Zap’lamanın yerini çoktan aşağıya kaydırmak aldığına göre, artık televizyon yerine Instagram’da ‘hikâye’ izlediğimizi kabul edebiliriz. Andy Warhol “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” dediğinde bugünleri görmüştü. Fakat sürenin 15 saniyeye düşmesi eminim onu bile şaşırtırdı. 10’uncu yılını kutlamaya hazırlanan Instagram, sosyal medya ve internetin gelmiş geçmiş en etkili uygulaması. Bana göre başarısını hepimizi ‘ünlü’ etme potansiyeline borçlu.
Instagram, 2010’da Kevin Systrom tarafından kuruldu. Systrom kaliteli viskiye olan merakıyla Burbn adlı bir uygulama geliştirmişti. Kullanıcılar mekânlara check-in yapabiliyor ve görsel paylaşabiliyordu. O dönemde Foursquare ile lokasyon paylaşmak modaydı. Ancak gezilen yerlerden görsel post etmek yeni bir fikirdi. Telefon kameralarının emekleme döneminde, fotoğrafları filtrelerle makyajlayan Hipstamatic, Systrom’un dikkatini çekmişti fakat paylaşım özellikleri yetersizdi. Sosyal yanı Facebook gibi güçlü, gezilen yerlerden güzel fotoğraflarların paylaşıldığı kolay bir uygulama işe yarayabilirdi.
Stanford mezunu Kevin, Silikon Vadisi’nden iki yatırımcıyı hemen etkilemeyi başardı. Peri masalı başlamıştı. İki hafta içinde 500 bin doları kucakladı. 25 yaşındaki arayüz tasarımcısı Mike Krieger’ı ekibe aldı ve birlikte işe koyuldular. Burbn’un fazlalıklarını atıp arayüzün sadeliğine ve fotoğraf paylaşım kalitesine odaklandılar. 8 haftada uygulama tamamlandı. Instagram, App Store’a yüklendiği ilk gün 25 bin kişi tarafından indirildi. Takvim, 6 Ekim 2010’u gösteriyordu.
Bir yıl sonra 1 milyar dolara Facebook’a sattı
Kısa sürede milyonlarca kullanıcıya ulaşan Instagram, 2011’de 1 milyar dolar nakit ve hisse karşılığında Facebook tarafından satın alındı. Zuckerberg’in şartı, Instagram’ın bağımsız yönetilmesiydi. Çok yıllar sonra Zuck, Instagram’ı tehdit gibi gördüğü için satın aldığını itiraf etmek durumunda kalacaktı. Facebook’un himayesinde 1 yıl geçmeden ilk skandal yaşandı. Yeni kullanım şartnamesinde, kullanıcılara ait fotoğrafların sahiplenildiği ve üçüncü kişilere satılabileceği ibaresi mevcuttu. Kullanıcılar hesaplarını silmeye başlayınca madde kaldırıldı. Sular durulunca Instagram kendi çizgisinde ilerlemeye devam etti. Twitter’dan Vine’ı kopyalayıp Boomerang’a dönüştüren; hikâye özelliğini araklayıp Snapchat’i gömen Instagram, asıl başarısını kullanıcılarına borçlu.
Herkesin reklamını yapabildiği ilk platform
Instagram, herkesin ‘kendi reklamını’ yapabildiği ilk platform olma özelliği taşıyor. İster Jamie Oliver gibi usta bir aşçı, ister Paris Hilton ve Kim Kardashian gibi ‘ne idüğü belirsiz’ ünlüler olun Instagram’da dünyayı kendinize hayran edebilirsiniz. Estetik bir bakış, insanların gıpta edeceği bir yaşam stili ve ‘biraz da herkes gibi olmak’ iyi profillerin sırrı. Gerisi topluluk yönetim marifetine ve takipçilere ne fayda sunulduğuna kalıyor.
