Umut Fırat Eroğlu

Yapay zekâ sayesinde ‘hasta daha iyi ve güvende hissediyor'

6 Aralık 2020
Sağlık Bakanlığı COVID-19 teşhisinde yapay zekâ kullanılması için düğmeye bastı. Bu teknolojinin öncülerinden, yazılımcı ve doktor Levent Çelik’e sürecin nasıl işlediğini sordum: “Uzun yıllardır birlikteyiz. Yapay zekâ sayesinde benim de güven seviyem yükseliyor.”


Yapay zekânın hastalıklara teşhis koyması fikri size fütüristik mi geliyor? Uzak değil, yakın gelecekte “Yapay zekâ görmeden ameliyata girmem” diyen hastalarla karşılabilirsiniz. Tıpta yapay zekâ büyük bir potansiyele sahip. Özellikle tomografi, MR gibi tekniklerle ‘makine öğrenmesi’ sürecini mümkün kılıyor, yapay zekâ hızla öğreniyor. En son örneklerden biri COVID-19 teşhisiyle ilgili... Sağlık Bakanlığı tomografi tekniğinin yapay zekâyla desteklenmesini gündemine aldı.  

Radyoloji alanında uzman Prof. Dr. Levent Çelik’in en iyi yardımcısı bir yapay zekâ... Birbirlerinden öğreniyor, birlikte gelişiyorlar. Dr. Çelik tıp kariyerinden önce bilgisayar eğitimi almış ve ilk işi de IBM’deymiş.  Yazılımcı doktor, tıp açısından sıradışı bir nitelik... Bu özelliği sayesinde FDA’dan (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) onay alan dünyanın ilk teşhis yazılımı Transpara’nın geliştirilmesine büyük katkı sağlamış. 80 binden fazla tomografi filmini veritabanına uygun hale getiren Çelik adeta yapay zekânın hocası... 

Yapay zekâyla çalışan bir doktorun günlük rutini nasıl?

Ben hastaya rapor vermeden önce her mamografiyi iki yapay zekâ incelemiş oluyor. Ben onlardan sonra raporu okuyorum. Uzun yıllardır bir aradayız. Transpara ile çalışıyoruz. Ayrıca Kore menşeli bir yazılımı da test ediyoruz.

Radyoloji, görüntüleme teknikleri sayesinde yapay zekâ için en uygun alan sanıyorum...

Evet, imaj işleme makine öğrenmesi teknolojisinin patlamasıyla hızla yaygınlaştı. Dünyanın en büyük radyoloji kongresinde de konuların yaklaşık yüzde 30’u yapay zekâ oluyor. Tüm doktorlar bu teknoloji kendi alanının neresine eklenecek diye bakıyor.

Yazının Devamını Oku

Sosyal medya AVM’ye döndü!

29 Kasım 2020
Canlı alışveriş kanallarında işi bir adım ileri taşıyanlar, doğrudan satış yapmaya başladı. Tanıtımlar özel platformlarda yapılıyor. Kim Kardashian koluna altın bileziği hemen takanlardan… Çin’deki bir yayında 15 bin şişe parfümü bir çırpıda sattı. Sonunda birileri komple gezegeni Amazon’a koyacak ve zengin uzaylılar alacak diye endişeliyim!

Televizyon kanallarında ürün tanıtımlarının yapıldığı, ilk arayanın ‘büyük indirimleri, eşsiz fırsatları’ kaptığı tele-pazarlama dönemini hatırlıyorsunuz. Tarih tekerrürden ibaret... Şimdilerde sosyal medyada yeni bir ‘telemarket altın çağı’nın başlama sinyalleri geliyor. Elbette ki influencer’lar başrolde...

Çin’de şimdiden trend olan canlı alışveriş kanalları, Batılı internet devlerinin de yakın radarına girdi. Amazon, Google ve Facebook perakende sektörünün geleceği olarak gördüğü bu yenilik için altyapı hazırlıklarını hızla sürdürüyor. Malum, internette bir yerde çok büyük paralar dönüyorsa onları da mutlaka sahnede görüyoruz.

