Henüz anne rahmindeyken genetik müdahaleyle üstün nitelikler kazandırılmış bebekler hayal edin. Daha zeki, daha güçlü ve kusursuz güzelliğe sahip... Etkileyici ama etik anlamda rahatsız edici değil mi? Peki ya sadece HIV, kanser gibi ölümcül veya kalıtsal hastalıklara karşı DNA’sı düzenlenmiş olsa? CRISPR’ın mucizevi ve tartışmalı dünyasına hoş geldiniz... Kes-kopyala-yapıştır yöntemiyle her tür genin modifiye edilmesine imkân sağlayan CRISPR, ‘tasarım bebekler’ ihtimaliyle insanın tanrılaşmasını sorgulatan, tartışmalı bir teknoloji.
Ahlaki bir ikilem...
CRISPR doğru ellerce kullanılırsa insanlığın ve ekosistemin sağlıklı bir geleceğe kavuşması için önemli potansiyele sahip. 2020 Nobel Kimya Ödülü’nü alan Jennifer Doudna, CRISPR teknolojisini keşfeden biliminsanı. Ünlü biyografi yazarı Walter Isaacson’ın 9 Mart’ta yayımlanan ‘Code Breaker’ (Kod Kıran) adlı kitabıyla gündeme geldi. Doudna’nın hikâyesini kaleme alan Isaacson’a göre modern dünyayı şekillendiren üç büyük teknoloji devrimi var: Atom, bilgisayar bitleri ve genler. Ortak özellikleri ilgimi çekiyor, her biri kendi yapılarındaki en küçük birimler... Atomlar fiziki maddelerin, bitler dijital dünyanın ve genler yaşayan organizmaların yapıtaşları... Büyük devrimler için gereken en küçük zerrelerin sırrını çözmek.
Jennifer Doudna, biliminsanı olmaya küçük yaşlarda karar vermiş. ‘Çift Sarmal’ adlı bilimsel dedektif romanından etkilenmiş. Okuldaki akıl hocası ona “Kadınlar biliminsanı olmaz” dediğinde işi inada bindirmiş. Bugün ismi Albert Einstein, Steve Jobs gibi efsanelerle birlikte anılıyor. Dahası, insanlığın geleceğini şekillendiren bir kadın olarak tanınıyor.
Doudna’nın geliştirdiği yöntem, hücrenin DNA’sına yönelen, ‘makas ve yapıştırıcı’ görevi gören proteinlerle çalışıyor. Bunlar DNA kodunda A,G,T, C harfleriyle ifade edilen bazların yerini değiştirebiliyor. CRISPR’ın kısa sürede yaygınlaşması, bilim dünyasında ‘altına hücum’ misali bir patent yarışı başlatmıştı. Ancak pandemi süreci bilim dünyasını birleştirdi ve ortak çalışmalara yöneltti. Isaacson, sözü geçen ahlaki ikilemin insan genetiğine ve doğmamış bebeklere müdahalenin Doudna dahil herkes için zorlayıcı olduğunu anlatıyor. Ancak kalıtsal hastalıklar, ilerleyen körlük, alzheimer, kanser ve daha pek çok hastalığa çare potansiyelini fazlasıyla motive edici buluyor.
Wired’a konuşan Isaacson halen iki çekincesi olduğundan bahsediyor: Biri, teknolojinin yalnızca zenginlere özel sunulması... Diğeriyse insan ırkındaki çeşitliliğin giderek tekdüze hale gelmesi ve kaybolması... Isaacson sözlerini şu anlamlı Prometheus benzetmesiyle noktalıyor: “Molekülleri mikroçip programlar gibi düzenleyebildiğimiz zaman, merak ediyorum, tanrılardan çaldığımız bu ateşle ne yapacağız?”
Bitcoin’in akıl almaz yükselişini hazmedemeden, yeni bir kripto çılgınlığı internet ekonomisini çalkalamaya başladı. NFT adlı yeni popüler teknoloji, herhangi bir dijital eserin veya varlığın eşsiz olarak tescillenmesini, bir anlamda tapulanmasını sağlıyor. Non-fungible tokens (değiştirilemez jetonlar) anlamına gelen NFT, bitcoin gibi blockchain altyapısını kullanıyor. NFT alım satımlarında kripto para olarak Ethereum tercih ediliyor. Ancak halen “Bu bitcoin de ne ola ki, bir türlü anlayamadık” diyenlerdenseniz NFT’yi anlamak iyice güç, onu baştan söyleyelim. Ancak gidişat o ki, herkesin internetin para birimi kriptolara alışması gerekecek.