Kendi ekonomisi var
Sanayi devrimiyle insanlık için yeni ve hızlı bir çağ başlarken, bugün felaket saydığımız küresel ısınmanın ilk tohumları atılmıştı. Caddeler, meydanlar, kırsal bölgeler motorlu araçlarla dolmaya başlamış, fabrikalar ve üretimhaneler durmaksızın faaliyete geçmişti. Yaşama yeni bir dinamizm gelmesi milyonlarca insanın geleceğini aydınlatırken, gökyüzü karbonmonoksitle kaplanıyor ve hızla kararıyordu. Geçen 150 yılın ardından nihayet Dünya gezegeninin sonsuz kaynaklara sahip olmadığını anladık. Yeryüzünün petrol rezervleri tükeniyor. Motorların ürettiği karbon havaya salındıkça yaşam sahamız daralıyor. Üstelik havadaki karbonu emebilen, küresel ısınmaya karşı tek güvencemiz olan ağaçları yok etme konusunda adeta yarış halindeyiz... Hani, helak edilmek için yapılacaklar listesi varsa bir yerlerde, biz neredeyse hepsine birer ‘tik attık’...
22 Eylül Pil Günü oldu
Neyse ki köprüden önce son çıkış için hâlâ biraz umudumuz var. Temiz ve yenilenebilir elektrik enerjisi dünyanın, daha doğrusu insanlığın geleceğini kurtarabilir. Elektrik devrimi olarak tarihe geçmesi muhtemel bu dönüşüm, önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde kaçınılmaz olarak gerçekleşecek. Rüzgâr türbinleri, güneş panelleri, okyanus jeneratörleri ve dahası, dünyayı tüketmeden karbonsuz elektriği üretmek için hazır. Şimdi, elektrik devriminin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için teknolojide son bir eşik kaldı: Saklama kapasitesi yüksek, dayanıklı piller...
İçten yanmalı motorlara kıyasla yok denilecek kadar az karbon izi bırakan elektrik enerjisini üretmek, saklamaktan daha kolay. Ancak üretimin de limitleri bulunuyor. Güneş paneli, rüzgâr türbini gibi araçlarla sağlanan elektrik kısıtlı sürelerde ve belirli lokasyonlarda üretilebiliyor. Güneş battığı veya rüzgâr durduğu vakit enerji kesildiği için toplanan elektriğin pillerde saklanabilmesi gerekiyor. Pil teknolojisi üretim maliyetleri ve kapasite yönünde henüz yeterli seviyeye ulaşmadı ancak son 10 yılda büyük aşamalar kaydedildi. Elektrikli araçları ve ev tipi pilleri popüler hale getiren Tesla, sektörde pil için yapılan AR-GE çalışmalarının hızlanmasında önemli rol oynadı. 22 Eylül’ü ‘Battery Day’ (Pil Günü) olarak ilan eden Tesla, her yıl sektöre yeni gelişmeleri ve buluşlarını tanıtıyor.
Benzinli araçlar tarih olacak
Küresel ısınmayı tetikleyen unsurların başında motorlu araçların geldiği malum. Elektrikli otomobiller, karbon izinin azalmasında önemli rol oynayacak. Tek sorun, pil maliyetinin yüksek, menzilinse benzine göre düşük olması. Bu sebeple Tesla’nın kurucusu Elon Musk, geçen yıl 1 milyon mil yol yapabilecek bir pil geliştirmekte olduklarını duyurduğunda büyük heyecan yaratmıştı. Geçen salı Elon Musk’ın ‘Battery Day’ açıklamaları, yüksek beklentileri karşılamasa da doğru yolda sağlam adımlarla ilerlediklerinin güvencesini verdi.
Otoyollarda elektrik dönüşümü, önümüzdeki yılların önemli gelişmeleri arasında yer alacak.
