun İspanya'dan ayrılmak için kuvvetli bir dayanak oluşturduğunu, şimdi sıranın kendilerine geldiğini, bu cesur kararı alarak İskoçya'ya da bir örnek oluşturabileceklerini hesaplıyor.
İspanya ise, referandumun Cebelitarık konusunda kendi elini güçlendirdiğini, Birleşik Krallık'ın "denizaşırı topraklar" olarak tanımlayıp kendi egemenliği altında kabul ettiği bu toprak parçası üzerinde en azından artık "egemenlik paylaşımı" için yeni bir fırsat doğduğunu sanıyor.
Hatta, Türkiye’nin AB üyeliği sürecine en güçlü desteği veren Birleşik Krallık’taki dostlarıma veda ederken inanç ve güvenle “Biz gelmeden sakın AB’den ayrılmayın” demiştim.
Geride bıraktığım dostlarımın çoğunluğu da böyle bir sonucu istemiyor, beklemiyordu. Son aylarda AB’den ayrılmanın ciddi bir olasılık haline geldiğini düşünenler çoğalmıştı, ama herkes 2014 yılında İskoçya’da yapılan referandumda olduğu gibi sandık başına gidildiğinde aklıselimin galip geleceğini, ayrılma kararının verilmeyeceğini umuyordu. 23 Haziran tarihinde yapılan referandumun sonucunun AB’den çıkma yönünde olması tüm dünyada şaşkınlık ve şok yarattı.
GÖÇ KORKUSU BELİRLEYİCİ OLDU
REFERANDUMUN böyle sonuçlanmasının başlıca nedenini İngilizlerin göç korkusu oluşturuyor. 2007 yılından beri AB üyesi olan Bulgaristan ve Romanya vatandaşlarına serbest dolaşım hakkı 1 Ocak 2014 tarihine dek ertelenmişti. 2013 yılının ortalarından itibaren Birleşik Krallık’ta bu konuda önemli bir tartışma başladı. Romanya ve Bulgaristan vatandaşlarının serbest dolaşım hakkının engellenmesini isteyen çevreler seslerini yükselttiler. AB karşıtlığı ile tanınan ve göç konularını popülist söylemlerle istismar eden Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ülkede siyasetin yabancı düşmanlığı üzerinden kutuplaşmaya başlamasına sebep olmuştu.
Dış ticaretimizden ekonomimize, para politikasından yatırım politikalarına varana dek birçok konuda Türkiye’yi de etkilemesi kaçınılmaz olan bir kararın arifesindeyiz.
Ancak dış politika konularını dünya üzerindeki olaylar ve gelişmeler içinden sadece birine odaklanarak incelemek uluslararası ilişkileri basite indirgemek olur. AB ile Birleşik Krallık ilişkileri kadar, AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımları sürdürme kararı alması da Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
Öte yandan, Avrupa’nın ve yakın coğrafyamızın güvenlik meselelerinin ele alınacağı NATO zirvesine de iki hafta kaldı. NATO da Rusya ile olan ilişkilerde yeni bir uyarlama yapmaya hazırlanıyor.
İster Birleşik Krallık ile AB arasındaki ilişkiler olsun, ister NATO’nun zirvesinde ele alınacak konular olsun, bunların tümünün ardında son yıllarda Afganistan üzerinden batıya doğru yayılarak artan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı iyice kıskacına alan ve Suriye’deki konuşlanması nedeniyle de tüm Avrupa’yı endişelendiren terör sorunu yatıyor. Terör göç dalgalarını artırıyor, göç ve mülteci sorunları görülmemiş bir boyuta varıyor ve ciddi güvenlik riskleri oluşturuyor.
Biraz da bu nedenle dış politika konusunda daha sessiz, daha diplomatik ve daha usulüne uygun bir üslup kullanılmaya başlandı son zamanlarda. Dış politikanın değişeceği şeklinde yorumların artması da bu üsluba bağlanıyor.
23 Haziran tarihinde Birleşik Krallık ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin geleceğini belirleyecek olan referandum bu haftanın dış politika gündeminin başında yer alıyor.
