Bilimkurgu filmlerinin aklımıza düşürdüğü şüphesiz en çekici teknolojidir ışınlanma... Hele ki toplu taşımanın dert olduğu, yabancı ülkelerde hasret çekenlerin kavuşma hayali kurduğu şu pandemi günlerinde. Uzak mesafeler bir yana, İstanbul gibi bir metropolde yaşıyorsanız akşam işten eve dönebilmek için bile ışınlanmanın hayalini kurarsınız.
Bilimkurgu filmleri izleyerek ışınlanma teknolojisinin sırrını çözmek mümkün değil elbette. Teorik olarak, maddenin moleküllerine ayrıştırılıp ışık hızıyla hedef noktaya ulaştırılması ve geri toplanması şeklinde düşünülebilir. Diyelim ki Einstein’ın E=Mc2 formülünden yola çıkıp maddeyi atomlarına ayırmayı ve ışık hızına yaklaştırmayı başardık; eski haline nasıl geri toplayacağımız tam bir muamma.Düşünün ki insan bedeninde ortalama 32 trilyon hücre bulunuyor. Haydi onun da üstesinden geldiğimizi hayal edelim, bilincin nasıl aktarılacağı konusuna akıl erdirmek hiç mümkün değil. En iyisi biz insan ışınlama düşüncesini geleceğe ve ‘Uzay Yolu’ filmlerine bırakalım. Neyse ki mevcut teknolojimizle ışınlayabileceğimiz çok değerli bir şey daha var: Bilgi.
Fizik kurallarının ötesine geçmek...
Kuantum teknolojisinde maddeyi olmasa da bilgiyi ışınlayabileceğimiz düzeye eriştik. Atom altı düzeyde gözlemlenen ve fizik kurallarının ötesine geçen kuantum evreni, günlük hayatta mucize olarak nitelendirebileceğimiz dinamikler barındırıyor. En popüleriyse ilk olarak Albert Einstein’ın öngördüğü ‘entanglement’ yani dolanıklık fenomeni. Bir foton parçacığı ikiye ayrıldığında, aralarındaki mesafe isterse evrenin iki ucu kadar uzak olsun, bağları kopmuyor. Parçalardan birine yapılan değişiklik anında diğerine de yansıyor.
Bilginin bir parçacıktan diğerine nasıl ulaştığıysa işin mucize kısmı... En gelişmiş bilim teknoloji olanaklarımız bile evrenin bu küçücük sırrını açıklamamıza yetmiyor. Gelgelelim, mucizeleri lehimize kullanmakta iyiyiz. Biliminsanları kuantum bilgisayarlarla bilginin iki nokta arasında anında aktarılabileceğini, bir başka deyişle ‘ışınlanabileceğini’ kanıtladılar.
Konunun anlaşılabilmesi için kısa bir bilgi notu düşmekte fayda var: Bilgisayarlar veriyi 0 ve 1’lerle ifade edilen binary sistemiyle kodlar. 0 veya 1 değerini tutan en küçük veri birimine ‘bit’ denir. Kuantum bilgisayarlarda bit’lerin yerine qubit birimleri kullanılıyor. Fotonlardan meydana gelen qubit’ler hem 0 hem 1 değerini aynı anda tutabiliyorlar. Qubit’leri iki parçaya ayıran biliminsanları, bir parçacığın veri değerini değiştirdiklerinde, kuantum dolanıklığı sayesinde diğer parçacıkta da değişmesini sağlayarak bilgiyi ışınlamış oldular.
Dolanıklık tekniğini fotonlar yerine elektronlar üzerinde uygulamanın yolunu bulan farklı milletlerden bir grup biliminsanı da yakın zamanda önemli bir başarıya imza attı. Nature dergisinde yayımladıkları makaleye göre, fotonlara kıyasla daha kolay etkileşen elektronları kullanarak bilgiyi aynı şekilde ‘ışınlamak’ mümkün. Ayrıca standart işlemcilerin de verileri iletmek için halihazırda elektronları kullanması avantaj sağlıyor. Elektron qubit’ler, fotonlara göre yönetilmesi daha kolay olduğu için kuantum bilgisayarların gelişimini hızlandırabilecek. Qubit’lerin çoklu veri saklayabilme özelliği, kuantum bilgisayarları üstün kılıyor. İşlem ve saklama kapasitesi klasik bilgisayarların binlerce katına ulaşma potansiyeli taşıyor.