‘Alışverişi bir eğlence yöntemi olarak düşünün’

Günümüzün popüler meslekleri arasına giren influencer’lık, canlı alışveriş konusunun odağında. Influencer, kitleleri etkileme ve fikirleri, mesajları doğrudan yayma, empoze etme gücü olan, nüfuzlu kimse demek; geçmişteki saygın tanımıyla. Bugünse çoğunlukla ürün tanıtım videolarıyla ünleniyorlar. Canlı alışveriş kanallarında işi bir adım ileri taşıyanlar, doğrudan satış yapmaya başladı. Tanıtımlar özel platformlarda yapılıyor. Ekran arayüzü, çevrimiçi satış mağazası gibi ürünü hemen sepete eklemeye imkân veriyor.

Silikon Vadisi’nin devleri yeni satış trendini kucaklamaya hazırlanırken, dünyanın öte yanında işler çoktan yerine oturmuş. Çin’de canlı satış kanallarını kullanan influencer sayısında bu yıl patlama yaşanmış. Pandemi etkisi elbette tartışılmaz. Çin halkı yeni yöntemi çok çabuk benimsemiş ve hatta eğlence aracı olarak görmeye başlamış.

The Verge’e konuşan Instagram alışveriş bölümü sorumlusu Leyla Amjadi, canlı satışın eğlenceye dönüşen bir araç olduğunu anlatıyor: “Alışverişi keyifli vakit geçirme ve eğlence yöntemi olarak düşünün. Ürünü sadece keşfetmiyorsunuz, onu duyabiliyor, hareket halinde görüyorsunuz” diyor. The Verge’ün haberine göre an itibariyle 200 milyondan fazla Çin vatandaşı canlı satış kanallarına angaje olmuş durumda.

‘Meşhur ünlü’ Kim Kardashian West ise koluna altın bileziği hemen takanlardan… Çin’in bereketli influencer’larından biriyle yaptığı ortak yayında 15 bin şişe parfümü bir çırpıda sattığı anlatılıyor. Kardashian’ın para ve şöhret odaklı yaşadığını herkes bildiği için işi daha kolay. Ancak şimdiye kadar sadece ‘tavsiye veren’ bir influencer için öyle değil. Yayın süresi boyunca “Acaba şu an satıyor mu, kaç satıyor?” diye düşünmek samimiyeti azaltabilecek bir unsur. Örneğin Google’un satış platformu Shoploop’un lansmanında ünlü influencer Helene Heath, dokuz canlı satış videosunun hiçbirinden gelir elde edememiş. Amazon Live’da iyi satışlar yapan güzellik influencer’ı Carla Stevenne ise ancak onlarca yayından sonra başarıya ulaşabilmiş...

Yazının Devamını Oku

‘Aşıyla insanlara çip yerleştirileceği haberleri tam bir dezenformasyon örneği’

22 Kasım 2020
Bilim iletişimi alanında dünyanın saygın isimlerinden Harvard Halk Sağlığı Okulu profesörü K. ‘Vish’ Viswanath ile konuştuk: “Yalan haberlere inanmada kişilerin önyargıları, inançları etkili oluyor. Ama yalan bilgiler kişileri sağlıklı davranışları benimsemekten alıkoyabileceği gibi hastalığa hatta ölüme neden olabilecek sağlıksız davranışların benimsenmesine de yol açabilir.”