NFT’ye dönersek... Dijital sanat eserlerine üreticinin orijinal imzasını, son maddi değerini, eserin ayrıntılı geçmişini meta veri olarak bağlayan NFT’ler, blockchain (Kripto paraların, şifrelenmiş işlemlerin takibini yapan veritabanı sistemi) marifetiyle sadece birer defa üretilebiliyor ve bir daha kopyalanamıyor. Bu sayede internette gördüğümüz dijital eserler, videolar, fotoğraflar, hatta tweet’ler biricik hale geliyor ve açık arttırmalarda alınıp satılabiliyor. İlk olarak 2017’de ortaya çıkan, 2020’de anaakıma ulaşan NFT, geçen hafta Christie’s müzayedesinde kaydedilen rekor satışla dünya gündemine düştü. Beeple adlı sanatçının bir JPG resminden ibaret ‘Everyday’ adlı eseri 69 milyon dolara alıcı buldu.
69 milyon dolara satılan ‘Everyday’ (üstte), Elon Musk’ın NFT’lediği tweet’i (altta, solda) ve Mesut Özil’in animasyon klibi (altta, sağda).
KRİPTO SANAT TOPLULUĞU
NFT hakkında genel bilgileri kripto para ticaret platformu Huobi’nin Türkiye genel müdürü Alphan Göğüş’ten aldım. Türkiye’de sanat camiasının yaklaşımlarını da CI Plugin Küratörü ve Direktörü Esra Özkan’a sordum. Özkan, teknolojinin Türkiye’de yeni olmadığını, yerli dijital sanatçılarımızın uzun zamandır NFT üretiminde bulunduğunu anlattı. “Sosyal medyada buluşan NFT Turkey, özgürce üreten sanatçıların ve sürekli bilgi akışının olduğu bir platform (Instagram@nftturkey). Sanat sektöründe hem ekonomi hem de yapı olarak alışılagelmiş kalıpları yıkıyor” diyen Özkan’a göre şu andaki NFT çılgınlığı durulduğunda gerçekten üretim yapan sanatçılar kendi sektörünü oluşturacak ve ‘kripto sanat’ topluluğu yerine oturmuş olacak.
NFT’ye yeni adım atmayı düşünenler içinse Alphan Göğüş tavsiyelerde bulunuyor: “Yatırımcılar öncelikle ne beklediklerini belirlemeli. İşin al-sat kısmında eserin içeriğinden çok üreticisine ve kripto para camiasının trendlerine odaklanmak gerek. Sadece kendiniz içinse beğendiğiniz bir eseri alabilirsiniz. Sanatçılar tarafında sosyal medyası kuvvetli olanların daha yüksek satış rakamlarına ulaştığını görebiliyoruz. Ayrıca galeri platformlarından doğrulanmış profil rozetini kazanmak oldukça önemli.”
Rüyada olduğunuzun farkına varıp bilinçli hareket etmeye başladığınız, rüyayı istediğiniz şekilde yönlendirdiğiniz bir deneyim yaşadınız mı? ‘Lusid rüya’ adı verilen bu fenomen, bilim çevrelerinde etkileşimli rüya deneyimi olarak tanımlanıyor. Rüyalar hakkında pek az şey bilindiği malum. Kimi insanların rüyalarında bilinçlenerek kontrolü ele alması bilim dünyasında her zaman ilgi çeken bir konuydu. Önceki hafta Current Biology’de yayımlanan bir makale bu alanda nihayet bir ilkin gerçekleştiğini duyurdu. Biliminsanları derin uykudaki insanlarla lusid rüya gördükleri sırada iletişime geçmeyi başardı.
Northwestern Üniversitesi’nin öncülük ettiği uluslararası deney; ABD, Hollanda, Fransa ve Almanya’daki laboratuvarlarda gerçekleşti. Toplam 36 deneğin katıldığı çalışmada lusid rüya deneyimi olanların yanı sıra bu tip rüyalara fazla aşina olmayan denekler de yer aldı.
Araştırmayı yürütenler arasından doktora öğrencisi Karen Konkoly, Vice’a verdiği röportajda lusid rüya görebilenler üzerinde daha önce farklı deneyler gerçekleştirildiğini anlatıyor. Bazılarının rüyalarında birbiriyle iletişim kurabildikleri ve önceden belirlenen görevleri hatırlayabildikleri kaydedilmiş. “Bizi şaşırtan, derin rüya gören birinin ilk defa söylediğimiz bir cümleyi anlayabilmesi ve doğru yanıt vermesi oldu” diyen Konkoly, bilimsel ortamda rüyaların içine ilk kez girildiğini ifade ediyor.