Değişimin sinyallerini şimdiden görmek mümkün. İngiltere’nin 2030’da benzinli araçları tamamen kaldırmak için hazırlık yaptığı biliniyor. ABD’li senatör Govin Newsom’un çarşamba günü Kaliforniya eyaletine yaptığı çağrıysa manidar. 2035’e kadar Kaliforniya’da tüm benzinli araçların yasaklanması yönünde yaptığı çağrı, tarihin en büyük orman yangınlarıyla ve karbon kaplı gökyüzüyle baş etmeye çalışan eyalette yankı buluyor.
Sosyalleşme dinamiklerinin değişmesiyle uygulamaların ve dijital ortamların önemi iyice belirginleşmeye başladı. Hayatımızı kolaylaştıran ve eğlence ihtiyacımızı karşılayan bu uygulamalar bilinçli tüketim için önemli araçlara dönüşüyor. Öte yanda zamane çocuklarının teknolojiyle yakın ilişkisi de yeni olanaklar yaratıyor. Birkaç örnek vereyim...
Fiziki dünyada buluşma hakkımızı daha kıymetli ve samimi vesileler için kullanmaya başladık. Pandeminin yarattığı en büyük değişim çevrimiçi iletişimin yeni bir boyut kazanması oldu. Zoom’da buluşmaya hızlı adapte olduk. Toplantı, misafirlik gibi günlük sosyalliği karşılayan video platformları, iş organize etkinlikler düzenlemeye gelince yetersiz kaldı ama.
Airmeet fiziki etkinlik ve eğitimlere alternatif, yenilikçi çevrimiçi platformlardan biri. Network kurma, tanışma toplantıları, webinar’lar, atölyeler ve video konferansları hedefliyorlar.
Airmeet henüz halka açık beta sürümünde olsa da dünya çapında kullanıcı memnuniyeti yaratmayı başardı.
Kartvizit yerine profil sayfaları
Kullanım bazlı ‘freemium’ üyeliğiyle çalışan Airmeet’te fiziki bir etkinliğin ana unsurlarını bulmak mümkün. Etkileşimli toplantı masalarında katılımcılar el kaldırabiliyor, emojilerle tepki verebiliyor ve çabucak düzenlenebilen anketlere, havuzlara katılabiliyor. Organizatörler için bir ‘sahne arkası’ özelliği bulunuyor. Sohbet odaları güvenli mesajlaşma ve üretkenliğe odaklanmış. Soru cevap oturumları için ayrı bir pencere açılıyor ve oylama yapılabiliyor.
Uygulama kullanıcılarının kartvizit yerine profil sayfaları var. Etkileşimi hızlandıran araçlarıyla iş dünyasının merceğine giren Airmeet sadece ilk yılını doldurmasına rağmen pandemi sayesinde değerini katlamayı başardı! Geçen günlerde 12 milyon dolarlık yatırıma ulaştığını duyurdu. Uygulamanın ortaklarından Lalit Mangal geçen yılın sonunda kendilerini reddeden yatırımcılara bugün kendilerinin ‘hayır’ dediğini anlatıyor.
ABD’li dâhi işinsanı Elon Musk’ı iyiden iyiye ‘yaşayan Tony Stark’ olarak benimsemeye başladık. Bu yılki ilk büyük zaferi NASA astronotlarını SpaceX roketiyle taşımasıydı. ‘Sivil uzay’ çağının ilk adımı... İkinci tarihi zaferininse kıyısından döndü. Mayısta Neuralink şirketinin insan beynine ilk çipi takacağını vaat etmişti. Geçen cuma sansasyonel bir basın toplantısı düzenlendi. Büyük bir çıkış bekleniyordu. Bir android beyin gücüyle birtakım cihazları çalıştırabilirdi. Böyle olmadı. Kamera karşısına çıkarılan Gertrude isimli arkadaş sevimli bir domuzdu. Beynine ‘çip’ takılmış dişi bir domuz...