Yaşadığımız bu dönem, 21’inci yüzyıl ‘bilgi çağı’ olarak anılıyor. Bütün devirler kendi tezatlığını da içinde barındırır ya, biz de sanki paralel evrende ‘yanlış bilgi çağı’nı yaşıyoruz. Muazzam teknolojik gelişmeler bile kulaktan kulağa oyununun dinamiklerini değiştiremedi. Halen bilginin kaynağıyla ulaştığı nokta arasında büyük sapmalar görülebiliyor. Sokağa çıkma yasağı saatleri kadar yalın bir bilginin bile ne kadar kafa karıştırabileceğine geçen hafta şahit olduk. Güncelliği bakımından üzerinde durmayı faydalı görüyorum. “10.00-20.00 saatleri dışında sokağa çıkmak yasak” ifadesinin günlük dildeki karşılığı ‘Akşam 8’den sabah 10’a kadar sokağa çıkmak yasak’tır. Resmi açıklama bağlamında ilk ifadenin tercih edilmesi anlaşılabilir; yasak ve serbest olan saatleri bir arada belirtiyor ve konuyu asıl ekseninden kaydırmıyor. Şayet mesele koronavirüs için alınan önlemler olmasaydı, kolay anlaşılabilirlik adına ikinci türden bir ifade daha açık olurdu. Çünkü insanların çoğunun ilgilendiği bilgi -kabul etmek gerekir ki- hafta sonu gece dışarı çıkılıp çıkılamayacağıdır...

İnsanların neyle ilgilendiği, yani algıda seçicilik, bilgi aktarımındaki kilit noktalardan biri. Bilginin dolaşımını hızlandıran bir unsur. Aynı zamanda bozulmasını da kolaylaştırabiliyor. Değersiz bir bilgi, daha fazla ilgi gördüğü için asıl bilginin önüne geçebiliyor. Ayrıca bilgi, aktarım sırasında deformasyona uğrayabileceği gibi art niyetli olarak da çarpıtılabiliyor. Buna dezenformasyon deniyor.

Çarpıtılmış bilgi, tahakküm gücüne dönüşebiliyor

Pandemi süreci, bilgi çağı için iyi bir etüt sahasına dönüştü. Örneğin “Hastalığa ne iyi gelir, nasıl korunurum?” herkesin ilgilendiği bir konu. İlk günlerde yayılan asılsız ‘işkembe çorbası tavsiyesi’ absürt bir dezenformasyon örneği. Benzerleri halen türetiliyor ve ilgi görüyor. İşkembenin pek kimseye zararı yok ancak kasten manipüle edilmiş bilgiler toplum sağlığı için riskli.

Yanlış ve çarpıtılmış bilgi, kötü niyetli ellerde tahakküm gücüne de dönüşebiliyor. Öyle ki spekülasyonlar ekonomiyi çökertebilecek, yalan haberler seçimleri ve ülkenin kaderini değiştirecek, hatta savaş başlatacak kudrete sahip olabiliyor.  

Harvard Halk Sağlığı Okulu profesörü K. ‘Vish’ Viswanath, bilim iletişimi alanında dünyanın saygın isimlerinden. Sabri Ülker Vakfı’nın 17-18 Kasım’daki Beslenme ve Sağlık İletişimi konferansının önemli konuşmacıları arasındaydı. Konferans öncesinde e-posta yoluyla görüştük. Profesör Vish, bilgi ekosisteminin karmaşık yapısı yüzünden bilim iletişiminin zora girdiğini anlatıyor. “Doğruluğu kanıtlanmış haberi tanımlamak için birçok farklı bakış açısı var. Toplumun bilimi anlamasında sosyal ve psikolojik bariyerler bulunuyor” diyor.

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâ medyaya el atarsa...

8 Kasım 2020
Geleceğin belli başlı mesleklerinde yapay zekânın insanın yerini alacağı epeydir biliniyor. Ancak yaratıcı işlerde insanın yerini dolduramayacağı düşünülüyordu. Son iki yılda ortaya çıkan ‘sentezleme’ teknolojisi hiç hesapta olmayan mesleklerin de yapay zekâ tarafından ele geçirilebileceğini ortaya koydu, üstelik yarın kadar yakın bir gelecekte!