Uyanınca da hatırlıyor
Düşünün ki çok derin bir uykudasınız, rüya görüyorsunuz ve sorulan sorulara doğru yanıt verebiliyorsunuz. Merak etmeyin, bilinçaltınızdaki sırlar hemen ortaya dökülmüyor. Çalışmalar oldukça başlangıç düzeyinde...
Rüyadakilerle iletişime geçmek için ilginç bir yöntem seçilmiş. Denekler gözbebeklerini belli yönde hareket ettirerek yanıt veriyor. Derin uykuya geçen 19 yaşındaki ABD’li bir denek rüya gördüğü sırada sekizden altıyı çıkarması istendiğinde gözbebeklerini soldan sağa iki kez hareket ettirerek doğru yanıtlamış. Bu şekilde yapılan deneylerin yüzde 18’inde doğru yanıtlar verilmiş. Yüzde 17’sinde yanıtlar anlaşılamamış. Yüzde 3’ünde yanlış yanıtlar alınırken yüzde 60’ında herhangi bir yanıt kaydedilememiş. Oranlar yetersiz görünmesin; bu tip deneylerde tek tük doğru yanıtlar bile yeterli sayılıyor. Araştırma görevlisi Konkoly “Sonucunu hemen veren bir deney. Verileri analiz etmenize gerek yok. Denekler karşınızda uyurken soru soruyorsunuz ve uykusunda yanıt veren insanlar var!” diyor. Doğru yanıt veren denekler yaşadıkları deneyimi gayet net hatırladıklarını anlatıyor.
Geliştirilen yöntem, okyanusu keşfetmek için kıyıdan gözlükle suyun altına bakmaya benziyor. Ancak ilk defa suyun altındaki bir canlı, izlendiğini fark edip gözlemciye yanıt veriyor. İşte bu andan itibaren olasılıklar katlanarak artıyor. Suyun altındaki ile iletişim gelişirse kim bilir bizi hangi derinliklere götürüp neler neler gösterebilir...
Düşünün; güzel bir Mars sabahı, pencereden içeriye kızıl ışıklar süzülüyor… İç kademedeki camı açıyorsunuz ve tozu filtrelenmiş, karbondioksit dolu mis gibi toksik havayı ciğerlerinize çekiyorsunuz! Hava açık, gezegeni kasıp kavuran amansız kum fırtınaları başlamadan önce dışarıda vakit geçirmek için muhteşem bir gün. Bir de şu düşük atmosfer basıncı olmasa... Dünya’daki evinizi satarak aldığınız radyasyona dayanıklı astronot kıyafetiniz pek havalı... Giyip spor yapmak için dışarı çıkıyorsunuz. 400 faktörlü güneş kreminizi sürmeyi aman unutmayın! Biliyorsunuz, kızıl gezegenin atmosferi çok ince, manyetik alanı kalmadığı için Güneş’ten gelen radyasyonu ve ışıkları süzmeyi beceremiyor. Aslında pek dert edilecek bir şey değil, çünkü bronzlaşmak isterseniz Mars’ta çabucak ‘Gerçeğe Çağrı’daki Arnold (Schwarzenegger) gibi kızarabilirsiniz.
Aktif yaşamayı seviyorsanız spor yapmak için arazi çok uygun. Her yer tartan pist gibi. İndin vadi, tırmandın dağ... Üstelik ayağım takılır düşerim diye dert etmenize de gerek yok. Yerçekimi Dünya’dakinin yüzde 40’ı kadar; istediğiniz basketbol potasına havada takla atıp smaç basabilirsiniz. Tenis veya futbol oynamak için daha geniş sahalara ve filelere ihtiyaç var sadece. Yüzmek isterseniz sizi metan gölleriyle kaplı Titan’a alalım. Zira maalesef Mars’ta son birkaç milyon yıldır sıvı halde hiç su kalmadı. Bolca donmuş suyumuz var, isterseniz şimdi yatırım yapın ya da gelecek yıl Mars suyunun litresi 100 dolara inene kadar idrarınızı arıtmaya devam edin!
‘Mars’tan bize kartpostal geldi!’