Hakkını yemeyelim, sözünü tutamamış olsa da bir canlının beynine çip yerleştirip onu kameraların karşısına sağlıklı olarak çıkarmak kolay değil. Stanford, Harvard gibi üniversitelerin profesörleri de bu konuda hemfikir. Neuralink’in araştırmalarını takdir ediyorlar. Yine de kayda değer sonuçlar için deneylerin çok daha uzun süre devam etmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.
Hayaller ‘Star Trek’ gerçekler SpaceX
Düzenlenen basın toplantısında sergilenen 23 mm çapındaki çip Gertrude’nin beyninin koku algılayan bölgesine yerleştirilmiş. Yerdeki otları ve şekerkamışlarını kokladıkça ekranda beyin aktivitesi izlenebiliyor.
Neuralink’le ilgili paylaşımları takip ettiyseniz aygıtın ileride parkinson hastalığına çare olabileceğini, omurilik ve sinir sistemi hasarlarını giderebileceğini, görme ve işitme kaybını düzeltebileceğini, hatta gelecekte insan ve bilgisayar arasında köprü olup bizleri transhuman’lara, cyborg’lara dönüştürebileceğini biliyorsunuzdur. Gelgelelim hayaller ‘Star Trek’ ama gerçekler SpaceX. Neuralink’in sergilediği gelişmeler önemli ancak teknolojik düzeyi telgrafın icadına denk düşüyor. Şirketin marifeti şimdilik hayvanın beyin kıvrımlarının arasına kılcal teller yerleştirip algıladığı elektrik akımını bluetooth sinyalleriyle dışarı aktarmaktan ibaret. Beynin işleyişine katkısı, yardımcı işlevi bulunmuyor. Şimdilik... Yolu epey uzun.
‘Bir çip var benden içeri’
En yaşamsal organınızın köşesinde telleri, metal plakası ve silikon plastikleri olan bir madde taşımak ister miydiniz? Şayet parkinson, alzheimer, görme kaybı gibi hastalıklara çare oluyorsa elbette... Peki ya daha fazla hafıza ve hızlı hesaplama kapasitesi gibi üstün özellikler sunsa? Toplumsal eşitsizlik bir yana, Gregg Braden gibi biliminsanları beyin çiplerinin insanlık trajedisine yol açabileceğini, beyni tembelleştirip daha kolay manipüle edilmesine imkân sunacağını düşünüyor. Beyindeki verilerin dışarıdan okunması, düşüncelerin izlenebilme riskini beraberinde getiriyor.
Bir de beyne veri aktarılması ihtimali var... Musk, Neuralink’in tedavi edici yönünü parlatsa da insan beyniyle yapay zekâ simbiyozu hayalleri kurduğunu saklamıyor... İdolü Nikola Tesla’nın ünlü bir sözünü hatırlayalım: “Beynim yalnızca bir alıcı. Evrende bilgiyi, kuvveti ve ilhamı aldığımız bir kaynak bulunuyor.” Tesla haklıysa, beyni zorlamak yerine evrenle bağlantımızı güçlendirmenin çok daha faydalı olacağı aşikâr. Bunun yolu da zihni hızlandırmaktan değil, sakinleştirmekten geçiyor.
Uyanır uyanmaz kahvaltı etme alışkanlığının son yüzyılda yaygınlaştığını biliyor muydunuz? Günlük yaşantımıza yerleşen pek çok düzen çalışma sisteminin verimliliğini korumayı amaçlıyor. Geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkan açık ofisler önce takım ruhunu destekleyen ve iletişim kolaylığı sunan modern bir çalışma ortamı vaat ediyordu. Ancak bütün çalışanların kontrol altında olmasına da imkân sağlıyordu.