Populer Science dergisinin son sayısında 10 yıl içinde yaşantımızı değiştirecek gelişmeler, ‘Bilimde Çığır Açacak 20 Fikir’ başlığıyla yer alıyor. Birinci sırada ‘Sentetik Medya’ var. Sentetik medya, ses ve görüntü içeren medya araçlarının yapay zekâ tarafından üretilmesi, manipülasyonu ve modifikasyonu anlamına geliyor. En yaygın örneği ‘deepfake’ videoları. Ünlü bir simanın yüzüne başka birinin konuşması montajlanarak, sanki ünlü kişi söylüyormuş gibi gösteren deepfake (derin sahte) videoları iki yılda çok hızlı gelişti. Çoğunlukla iğneleyici mesajlarla absürt ve komik videolar üretmek amacıyla yapılıyor. Ancak seçimleri manipüle etmek, hatta ünlülere şantaj yapmak gibi karanlık bir boyutu da var.

Sentetik medyanın gerçek potansiyeli deepfake’in çok üstünde. İsteyen herkesin video, fotoğraf ve ses içeriği üretebildiği, yayıncı olabildiği bir çağdayız. Dijital içerik artık tüm sektörler için ana tanıtım ve iletişim aracı. Video ve podcast’ler en çok tüketilen içerikler. Düzgün içerik üretmek için prodüksiyon işlerinin yanı sıra oyunculuk, sunuculuk, modellik, seslendirme gibi kabiliyetler gerekiyor.      

Çalışanlar endişelenmeli mi?

Sentetik medya, yazılı içerikle ses ve görüntüyü sentezleyerek, gerçeğe çok yakın karakterler ve sunumlar yaratabiliyor. Gerçekte var olmayan spikerler, oyuncular, fotomodeller hatta müşteri temsilcileri ve mağaza satıcıları yaratılabiliyor. Tam tersi de mümkün. Tanınmış şahsiyetlere normalde söylemedikleri şeyler söyletilebiliyor. Sentetik medyanın gelecekte içerik üretimini demokratikleştireceği düşünülüyor. Örneğin ünlü bir simayı reklam filminde oynatmak büyük bir prodüksiyon maliyeti demek. Sentetik medya, kimseyi yerinden kıpırdatmadan işi yazılım ortamında çözmeyi hedefliyor. Oyuncu oturduğu yerden, az bir uğraşla para kazanırken, etkili tanıtımlar düşük maliyetle kurtarılabilecek.

Sentetik medya, bağımsız içerik üreticilerine de avantaj sağlayacak. Butik bir marka yeni kreasyonunu yapay modellerle tanıtabilecek, bağımsız yayın organları gerçek insanlara ihtiyaç duymadan podcast’ler, video haberler üretebilecek. Hatta düşük bütçeli filmlerde ünlüleri oynatmak bile mümkün olacak.

Pekâlâ medya sektörünün profesyonelleri bu durumdan endişelenmeli mi? Bence hem evet hem hayır... Gelecek sentetikleştikçe, sanatını doğallık ve özgünlükle sergileyenlerin kıymetli hale geleceği kesin! 

Start-up’lar çoktan işe başladı

Yazının Devamını Oku

Mars'ı kadınlar fethedecek!

1 Kasım 2020
Bilim ve teknoloji sahnesinde yüzyıllardır erkekler saltanat sürüyor. İlahi adalet... Öyle bir zamana geldik ki en ileri teknolojilerin kullanıldığı, bilimin sınırlarının aşıldığı uzay çağında ilerleyebilmek için artık kadınların üstünlüğüne ihtiyacımız var. Üstelik son derece rasyonel sebeplerle!


Dünyada bilim ve teknolojinin gelişimi büyük oranda savaşlara ve savunma sanayisine bağlı. İnternet örneğin, ABD ordusunun uzak mesafe iletişim ihtiyacıyla keşfedildi.