Tedaviler birkaç haftada bulunacak
Kıyamet sonrası’ filmlerini seviyorsanız, pandemi sürecinde hayatta kalma şansınızın daha yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Danimarkalı Aarhus Üniversitesi psikologlarının araştırmalarına göre ‘Salgın’, ‘28 Gün Sonra’, ‘Ben Efsaneyim’ gibi filmleri seyredenler, aniden ortaya çıkan pandemiyi soğukkanlılıkla karşılayarak sürece çok daha kolay adapte olmuşlar. Tüm dünya sakinleri olarak birlikte rol aldığımız COVID-19 filminin sonunu henüz görmedik. Üstelik kimsenin ‘spoiler’ verecek hali de yok... Normalleşme süreci sandığımız şu günlerinse sadece bir film arasından ibaret olduğu hissi giderek artıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen haberler, virüsün yeniden kıpırdanmaya başladığını gösteriyor. İkinci perde için gong her an çalabilir...
Neyse ki ilk dalgaya göre reflekslerimiz daha gelişkin ve ekipmanımız daha fazla. Ancak rehavete kapılmayıp farkındalığımızı korumamız önemli. Aslında öyle bir süreç ki koronavirüs tamamen kontrol edilse bile daha uzun yıllar yaşamın parçası olmaya ve alınan önlemler günlük alışkanlıklarımızı değiştirmeye devam edecek.
Dünyada ilk kez Şişecam yaptı
Sürekli temas halinde olduğumuz yüzeyleri steril tutma fikrinden yola çıkan üreticiler, son dönemde AR-GE çalışmalarını yeni alanlara yöneltti. Artık bardaklarımız, tabaklarımız antiviral ve antibakteriyel kaplamalarla geliyor, kıyafetlerimiz virüsü geçirmeyen nano kumaşlarla tasarlanıyor, şarj cihazları telefonlarımızı ve kulaklıklarımızı UV ışınlarıyla sterilize ediyor...
Virüsün tutunmasını önleyerek bulaşma riskini azaltan kaplama malzemeleri medikal sektörde uzun süredir kullanılıyordu. Teknolojiyi mutfak ürünlerine uygulayarak dünyaya öncülük edense bir Türk markası oldu. Dünyanın önde gelen cam üreticilerinden Şişecam, iki ay gibi kısa bir sürede geliştirdikleri V-Block teknolojisiyle Paşabahçe cam ürünlerini 7/24 virüslere ve bakterilere karşı korumalı hale getiriyor. Yüksek sıcaklıkta buhar biriktirme yöntemiyle yüzeye uygulanan kaplama, ürünün renk, şeffaflık gibi kalite özelliklerini değiştirmiyor ve sürekli aktif kalıyor. Antimikrobiyal V-Block kaplamalı Paşabahçe ürünleri Türkiye pazarının ardından 150 ülkeye ihraç edilmeye başlayacak.
Evin havasını arındırın
Evin girişindeki bir odayı veya antreyi sterilizasyon alanı haline getirme uygulaması dünyada giderek yaygınlaşıyor.
TikTok’un diğer mecralara göre nispeten ‘hafif’ ve ‘yeni’ olması gençler için tercih sebebi.
Demokrasi denince çoğunluğun üstünlüğü aklımıza gelir. Esasında gerçek demokrasi çoğunluğun karşısında azınlığın haksızlığa uğramamasını amaçlar. Pekala, ortada ne azınlığa ne de çoğunluğa mensup olan bir kesim varsa onların hakkına ne olur? ABD seçimleri yaklaşırken henüz oy verme yaşı gelmemiş gençler Başkan Trump’ın mitingini trolleyerek ‘ne olacağını’ tüm dünyaya gösterdi.
Kendine has bir dili var
Popüler TikTok uygulamasında buluşan yeni kuşak şimdi eğlenceli videolarla siyasette söz sahibi olmaya başlıyor. Önceki seçimlerde Barack Obama’ya başkanlığı kazandıran güçlü dijital enstrümanlardan biri Twitter olmuştu. Peki TikTok gibi siyasetten uzak durmaya çalışan, ilham verici ya da ‘zevzek’ videolar paylaşmaktan başka gayesi olmayan bir uygulama nasıl oldu da politika gündemine yerleşiverdi?