Günün birinde herkesin ofisten uzak durması gerekeceğini elbette kimse hesap etmemişti. Evden çalışmayı zaruri kılan pandemi tüm düzeni baştan aşağı yenilerken çalışanların gözetilmesine de yeni bir boyut getirdi. Batı ülkelerinde evden çalışanların mesai saatlerinde ne yaptığı özel yazılımlarla takip ediliyor... Hatta çalışanlarını casus gibi izleyen kurumların varlığı kanıtlandı... Durumu fark eden çalışanlar da kendi yöntemlerini geliştirince iş kedi-fare oyununa döndü.
Verimlilik hep ölçülüyordu ama...
Yöneticiler çalışanlarını ‘izlendikleri’ konusunda bilgilendirdiği müddetçe sorun yok. Personelin verimliliğini ölçen yazılımlar uzun zamandır insan kaynakları servislerince kullanılıyor. Çalışanlar belirli görevlere ne kadar zaman harcadıklarını yazılımlar aracılığıyla amirlerine raporlayabiliyor. Kimi yazılımlar da süreci otomatik olarak takip ediyor... Buraya kadar her şey normal. Gelgelelim evden çalışan her personel işvereni tarafından izlendiğinin farkında olmayabiliyor. Wired dergisinin haberine göre özellikle ABD’de kimi kurumların personeline evden çalışması için dağıttığı bilgisayarlarda casus yazılımlar yer aldığı fark ediliyor. Yazılım, rastgele aralıklarla bilgisayarın ekran görüntülerini kaydediyor. Çalışan kaytarıyorsa veya sosyal medyada oyalanıyorsa belli oluyor. İşi daha da ileri götürüp klavyenin her tuşunu kaydeden yazılımlar dahi kullanılıyor. Bu durumda arama geçmişlerini ve ara belleği silmek veya gizli modlar kullanmak kâr etmiyor.
Çalışanlarını şeffaf biçimde izleyen ve azami kontrol sağlamak isteyen işverenlerse daha radikal çözümleri tercih ediyor. Normal düzende verimlilik odaklı çalışan yazılım araçları pandemi sürecinde gözetleme sistemlerine dönüştürülebiliyor. Örneğin ekip çalışması için tasarlanan ve masaüstüne canlı bağlanma imkânı sağlayan bir yazılım gözetleme amaçlı kullanıldığında çalışanın her yaptığının sürekli izlenmesine olanak veriyor.
Personeline güven duyan kurum da var
Etik açıdan tartışmalı boyuta gelen izleme meselesinde ayarı güven faktörü belirliyor. Personeline güvenen kurumlar çalışanların raporlamasıyla yetiniyor ve sadakati yıpratacak baskıcı uygulamalardan kaçınıyor. Çalışan izleme sistemleri geliştiren Teramind şirketinden Isaac Kohen, Recode.com’a verdiği röportajda çalışanlar için mahremiyetin öneminden söz ediyor:
Benzer enerjiler ve frekanslar ‘çekim yasası’na göre birbirlerine çekilir. Müzikteki harmonik notaların uyumu, birbiriyle anlaşan insanların beyin dalgalarının eşleşmesi gibi... Çekim yasası, bilinç düzeyinde de karşılık bulur. Olumlu düşünceler daha huzurlu bir yaşamı, negatif düşüncelerse aksilikleri hayata davet eder. Neden-sonuç ilişkisi yine kendi içinde bir çekim dengesi barındırır. Misal, derslerinde başarılı çalışkan öğrencilerin en iyi üniversitelere kabul edilmesini bekleriz. Gelgelelim işi algoritmalara bırakınca, dengenin adil bir şekilde kurulması her zaman mümkün olmayabiliyor. İngiltere’de pandemi dolayısıyla okula gidemeyen öğrencilere mezuniyet notu veren bir algoritma, eğitim sisteminde çekim yasasının beklenmedik bir şekilde işlediğini gösterdi.