Uzaydaki ilerleyişimizi de Soğuk Savaş’ın uzantısı olarak ABD ile Rusya’nın uzay yarışına borçluyuz. Yarışın ana fikri, uzayda ilk zaferleri kimin elde edeceğiydi. Sputnik ile ilk uyduyu yörüngeye yollayan ve Yuri Gagarin ile ilk uzay uçuşunu gerçekleştiren Ruslar, uzaya ilk kadın kozmonotu yollamayı başaran ulus oldu. 1963’te tek başına uzaya fırlatılan ve görevi başarıyla tamamlayan Valentina Tereşkova, ‘Sovyetler Birliği Kahramanı’ unvanına ve üstün parlamento üyeliğine layık görüldü. Tereşkova uzaya ikinci defa gitme şansı yakalayamadı ancak dünya çapında ‘üstün kadınların idolü’ olarak sayısız etkinlik ve organizasyonda ülkesini temsil etti.

Uzay yarışında son noktayı koyansa bilindiği üzere ABD olmuştu. Başkan Kennedy’nin vizyonu ve bütün ulusu ‘gaza getirme’ kabiliyeti sayesinde Dünya dışında bir toprağa, Ay’a ilk ayak basan insan Amerikalı bir erkekti; Neil Armstrong. Hikâyenin az bilinen tarafıysa o ayağın Ay’a güvenli bir şekilde basıp tek parça halinde geri dönmesini sağlayanın yine bir kadın olduğudur... Margaret Hamilton, 1969 tarihli efsanevi Apollo görevinin bilgisayar yazılımını tasarlayan kadındı. ‘Yazılım mühendisliği’ terimini ilk türeten ve işin mühendislik olarak tanınmasını sağlayan da yine kendisidir. Amerikan başkanlarının zarif meselelere ilgi duyduğu eski günlerde, Barack Obama’dan Başkanlık Özgürlük Madalyası alan Hamilton, teknoloji çağının önemli figürlerinden biri olarak anılmaya ve ileri görüşlü kadınlara örnek olmaya devam ediyor.

Uzayda yeni faz

Gelelim uzay çağının yeni fazında kadınları öne çıkaran üstünlüklere... Kadınların uzaydaki ilk başarıları kayda değer olsa da eşitliği hemen yakalayamadılar. Kadın-erkek sayısı denk olan ilk astronot ekibinin kurulması 2013 senesini buldu.

Sadece kadınlardan oluşan ilk uzay yürüyüşünüyse ancak geçen yılın ekim ayında müjdelemiştik. Yeni çağda uzay mücadelesi, süper güçler arasında değil, uzayın doğasına karşı gerçekleşiyor... İşte tam da burası, kadınların öne geçtiği yer.

Biliminsanları, Mars görevinde ekibin kadın ağırlıklı olması gerektiği konusunda hemfikir. Hatta sadece kadınlardan oluşması bile gündemde. Öncelikli gerekçeler fizyolojik. Uzayda ağırlık ve enerji tüketimi, milyonlarca dolar maliyet demek. Kadın vücudunun daha hafif olması, esneklik ve küçüklük gibi avantajları ‘maliyeti düşürüyor’. Ayrıca kalori ihtiyaçlarının düşük olması daha az gıda taşınması anlamına geliyor. Karbondioksit ve atık üretimlerinin az oluşu da geri dönüşüm sistemlerinin daha az çalışması demek. Ayrıca erkekler uzayda uzun süre kalınca görevler için hayati önem taşıyan görme ve duyma organlarında problemler baş gösteriyor. Kadınlarda daha çok ürinal sorunlarla bulantı benzeri semptomlar görülüyor. Bunların tedavisi daha kolay.