En fazla bir dakikalık videoların yüklendiği, 15 saniyeliklerin daha çok tercih edildiği video platformundaki kullanıcıların çoğu henüz 20’sinde bile değil. Yaşınız 40’ın üzerindeyse ortamda ne olup bittiğini anlamanızı zaten kimse beklemiyor, içiniz rahat olsun. TikTok, hiçbir şeyi umursamıyor görünüp de her şeyin farkında olan yeni gençlerin platformu. Kendine has bir dili var. Örneğin, kişi aniden yüzüne ileri geri zoom yapmaya başlıyorsa önemli bir şey söylüyor demektir. Dans etmek TikTok’ta çok popüler. Kulübe kabul edilmek istiyorsanız en azından bir dans videosuyla rüştünüzü ispatlamalısınız.
Zamanla apolitik görünen bir videodaki ince mesajları da fark etmeye başlayabilirsiniz. Platform öyle ‘gamsız’ ki videoların yayımlanma tarihi bile yer almıyor. TikTok’un en büyük gücü, kullanıcılarına sıfır takipçiyle bile viral olma imkanı vermesi. Misal bugün ilk videonuzu yayımlayın; şayet yeterince samimi, ilham verici, absürt ya da eğlenceliyse 24 saat içinde binlerce takipçiye ulaşabilirsiniz. Yeni nesil gençler için demokrasi belki de böyle bir şey. Sesini dünyaya duyurmak için kalabalık takipçi kitlesine, hayranlara, ün ve mevki sahibi olmana gerek yok. Söyleyecek etkili bir sözün olsun, onu da kendini fazla ciddiye almadan söyle yeter. Politikadan uzak durmaya çalışan TikTok, en çok ihtiyaç duyulduğu dönemde ifade özgürlüğünü -üstelik çok da ş’aapmadan- yaratıcı gençlerin eline bırakırsa olacağı budur!
3 Kasım’daki seçimlere hazırlanan Başkan Trump’ın Tulsa mitinginin trollenmesi olayının (TikTok üzerinden örgütlenen bir grubun mitinge kayıt yaptırdıkları halde gitmeyip salonu boş bıraktıkları iddia ediliyor) ardından The New York Times’a konuşan 100 bin takipçili Cade Lewis (19), “TikTok gençler için kablolu TV haber kanalı gibi” diyor. Gençlerin bütün gün telefonu ellerinden düşürmeyişlerine bakıp “Bunlardan bir halt olmaz” diyenler yeni dünya düzenini kimlerin kuracağını sonunda anlamaya başlıyor.
Politikayı komediye...
“Veri, veri, veri...” Fransa İmparatoru Napolyon ülkesini 21’inci yüzyılda yönetmiş olsaydı meşhur “Para, para, para...” sözü yerine bu cümleyi sarf etmesi muhtemeldi. Modern dünyanın en değerli hammaddesi olan ‘veri’, bugün yeni çağın petrolü olarak anılıyor. Öyle bir maden ki kuyular kazmaya, dağlar delmeye gerek yok. Her yerden toplanabiliyor. Peki nerede bu madenler? Uzağa gitmeyelim, hepimiz ufak çaplı bir hazinenin üzerinde oturuyoruz. Üstelik asla sahibini zengin etmeyecek bir hazine.
Çevrimiçi dünyada davranış alışkanlıklarımız, alışveriş tercihlerimiz ve ilgi alanlarımız ‘büyük veri madencileri’ için cevher sayılıyor. İnternette alışveriş yaparken kendimiz de ürüne dönüşüyoruz. İlgimizi çeken ürünler, bize başka ne satılacağına dair kıymetli bir veri oluşturuyor, fiyat aralığı gelir seviyemizi gösteriyor, demografik bilgimiz pek çok sektörün işine yarıyor.
Bir insanın kimliği
neden para eder?
Şimdilerdeyse bireylerin ‘kim olduğu’ bilgisi, giderek en kıymetli veri haline geliyor. Bir insanın kimliği neden para eder? İnternetin karanlık tarafı dark web’de kimlik hırsızlığı büyük bir ekonomiye dönüşmüş durumda. Ulusal güvenlik ölçeğindeyse kimlik bilgileri daha da kıymetli. Malum, devlet harcamalarının önemli bölümünü güvenlik kapsıyor. İçinde yüz tanıma sistemleri, yapay zekâlar, gelişmiş kameralar ve pahalı yazılımlar barındıran yapılar, bireyleri tanımlamaya ve kayıt altına almaya odaklı.