Üstün yetenek yetmedi
Birleşik Krallık’ta öğrenciler Cambridge, Oxford gibi dünyaca ünlü üniversitelere kabul edilmek için canla başla hazırlanıyorlar. Kimileri son derece pahalı okullarda, elit bir düzenin içinde eğitim alıyor. Kimileriyse bizdeki gibi devlet okullarında, çalışma azimleri ve yeteneklerinden başka güvence olmaksızın mucizelere imza atıyorlar. Pandemi sürecinde okullarda sınav yapma şansı olmayınca, hükümet tarafından geliştirilen bir algoritma öğrencilere not vermek durumunda kaldı. Günün sonunda elit okullarda okuyan öğrenciler yüksek notlar alırken, devlet okullarında okuyan yüksek performanslı öğrenciler düşük notlarla karşılaştı. Üstün yetenekli öğrencilerin istedikleri üniversitelere burslu girme şansları azaldı.
Gün geçmiyor ki gezegenimizde distopik romanları andıran bir hikâye yaşanmasın... Elitlere avantaj sağlayan algoritma skandalı hafta başından beri İngiltere’nin gündeminde. Neyse ki öğrencilerin okul başarısını öğretmenleri bildiği için sistem kendiliğinden ifşa oldu. Peki ya işleyişini kimsenin bilmediği algoritmalar insanlığın kaderini ne şekilde etkileyecek? Günümüzde insan kaynakları, sağlık ve sigorta sistemleri, bankaların kredi skorları, sosyal yardım dağıtımları ve daha nicesi, algoritmalara bağlı çalışıyor. Sistemler kimin ne kadar yardım alacağını, işinde terfi edip etmeyeceğini geçmişteki verilere göre otomatik belirlemeye başlıyor. Herkese yakın bir örnek: Bankadan kredi almak istediğinizde ret veya onay cevabını veren bir bilgisayar algoritmasıdır. Yastık altında istediğiniz kadar paranız olsun, o güne kadar bankalardan hiç borç almadıysanız kredi skorunuz sıfırdır ve kredi alamazsınız. Çünkü bankanın algoritması müşteriyi değil bankayı korur. Benzeri şekilde insan kaynaklarının performans algoritması öncelikle şirketin menfaatini gözetir. Ancak öğrencilerin geleceğini tayin eden algoritmanın eğitim kurumunun çıkarlarına öncelik vermesi, bir şeylerin hayli ters gittiğini gösteriyor.
‘Bilgisayar doğru bilir!’
İngiltere’deki olay ülke çapında tepki görünce, Başbakan Boris Johnson “Hiç şüphe duymayalım, sonuçlar sağlam, gayet iyi ve işverenler tarafından güvenilebilir” diyerek karardan dönülmeyeceğini ifade etmişti. Öğrenciler sokağa döküldü, her yerde protestolar yapıldı, parlamento önünde sınav kâğıtları yakıldı ve nihayet karar değişti. Sonuç olarak öğretmenlerin tahminleri, algoritma tahminleriyle birlikte değerlendirilmeye alınacak. Hangisi yüksekse o not geçerli sayılacak. Değerlendirmeye sonunda insan faktörünün dahil edilmesi akılcı ve ‘insani’ bir çözüm.
Ancak algoritmaların kader ağlarımızı nasıl ördüğünü her zaman fark etmeyebiliriz. İnsan zihninde ilginç bir ‘bug’ var. Bilgisayarların hesaplama üstünlüğüne aldanarak, sunduğu verilerin daha doğru ve geçerli olacağını varsaymaya meyilliyiz. Hele bir de yapay zekâ işin içindeyse... Örneğin Suudi Arabistan’da bir kadının kadın haklarını savunması erkekler tarafından pek ilginç bulunmuyor olmalı. Ancak insansı robot Sophia aynı işi yaptığında fazlasıyla ilgi çekiyor ve farkındalık uyandırabiliyor. Yine algoritmaların, seçim dönemlerinde siyaseti nasıl etkileyebildiğini son ABD seçimlerinden biliyoruz. Seçmenlere sadece kendi adaylarıyla ilgili haberleri gösteren algoritmalar, balon adı verilen fanus realiteler yaratarak rakiplerin şansını kısıtlamıştı.