Yazının Devamını Oku

‘Araba önemli değil, yolda olalım yeter’

25 Ekim 2020
Ne Alman’ın hızlısı ne Amerikan’ın kaslısı... Z Kuşağı güce de bakmıyor, estetiğe de! Onlar çevreci bir araçla, sürekli yolda olmak istiyor. Bu tavırlarıyla da koca sektörü değiştiriyorlar!


Z Kuşağı dünya nüfusunun yüzde 30’unu oluşturuyor. Teknoloji dünyasına doğan bu nesil ‘İnsanlık 2.0’ın ilk bireyleri ve ilk küresel jenerasyon. Önceki nesillerin ezberini bozmaya geldiler! Zaten devraldıkları gezegende başka türlü yaşanamazdı! Onların tüketim alışkanlığı tüm sektörleri dönüştürecek. Bundan nasibini alacak ilk sektörse otomotiv... Otomobillere ilgi duymadığı bilinen bu nesil koca sektörü nasıl değişime zorlayabilir? İşte Gen-Z’nin gücünü anlama fırsatı...

Verimlilik, paylaşım, sürdürülebilirlik

Tekerleğin icadı medeniyet için önemli bir dönüm noktasıydı. Keşfetmek ve ilerlemek için var olmuş canlılarız adeta. Yaşayacak yeni yerler bulma arzusuyla gezegenimizdeki kıtaları fethettik. Belki galaksimizdeki yeni dünyaları da aynı merakla keşfedeceğiz... Motorlu araçların icadı dünyayı hızlandıran bir başka önemli dönüm noktasıydı. Zamanla otomobiller prestij araçlarına dönüştü ve refah simgesi oldu. Herkes araba satın alabilmeye başlayınca, estetik ve hız faktörleri devreye girdi. O günden itibaren otomobiller kültüre yön veren cazibe objelerine dönüşmeye başladılar. Ta ki, Gen-Z sahneye girene kadar.

Allison+Partners tarafından yakın zamanda ABD’de yapılan ‘Hareket Kültürünün Doğuşu’ adlı araştırmada Z Kuşağı ilginç bir yönüyle öne çıkıyor. Taşımacılıkta bugüne dek hâkim olan ‘ben odaklı’ kullanım anlayışı onlarla birlikte ‘biz’ anlayışına evriliyor. Katılımcıların yüzde 56’sı otomobilleri sadece bir taşıt aracı olarak görüyor. Yani önceki nesiller gibi otomobil seçimleriyle statülerini sergilemeyi umursamıyorlar. Yüzde 70’i henüz ehliyet sahibi bile değil!

Araba reklamlarında hızlı, çekici, karizmatik gibi havalı -ve çoğunlukla maskülen- sıfatlar görmeye alışkınız. Peki otomobil sektörü bu biçimsel nitelikleri umursamayan Gen-Z’yi nasıl tavlayacak? Tahmin etmek zor değil... Verimlilik, paylaşım, sürdürülebilirlik ve genel deneyim gibi faktörler tasarım ve hızın önüne geçecek. Elektrikli otomobiller benzinli motorları ortadan kaldırdığında zaten belirli normlar kökten değişmiş olacak. (Şimdilerde fahiş fiyata satılan benzinli otomobillerin 10-15 sene sonra ikinci elde yok pahasına satılacağı aklınızda bulunsun.) 

Yolculuk paylaşım uygulamaları ve Uber gibi alternatif sistemleri kullanmaya alışan Z Kuşağı teknolojiye hâkim olduğu için hem sosyal hem de çevresel farkındalığını avantaja çevirmeyi iyi biliyor. Bir araca tek başına sahip olmak yerine, alım güçlerini birleştirerek deneyimi zenginleştirmeye odaklanıyor ve içeriğe önem veriyorlar. Yani otomobilin kendisinden çok, onunla yaşayacakları deneyimi önemsiyorlar ve ilham almak için sosyal medyayı kullanıyorlar.

Gezegenimiz için en hayırlısı bu

Yazının Devamını Oku

Gülümseyin, paranız gidiyor!