Koyun sürüsünü önüne katan robot çoban köpeği geçen haftanın en çok paylaşılanları arasındaydı. Pandemi esintili, sıkıcı hayatımıza gelecekten göz kırpan bir bilimkurgu sahnesi gibiydi. Ardından sanki ‘Geleceğe Dönüş’ filminden fırlamış gibi bir uçan araba haberi ortaya çıktı, tam oldu. Karantina ruh hali insanın yaratıcılığını körüklüyor ya... Robot köpeği markete yollayıp alışveriş yaptırabilir miyim diye düşünmekten, uçan arabayla güneye kaçmayı hayal etmekten kendimi alamadım. Hayaller yüksek olunca yere çakılma mesafesi de artıyor tabii... Fiyatlarını görünce hemen kendime geldim. Merak etmeyin, sahip oldukları teknoloji yeterince heyecan verici!
‘Evrimin yolu’nu izlediler
Boston Dynamics’in yıllardır üzerinde çalıştığı dört ayaklı robot Spot, artık ünlü bir sima, adeta bir yıldız!
Gelişimini ‘sağlam adımlarla’ sürdüren, düştüğü gibi kalkmasını da bilen, robot gibi bir robot! Asla boş yapmaz. Zaten Boston’da her şey olur, robot konusunda yanlış olmaz. Gezegenin en gelişmiş robotu unvanını patisinde tutan Spot, nihayet son güncellemesini tamamladı ve satışa sunuldu. O artık Spot 2.0! Kenarda 75 bin dolarınız varsa hemen sahiplenebilirsiniz. Robot Spot etrafta köpek ‘kılığında’ dolaşsa da aslında işlev olarak köpeklikle alakası yok. Zaten o paraya dünyanın en zeki köpek yavrusunu yanınıza alıp köpeklere fısıldayan adamla Maldivler’de tatil yaparsınız.
Gerçek dünyada Spot, sanayi robotları adına yeni bir çağın başlangıcını yapıyor. Fabrikalar, tarım, inşaat ve iş sahaları için tasarlanmış... Her zeminde yürümeye programlı, akıllı ve mobilize bir makine. Boston Dynamics mühendislerine göre köpeklere benzemesi aslında bir dezavantaj. ‘İnsanlar sevmeye, sarılmaya kalkar’ diye çekiniyorlarmış. Güçlü motorlara sahip olduğu ve 30 kiloluk metal gövdesiyle çarptığı yeri morartabileceği hemen akla gelmiyor tabii. Neyse ki şimdilik hiç kaza bela çıkarmamış ama kıl payı durumlar da yaşanmış.
Firmanın başmühendisi Zack Jackowski, internet üzerinden yayın yapan haber sitesi The Verge’e verdiği röportajda Spot’un dört ayaklı canlılara benzemesinin kendi tercihleri olmadığını anlatıyor. Amaç her türlü engebeli zeminde ilerleyebilen, merdiven çıkabilen bir robot yapmak olunca doğal olarak ‘evrimin yolunu’ izlemişler. “Hayvanlar milyonlarca yıl evrilerek bedenlerini en iyi şekilde hareket ettirmeyi öğrendiler” diyor Jackowski. Kendileri de Spot’u yıllarca evrilterek yürütmeyi başarmış. İnsanın iki ayak üzerinde durmasının yüzbinlerce yıl sürdüğünü düşününce Boston Dynamics’in neden dört ayakla yetindiğini anlayabiliyorum.
Spot’un diğer hayvanlarla ilişkisine gelirsek... Kediler ve küçük köpekler ilk başta korksa da sonradan alışıyormuş. Büyük köpeklerse bir-iki koklayıp hayal kırıklığına uğrayınca dikkate almıyormuş.
Kapı açıp vanaları kapatacak
Gerçekler üzerinde söz sahibi olmamalıyız... Bir süre önce bu cümleyi Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg kurdu. İfade özgürlüğünü yüceltmek adına hepimizin kulağına gelen bir sözü aklıyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın tweet’indeki o cümleyi... Üstelik öyle bir cümle ki ülkenin tarihine kazındı: “Yağma başladığında, silahlar ateş etmeye başlar!”