Elinizin altında bir zaman makinesi olsa, geleceğe kaçıp dünyanın kaotik gündeminden kurtulmak ister miydiniz? Teorik olarak zamanda geleceğe yolculuk yapmak mümkün. Ancak gittiğinizde asla geri dönmeyeceğinizi peşinen kabul etmeniz gerekiyor. Üstelik hiç tanımadığınız bir dünyaya sıfırdan adapte olmak koşuluyla...
Milyonlarca dolarlık yatırımla araştırmalarına başlayan Teksas’taki ‘Zaman Gemisi’ (Timeship) kompleksi, canlı hücrelerin ultra düşük ısılarda dondurulduğu kriyojeni tekniğine odaklanıyor. Amaç insanların bedenlerini dondurup saklayarak, gelecekte yeniden canlandırma teknolojisini keşfedecek bir topluma nakletmek. Projenin başındaki isim Stephen Valentine, Science Focus dergisine verdiği demeçte “Zaman Gemisi insanların gelecekteki başka bir zamana seyahat etmesini sağlayacak” diyor.
Zaman Gemisi kompleksi Teksas’ta 800 hektarlık araziye kurulu. Mimari detayları uzay mekiği hissi veriyor. Dondurulan insanların yüzyıllarca saklanabilmesi için tüm şartlar düşünülmüş. Tesis tamamen şebeke dışı çalışıyor. Böylece olası kesintilerden etkilenmiyor. Sel, deprem gibi doğal afetlerden olabilecek en uzak ve sağlam noktaya konuşlanmış. Binlerce bedenin saklanacağı dondurucu pod’lar, nükleer savaşa bile dayanıklı tasarlanan kalın surların ortasına yerleştirilmiş.
Seneye test başlıyor
Gelecek sene ilk dondurucu pod’larını test etmeye hazırlanan Zaman Gemisi; embriyolar, DNA’lar, organlar, sperm ve kök hücreler gibi kıymetli dokuları da saklayacak. Kriyojenik dondurma tekniğinde beden sıvıları dışarı alınarak ayrıca muhafaza ediliyor. Böylece -130 derecede şokla dondurulan sıvıların kristalize olup dokulara hasar vermesi önleniyor.
Gelgelelim dondurmaktan ziyade asıl mesele, bedenin daha sonra sağlıklı biçimde nasıl çözüleceği ve yeniden hayata döndürüleceği. Bütün ihtimaller gelecek kuşakların teknolojiyi keşfedeceği öngörüsüne dayanıyor. Yani dondurulmaya karar veren insan hangi çağda uyanacağına dair sadece hayal kurabilir. Tabii şayet uyandırılırsa...
Zaman Gemisi ‘seyahatlere’ hazır olduğunda ilk müşterileri cansız bedenler ve ölmek üzere olan hastalar olacak. Kanser gibi ileride tedavisi bulunacağı düşünülen hastalıklara alternatif sunacak. Gelecekte tıbbi ölümlerin geri döndürülebileceği düşünülüyor. Canlı bedenlerin dondurulması medikal ve yasal anlamda karmaşık bir süreç olduğu için şimdilik söz konusu değil. Günün birinde mümkün olacağı düşünülüyor. NASA ve diğer uzay araştırma merkezleri, Mars görevi gibi onlarca yıl sürecek yolculukları için astronotları dondurma fikriyle ilgileniyor.
Geleceğe uyanan bir insanı yeni hayatında nelerin bekleyeceği bambaşka bir konu... Yüzyıllar sonra muhtemelen bütün parasını ve elbette tanıdığı herkesi kaybetmiş olacak. Ultra modern bir hiper topluma kolay ayak uyduramayacağı ve yapacak iş bulma ihtimalinin azalacağı düşünülebilir. Yine de gelecek sonsuz olasılıklar barındırıyor. İnsan, adaptasyonu güçlü bir varlık, mutlaka bir yolunu bulacaktır.