18 Ekim 2020
Rafların arasında geziyor, sepetinizi dolduruyorsunuz. İhtiyaçlar tamam. Market kasasına gelince tek yapmanız gereken kameraya gülümsemek... Çin’deki ‘gülümse ve öde’ teknolojisi tartışmalı yüz tanıma sistemlerinin son marifeti. Ekstreyi görünce tebessüm devam edecek mi, o da soru işareti.


Gülümsemesiyle her istediğini alan insanlar vardır... Siz bu kadar etkili olduğunuzu düşünmüyorsanız canınızı sıkmayın. Yakında bir tebessümün ne kadar para ettiğini görünce şaşırabilirsiniz. Çin’de yaygınlaşmaya başlayan yeni bir teknoloji, yüz tanıma sistemiyle ödeme yapma imkânı sunuyor. Mağazalardaki ‘Smile and Pay’ (Gülümse ve Öde) kiosklarında, alışveriş mutluluğu yüzünüze yansıyınca hiçbir şeye dokunmadan işleminizi tamamlayabiliyorsunuz!

Son cümledeki ironiyi yakaladığınıza şüphem yok. Şu sıralar market kasalarına gelip de yüzü gülen pek kimse olduğunu sanmıyorum. Zaten Çin halkı da tebessüm etmeyi pek sevmez. Öyleyse nereden geliyor bu neşe?

‘Azınlık Raporu’ filmindeki gibi...

The Guardian’ın haberine göre, başta Alipay olmak üzere Çin’in finans devleri, üç yıl içinde bu yeni teknolojiye yüz milyonlarca dolar yatırmaya hazırlanıyor. Her köşe başındaki gözetleme kameralarına alışan Çin halkı teknolojiyi benimsemiş ve kullanmaya başlamış bile. Banka hesabına bir portre fotoğrafı bağlamak yeterli oluyor. Gülümseme faslıysa muhtemelen sadece işlevsel. Sistemi sabit bir resim veya maskeyle kandırmanın önüne geçiyor.

‘Azınlık Raporu / Minority Report’ filminde başrol oyuncusu Tom Cruise, bir mağazaya girerken interaktif ekrandan tanınıyor ve kişisel önerilerle karşılaşıyordu. Tüketicileri satış noktalarında yüz taramasına alıştırma yaygınlaşacak bu teknolojinin hazırlık adımları olabilir. Malum, yüz tanıma sistemleri tartışmalı. Terazinin bir tarafında güvenlik, diğerinde kullanıcı mahremiyeti var. Çin halkı distopik ortamı kabullenmiş olabilir ancak sayısı artan kameraların batı toplumlarını tedirgin ediyor. Pandeminin fiziki temastan kaçınmayı kolaylaştıran süreçlere hızla adapte olmamızı sağladığıysa bir başka gerçek.

Güvenlikten söz etmişken... Paranın dijitalleşmesiyle gayrimeşru ekonominin önlenebileceğini savunanlar var. Ancak kripto para, karaparanın yerini aldığı için bu olasılık pek gerçekçi değil. Ayrıca paranın tamamen dijitalleşmesi, distopik bir gelecekte tüm maddi birikimlerin kontrole girmesi ve istenildiğinde sıfırlanabilmesi ihtimalini düşündürüyor. Büyük bir elektrik kesintisiyle her şeyin yok olması da korkutucu...

‘Etik yönleri sorgulanabilir’

Yazının Devamını Oku

Otizmliler teknoloji firmalarının radarına girdi

11 Ekim 2020
Bir zamanlar hastalık olarak görülen otizm, dijital çağda üstünlük olarak kabul ediliyor. Analitik süreçlerin daha verimli yürütülmesi, fikirlerin doğrudan, dürüstçe söylenmesiyle işlerin hızlanması şirketlerin dikkatini çekiyor. Teknoloji devleri çoktan otizmli bireylere özel işe alım programları başlattı bile.