Birleşik Krallık AB'den ayrılma kararı alırsa Avrupa'nın siyasi coğrafyası yeniden şekillenecek. Bir üyesinin eksilmesi AB içinde yeni bir referandum dalgasını başlatabileceği gibi, Birleşik Krallık içinde de bir diğer referandumun tetikleyicisi olabilecek.
İskoçya AB içinde olmayan bir Birleşik Krallık içinde olmak istemiyor. Öte yandan, başta Danimarka olmak üzere, birçok AB üyesi ülkede de Merkez'in dayatmacı kararlarına karşı daha fazla ulusal egemenlik çağrısı yapan akımlar giderek artıyor.
Milli Gün bir ülkenin bağımsızlığını kazanması, ülkenin devletler hukukuna göre bir uluslararası politika aktörü haline gelmesi gibi olayların gerçekleştiği tarihlerin kutlandığı genel bir anma günüdür. Türkiye'nin Milli Günü 29 Ekim'dir. Biz bu tarihi Cumhuriyet Bayramı olarak anar, öyle kutlarız.
Milli Gün vesilesiyle ülkeler birbirlerine tebrik mesajları gönderirler. Bu genel bir nezaket ve protokol uygulamasıdır. Uluslararası ilişkilerde yeri vardır. Milli Gün mesajları ülkeler arasındaki ilişkilerin mevcut durumu, birbirleriyle olan samimiyeti ve konjonktüre göre değişik ifadeler içerirler ve bir bakıma ilişkilerin düzeyi hakkında da bilgi verirler.
İki ülke arasındaki ilişkiler soğuk olduğunda mesaj kuru, yalın ifadeler içerebileceği gibi bazen siyasi tercihe göre hiç mesaj gönderilmemesi gibi uygulamalar da görülür. İlişkilerin iyi olduğu ülkeler arasındaki mesajlar sıcak, samimi, dostane ve halklar arasındaki yakınlığı vurgulayan ifadeler içerir. O kadar ki, sırf Milli Gün mesajlarının içeriğinden hareket ederek iki ülke arasındaki ilişkilerin zaman içinde izlediği inişli çıkışlı seyri dahi belirlemek dikkatli bir tahlille mümkün olabilir.
Dış politika aynı zamanda bir ülkenin toplumsal düzeninin dışa yansıyan yüzüdür. Örneğin demokratik, özgürlükçü, insan haklarına saygılı, çoğulcu sivil ve açık toplum yapısına sahip ülkelerin dış politikası bu özellikleri yansıtan şeffaf, uluslararası hukuk ilkelerini gözeten, eşitlikçi ve tarafsız politikaların izlenmesi sonucunu doğurur. Bu sonuç da imaj konusunda belirleyici unsurlardan biri olur.
Dış politika uygulamaları ülkelerin imajının olumlu ya da olumsuz biçimde etkilenmesine ve değişiklik göstermesine yol açar. Örneğin, ABD'nin Başkan Bush döneminde 2000-2008 yılları arasında izlemiş olduğu askeri güç kullanımına ağırlık veren müdahaleci uygulamaları ülkenin imajını olumsuz etkilemiştir.
Irak ve Afganistan'a yapılan müdahaleler özellikle Ortadoğu ve İslam coğrafyasında ABD hakkındaki algının ciddi ölçüde yıpranması sonucunu doğurmuştur. Başkan Obama döneminde ABD'nin dış politikasında yumuşak güç uygulamalarını öne çıkaran politikalar bu yıpranan imajı yeniden olumlu bir dönüşümle düzeltmeyi hedeflemiştir.
Birleşik Krallık'ta 23 Haziran tarihinde yapılacak olan referandum ülkenin AB'de kalıp kalmayacağını belirleyecek. Kampanya olanca hızıyla devam ediyor. AB'den çıkmayı savunanlar ile AB'de kalmayı savunanlar kendi görüşlerinin gerekçelerini halka anlatmak için çeşitli yöntemlere başvuruyorlar. Yazık ki Türkiye de bu kampanyada kullanılan olumsuz unsurlardan birini oluşturuyor.