George Floyd’un polis tarafından nefessiz bırakılarak öldürülmesiyle alevlenen protestolarda yağma olayları artınca Başkan Trump bu cümleyi kurmuş ve büyük tepki toplamıştı. Twitter hızlıca harekete geçerek, polisi şiddete yönelten ve doğrudan ‘vur emri’ veren bu tweet’in üzerini örttü. Üzerini örtmek, tweet’e halen ulaşılabildiği fakat alenen gösterilmediği, öncesinde bir uyarının yer aldığı anlamına geliyor. Aynı cümle, Başkan Trump’ın 28 milyon takipçili Facebook sayfasında da yer aldı. Facebook ise ‘şiddet içeriğine karşı’ politikaları olmasına rağmen harekete geçmedi. Provoke edici cümlenin paylaşılarak yayılmasına karışmadı.
Kongre’de başka bir şey söylüyordu
Söz konusu cümle, Başkan Trump’ın değil. İlk olarak 1967’de Miami Polis Şefi Walter Headley tarafından yine siyahlara karşı söylenmiş, şiddete yol açmış ve ülkedeki ırkçılığın emsallerinden birine dönüşmüş... Dolayısıyla ne anlama geldiğini, ne amaçla söylendiğini ABD vatandaşları iyi biliyor. Zaten Trump’ın paylaşımının hemen ardından polis şiddetinin orantısız biçimde artması tepkinin haklılığını doğruluyor. Mark Zuckerberg’in ‘Gerçeklere müdahale etmek bize düşmez’ tavrıyla savunduğu cümlenin işte böylesi güçlü etkileri var.
Zuckerberg geçen ekim ayında, kongrede ifade verirken bambaşka bir tavırdaydı: “Politikacılar dahil, her kim olur da şiddet çağrısı yapar veya fiziksel zarara yol açacak şeyler söylerse o içeriği yayından kaldırırız” diyordu. Öyleyse Başkan Trump neden imtiyazlı? Zuckerberg, “Başkan’ın sözlerini yayında bıraktığımız için birçok insanın üzgün olduğunu biliyoruz. Fakat şartnamelerde açıkça belirtilmiş tehlikelere ve belirgin zararlara yol açmadığı müddetçe her türlü söyleme izin vermemiz gereken bir pozisyondayız” yanıtını verdi. Ayrıca Zuckerberg’in Başkan Trump’ı bizzat arayarak “Sözleriniz bizi zor duruma düşürdü” dediği söyleniyor.
Çalışanları sanal protesto düzenledi
Zuckerberg’e en büyük tepki Facebook çalışanlarından geldi. Karantina dolayısıyla çoğunluğu evden çalışan personel sanal bir protesto yürüyüşü düzenledi. İki mühendis istifa ettiğini duyurdu, aralarında yönetici kadrosunun da yer aldığı onlarca çalışan durumu kınayan tweet’ler attı. Son olarak, yardımsever Chan Zuckerberg vakfının desteklediği 140’tan fazla biliminsanı ortak bir mektup yazarak, Facebook’un tavrı karşısında son derece endişeli olduklarını dile getirdi.Bilgi güvenliği nedeniyle zor zamanlar geçiren Facebook için bu son olayın bir milat olmasını ve içeride köklü bir değişimin başlamasını umalım. Facebook, kurulduğu günden bu yana milyonlarca insana kendini özgürce ifade etme şansı verdi. Ancak böylesi bir kabiliyet büyük bir güç demek ve gücün bir yüzü her zaman gölgededir. Şimdiyse gölgelerin aydınlanma vakti. Tabuların yıkıldığı, düzenin değişime zorlandığı çok özel bir çağa giriyoruz. Zuckerberg’in ironik biçimde haklı olduğu bir şey var; gerçekler üzerinde kimsenin sonsuza kadar söz sahibi olamayacağı... Bu dönem, gölgede ırkçılık gibi toplumsal sorunların çözüldüğü günleri tarihe kaydetmeye devam edecek.
Yapay zekânın da kafası karıştı
SpaceX’in Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) astronotlarını Uluslararası Uzay İstasyonu’na ulaştırması geçen haftanın büyük olayıydı. Ticari bir firma ilk kez uzaya insan taşıdı... Başarılı bir kalkış, kusursuz bir kenetlenme; sağ salim astronotlar, dünyanın en mutlu patronu Elon Musk... Tarih, gelecekte bu başarıya elbette yer verecek. Ancak insanlık belleğinde Yuri Gagarin’in uzay uçuşu veya Neil Armstrong’un Ay’a inişine yakın bir hatıraya dönüşmeyeceği muhakkak...