Yaratıcılık kabiliyeti, analitik düşünme yetisi, sosyal beceriler ve daha nice bilişsel, davranışsal özellikler insanın toplumda alacağı rolleri belirliyor. Çeşitlilik, hem toplumların hem de bireylerin yüksek potansiyellere ulaşmasını hızlandırıyor. ABD’nin kültürel, ekonomik ve siyasi anlamda dünyanın en etkili nüfusu olmasının ardında tüm dünya milletlerinin çeşitliliğini barındırması yatar. Avrupa, halkların çeşitliliğini birlik haline getirerek dünyanın medeniyet merkezine dönüştü. Türkiye’yi başta komşu ülkeleri ve Ortadoğu’nun gözünde cazibe alanı haline getirense Anadolu’nun binlerce yıllık medeniyetler birliği ve yaşantımıza yayılan kültür çeşitliliği...

Sonuç odaklı iletişim

Binlerce yıldır renkleri, dilleri ve gelenekleriyle ayrışan insanlar, bilgi ve teknoloji çağında beyin yapılarının farklılığıyla da çeşitlenmeye başladı. Nöroçeşitlilik olarak tanımlanan bu yeni nesil farklılığı olumlu değerlendirenlerin başında teknoloji şirketleri geliyor. Çalışanları arasındaki etnik ve kültürel farklılıkları global pazarlarda avantaja dönüştüren teknoloji devleri, şimdilerde sıradışı bir işgücüyle rekabet güçlerini arttırıyorlar: Otizmli bireyler. Beynin farklı işlemesi nedeniyle şimdiye dek hastalık olarak tanımlanan otizmin aslında bireylere kullanışlı ve yer yer üstün görülebilecek yetenekler sunduğu, dijital çağda iş dünyası tarafından anlaşılmaya başladı.

Otizmli çalışanlar işe farklı bir bakış açısı getirerek zenginlik katıyor.

Analitik, rasyonel ve neden-sonuç odaklı teknoloji dünyasında otizmli bireylerin fark edilmesi tesadüf değil. Mantık çerçevesinde düşünüyorlar ve kararlarını mutlaka bir kanıta dayandırma gereği hissediyorlar. Sıradışı örüntüleri fark edebiliyorlar, problemlerin çözülmesi gerektiği konusunda ısrarcılar ve odaklandıkları işi tamamlanana kadar bırakmıyorlar. Zihinleri adeta bilgisayar gibi çalışıyor. Bilgisayarlar için her şey ikili sistemde işler. Bir koşul sorgulandığında referans noktası kesindir; ‘doğru’ veya ‘yanlış’, 0 veya 1’dir. Düşünce yapıları bu derece net olabilen otizmli bireyleri doğru pozisyonlara konumlandıran insan kaynakları, analitik süreçlerin daha verimli yürütülmesini sağlayabiliyorlar. Otizm spektrumunda yer alan bireylerin yaygın bilinen özelliklerinden biri de düşündüklerini doğrudan söylemeleri. Kimilerine kabalık gibi gelse de bu niteliği dürüstlük ve sonuç odaklı iletişim avantajı olarak görmek mümkün. Bilhassa Türkiye toplumunda insanların fikirlerini dile getirmekte bocaladığı bir gerçekken...

Performans artışı...

Gerçeği söyleyip ‘kötü olmayı’ pek istemeyiz, farklı fikirlerimizle çıkıntılık yapmaktan çekiniriz. Bundan ötürü işlerin ağır ve karmaşık yürümesine, ofis ortamında duygusal iniş çıkışların yaşanmasına hepimiz aşinayız. Otizmli bireylerin fikirlerini doğrudan söylemeleri, en azından işlerin hızlanması ve bazı gerçeklerin ‘ortaya çıkması’ adına ofise taze bir soluk getirebilir.

Yazının Devamını Oku