Türkiye 1959 yılında bu topluluğa ortaklık müracatında bulundu, 1963 yılında da tam üyelik koşulları gerçekleşinceye dek yürürlükte olacak şekilde Ankara'da Ortaklık Anlaşması imzalandı.
Zaman geçti, AET Avrupa Birliği'ne (AB) dönüştü. Türkiye ile olan ortaklık ilişkileri tam üyeliğe geçiş sürecinde 1996 yılından itibaren yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile yeni bir seviye kazandı. Üyelik müzakereleri 2005 yılında başladı. Hala sürüyor. Türkiye'nin Avrupa heyecanı da yakında 60 yaşını dolduracak bir serüven halinde ilerliyor.
Bu uzun süre boyunca Türkiye'de AB'nin nasıl bir proje olduğunu ve ne anlama geldiğini anlayan, bilen ve bu projeye Türkiye'nin de katılmasına samimiyetle inanan insanlar oldu. Hala da var. Ama bu insanlar Türkiye nüfusunun "azınlık" diye dahi tanımlanamayacak kadar minik bir bölümünü oluşturuyorlar. AB'nin felsefesini ve bu felsefenin kendi içindeki gelişimini, bugün karşı karşıya bulunduğu sınamaları yakından izliyor, biliyorlar. Bilmeyen, anlamayan ve anlamak istemeyenlere rağmen onların bu inançlı mücadelelerine hayranlık duymamak mümkün değil.
Onbeş gün içinde aynı tek parti iktidarı seçim sonucunda olmayan ikinci büyük hükümet değişikliğini yaşayacak. Bu değişikliğin en önemli unsurunu da Başbakan'ın değiştirilmesi oluşturacak.
Hükümete yapılan her iki müdahalenin başrolünde aynı şahsiyetin olması kadar her iki değişimin yedi yıllık sürelerle gerçekleşmesi de ayrıca dikkat çekiyor. Demek ki, tek parti iktidarı da olsa, sürekli seçim de kazansa, yedi yılda bir hükümete ayar verilmesi gerekiyormuş.
Türkiye'nin dış politikasında kendi bölgesinde dengeli, Batı ile uyumlu ve eşgüdüm içinde sürdürülen dış ilişkileri önemseyen uygulamalarla bunun aksini savunan, evrensel değerleri küçümseyen bir yönetim anlayışının yansıdığı dış politika uygulamaları arasındaki rekabet son zamanlarda giderek arttı.
Birinci anlayış Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra 2009 yılına kadar dış politika uygulamalarındaki ağırlıklı etkisini sürdürebildi. 2000'li yıllarla birlikte Türkiye AB üyelik müzakerelerinde hızla ilerleme yoluna girmiş, 2009 yılının başında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi olmayan üyeliğine seçilmiş, komşularıyla olan ilişkileri her açıdan olumlu gelişme kaydetmeye başlamıştı.
Herşeyden önce, Türkiye üzerinden AB ülkelerine akın akın kaçan, duygusuz insan tacirlerinin ellerinde hem mallarını, hem canlarını kaybeden çaresiz insancıkların göçü önemli ölçüde kontrol altına alınabildi. Son günlerde açıklanan rakamlar bu yoldan AB'ye giden mültecilerin sayısında beklenen azalmanın gerçekleştiğini gösteriyor.
Son yıllarda karşılaşılan uluslararası göç hareketlerinin temel nedenlerini adaletsizlik, haksızlık, diktatörlük, iç savaş ve terör gibi unsurlar oluşturuyor. Dolayısıyla, göçün kontrol altına alınması kadar bu nedenlerin de ortadan kaldırılması ve daha adil yaşam koşullarının yaratılması için çalışılması da önem taşıyor.
Türkiye'nin bitişik komşu coğrafyası hem göçün kaynaklandığı hem göçe sebep olan unsurların da yoğun biçimde odaklandığı yer. Türkiye'nin bir yandan Suriye'den gelen milyonlarca mülteciyi barındırmak için çaba sarfederken, bir yandan da bu göçe neden olan unsurların ortadan kaldırılması ve Suriyelilerin kendi vatanlarında yeniden huzurlu bir yaşama kavuşturulmaları için uğraştığını özellikle vurgulamak gerekiyor.
İkinci konuda Türkiye'nin uluslararası toplumun desteğini alamamasının nedenlerinin başında Türkiye'nin Ortadoğu'ya ilişkin dış politikasındaki hatalar geliyor. Hatalar tarafsızlığın yitirilmesine, tarafsızlığın yitirilmesi güvenilirliğin ve inandırıcılığın yok olmasına yol açtı. Türkiye'nin bu algının değişmesi için yeni bir Ortadoğu politikası geliştirmesi, gizli bir gündemi olmadığını ikna edici biçimde göstermesi gerekiyor.
Mayıs ayıyla birlikte ilkbaharın yaza dönüşümünü hazırlayan mevsim döngüsünün belirginleştiği, renklerin daha parlak, daha canlı ve daha neşeli bir hal aldığı günler geliyor.
Bütün bu özellikler Mayıs ayını bir ümit ayı yapıyor.
Mayıs ümitleri önümüzdeki günlerde yaza ve yaz ötesine bakışımızın dayanaklarını hazırlayacak.
Her alanda olduğu gibi Türkiye'nin Dış Politikası'na bakışta da yeni ümitler aranıyor.