Elon Musk’ın yerinde olsam, “İnsanlık için küçük, uzay ticareti için büyük bir adım” diye bir cümle kurar mıydım bilemiyorum. Ancak SpaceX’in taşıdığı astronotlar Robert Behnken ve Douglas Hurley’nin uzaydaki ilk icraatları New York Borsası’nın açılış çanını çalmak oldu. Elbette yiğidin hakkını vermeli! Bugüne kadar ancak devletlerin finanse edebildiği bir girişimi sonuçlandırabilmek özel sektör adına gerçekten büyük bir başarı.
Kolonize etme arzusu DNA’mızda mı var?
Elon Musk’ı az çok tanıyanlar, hayallerinin roket fırlatmaktan çok daha öteye uzandığını bilir. Musk, Mars’ı kolonize etme vizyonuyla tanınan bir girişimci. Üstelik fütüristik yerleşimlerin ötesinde Mars’ı Dünya gibi yaşanabilir hale getirmeyi hayal ediyor.
İnsanlığı uzaya taşıma hayallerinden söz eden tek milyarder Musk değil. Amazon.com’un kurucusu, dünyanın en zengin işinsanı Jeff Bezos uzayda kolonizasyon fantezisinin farklı bir kolunu parselliyor. SpaceX’in yörüngedeki tek rakibi Blue Origin şirketinin sahibi olan Bezos, Güneş Sistemi’nde dev koloniler inşa edip insan ırkını uzaya yayma hayali kuruyor. Neden? “Böylece insanlık yüzlerce Mozart, binlerce Einstein yetiştirebilir” diye açıklıyor Bay Bezos.
Peki ne oluyor da aklı başında ünlü milyarderler, mis gibi Dünya dururken uzaya yerleşmeyi hedefliyor?
Ortak gerekçeleri: “Olur da Dünya yaşanmaz hale gelirse...” Meteor çarpabilir, doğal felaketler olur, insanlar mahveder, kıyamet kopar... Uzayı kolonize etme fikri sadece ünlü işinsanlarının tekelinde değil üstelik. ‘Komşunun bahçesi hep daha yeşil görünür’ misali, farklı dünya arayışında olanlar,
Pentagon’un yayımladığı UFO görüntüsü.
Son haftalarda internette UFO ve uzaylı haberleriyle sıkça karşılaşıyoruz. Nisan sonunda Pentagon, geçmişte farklı kaynaklarca ifşa edilen üç ayrı UFO videosunu resmi olarak yayımlamış ve varlıklarını onaylamıştı. UFO, malumunuz ‘tanımsız uçan cisim’ demek. Yani her UFO’da uzaylı olma mecburiyeti yok. Ancak kayda değer UFO’ların ortak özelliği, kontrollü manevraları. Akıllı varlıkların kullandığı izlenimi uyandırıyorlar.
Uzay paslaşmaları
Pentagon videolarındaki UFO görüntüleri çok net değil ancak ilginç şekilleri ve sıradışı manevraları dikkat çekiyor. Pentagon’un açıklamasının hemen ardından Japon Savunma Bakanlığı, olası bir UFO karşılaşması için Japon Hava Kuvvetleri’ne protokol önerisinde bulundu. Japon yetkililerin beyanatlarıysa çelişkili, şahsen inanırım diyen de var, inanmayan da...
Zamanlama manidar
Japonya ile ABD’nin uzay üzerinden paslaşması yeni değil. ABD Uzay Kuvvetleri ocak ayında göreve başlarken Japonya eşzamanlı bir açıklama yaparak, kendi uzay kuvvetlerinin nisan ayında faaliyete başlayacağını duyurmuştu. Uzay kuvvetlerinin asli görevi uyduları korumak ve istihbarat. Elbette olası ‘uzaylı saldırılarına’ karşı savunma tedbirleri de bulunuyor.
Dolayısıyla Pentagon’un UFO videoları yayımlaması, Uzay Kuvvetleri’nin Amerikan halkının gözündeki yerini sağlamlaştırıyor. Ayrıca seçimler yaklaşıyor ve Başkan Trump’ın desteklediği 2024 tarihli