Karantinada cinsellik bekârlar için ayrı, çiftler için ayrı bir sınava dönüşmüştü. Bekârlar yalnızlığın ve belirsizliğin içinde temel arzularından mahrum kalırken, sürekli dip dibe kalan çiftler cinselliği tüketmeyle yüzleşti. Uzak mesafeli ilişki sürdürenler de mecburi bir ‘seks orucuna’ girdiler. Esasında cinsel enerjiyi boşa tüketmeyip bedende tutmanın sayısız faydası olduğu biliniyor. Hindistan’ın yogik öğretilerinde ‘brahmaçarya’ yolunu seçenler adanmışlık, nefsi kontrol ve saflaşma adına ömür boyu cinsel birleşmeyi reddederler.
Kadim öğretiler nefsani arzuları binlerce yıldır terbiye ededursun, pandemi dönemindeki seks yoksunluğuna teknolojinin cevabı çok hızlı geldi. Karantina sırasında her şeyi evden yapmaya alışan insanlık, elbette cinsel açlığı da evden gidermenin yoluna bakmalıydı... Son haberlere göre pandemi döneminde sanal seks içeriklerine yönelik talep patlaması yaşandı. Sanal gerçeklik başlıklarıyla deneyimlenen seks videoları, izlemenin ötesinde filmin içinde ‘yer alma’ imkânı sunuyor.
Başka bir yenilikse cinsel deneyimlerin etkileşimli ‘oyuncaklarla’ geliştirilmesi. Yeni seks oyuncaklarının titreşim özelliği, filmlerin heyecanlı anlarıyla senkronize ediliyor. Heyecan dozu arttıkça titreşim yükseliyor ve kullanıcılara filmi daha zengin duyularla deneyimleme imkânı sunuyor.
Kaliteli bir sanal gerçeklik deneyimi yaşamak için kesenin ağzını açmak şart. VR başlıkları pahalı, bilgisayarın da güçlü olması gerek... İnsanların bunun için yüzlerce dolar harcamayacağını öngören KIIROO, uygun fiyatlı bir VR seks kiti tasarlayarak oyunu değiştirdi. Amsterdam merkezli KIIROO, seks ve teknolojiyi buluşturan bir şirket. Geliştirdikleri ürünler, insanların cinsel etkileşimini teknolojiyle zenginleştirmeye odaklanıyor. KIIROO’nun Titan adlı yeni ürün seti, erkekler için tam teşekküllü bir sanal seks kiti. 199 dolarlık kitte sanal gözlük, titreşimli kılıf ve hijyenik yağlar mevcut. Sanal gözlüğü çalıştırmak için akıllı telefon yeterli. Kadınlar için de geniş ürün yelpazeleri var.
Titan’ın en ilginç özelliğiyse internet üzerinden kontrol edilebilmesi. Sanal cinselliği deneyimleyen kişi, kendi cihazının kontrolünü uzaktaki partnerinin eline bırakabiliyor. Pandemi süreci yaşamın her yönünü olduğu gibi cinselliği de evrimleştirmeye başladı. Dileyelim ki yepyeni etkileşimler, giderek nefsani tüketime dönüşen cinselliğin yeniden derin anlayışlara ve yüksek bilince kavuşmasına vesile olsun...
UZAK MESAFEDEKİ SEVGİLİLERE SANAL YAKINLIK
Pandemi döneminde seyahat kısıtlamaları ve kapanan sınırlar, uzak mesafeli ilişkilerin arasını iyice açmıştı. Neyse ki artık çiftlerin dokunma ihtiyacını karşılayan teknolojiler var. KIIROO tarafından geliştirilen teknolojik seks oyuncakları, çiftlerin dokunma hissini hassasiyetle algılayıp birbirleri arasında realistik biçimde aktarabiliyor.