Üstelik işinizi Mars’a taşımak isterseniz, paylaşımlı ofislerimizden çağlar boyunca yararlanabilirsiniz. Kızılın her tonuna hâkim, alabildiğine kurak toprak manzaralı ofislerimizde işinize tamamen odaklanıp çalışma veriminizi arttırabilirsiniz. Çünkü dışarıda dikkatinizi dağıtabilecek, ilginizi çekebilecek hiçbir şey yok!
Gazetelerde çıkan ilan-haberleri bilirsiniz. Reklam metinleri yazıyor olsaydım ve gelecekte Mars’ta konut satan bir firma bana başvursaydı bu satırları kaleme alırdım. Mars hayali satan reklam ajansı bildiğim kadarıyla henüz yok. Ancak uzay hayalleri üzerinden prim yapanlar çoktandır var.
Sözüm meclisten dışarı; NASA, ESA, Roscosmos gibi ulusal uzay ajansları bilim, teknoloji ve milli savunma adına uzay araştırmalarını yürütüyorlar. İlk bebek adımlarını atmaya hazırlanan Türk Uzay Ajansı da öyle... İlginç olan, bilhassa Mars’ın etrafında yaratılan heyecan dalgası. NASA’nın keşif aracı Perseverance, gezegenin yüzeyine başarılı iniş yaptığından beri Instagram’da karşıma çıkan beş fotoğraftan biri Mars manzaralı! Hatta tam bu yazıyı kaleme alırken NASA “Mars’tan kartpostal geldi!” diye yeni bir imaj servis etti. 15 senedir uzay haberleri yazıyorum, şimdiye kadar gördüklerimden pek bir farkını idrak edemedim. Tabii yüksek çözünürlüğü dışında... Bir de kadrajdaki makine daha cafcaflı...
Kartpostala, yani paylaşıma “İhtişamlı, tozlu ve onu seviyoruz!” diye yazılmış. Meşhur hamburger sloganını hatırlatıyor, “Bak ve sevdiğini düşün” dercesine... Biraz da çikolata markalarının mutluluk vaatleri gibi... Dikkat edin, mutsuzluktan çikolata yersiniz de “Ay, çok mutluyum şurdan bir çikolata yiyeyim” hiç demezsiniz. Beyin ne verirseniz onu alıyor; zaten illüzyona meyilli bir dünyada yaşıyoruz, konu uzay olunca göz boyamak iyiden iyiye kolaylaşıyor.
Ajda Pekkan, dillerden düşmeyen, bol hicivli ‘Aman petrol, canım petrol” sözleriyle bilinen ‘Petrol’ (Beste: Attila Özdemiroğlu, Güfte: Şanar Yurdatapan) şarkısıyla ülkemizi Eurovision’da temsil edeli tam 41 yıl olmuş... Petrolün amansız üstünlüğü ve erişilmezliği karşısında toplumsal çaresizliğimizi aşk diliyle dünyaya duyurması hayranlık uyandırıcı! Sanatçımızın Avrupa’ya yönelttiği protest mesaj günümüzde halen evrenselliğini koruyor... Neyse ki bugünleri gördük. Sonunda Ajda Hanım’ın da rahat bir nefes alma vakti geldi; “Artık sana sana muhtaç değiliz petrol!”
Elbette bu şarkının sözlerini tamamen tersine çevirmek için çok erken. Yine de dünyanın beşinci en büyük fosil yakıt üreticisi Shell’in hafta başında yaptığı açıklama sonun yaklaştığını gösteriyor. Shell yıllık petrol üretimini her sene yüzde 1-2 oranında azaltacağını duyurdu. Düşey ilerleme petrol üretimi tamamen durana kadar devam edecek. Hollanda merkezli firma 2050’de ‘net sıfır emisyon’ hedefini eylül ayında açıklamıştı. Şimdiyse 2035’e kadar yatırımların önemli bir kısmının yenilenebilir ve temiz enerjilere aktarılacağını duyurdu.
Köklü değişimler kaçınılmaz
Üstelik yalnız Shell değil, İngiliz BP ve Fransız Total’in yanı sıra ABD’nin lider akaryakıt şirketleri de sermayelerini temiz enerji üretimi ve arzına aktarmaya başladı. Enerji devlerinin fosil yakıtlarından alternatif kaynaklara yönelmesinin birinci sebebi ‘çaresizlik’. Fosil yakıtların yegâne enerji kaynağımız olmadığını artık tüm dünya idrak etti. Elektrik enerjisine artan talep, iklim değişikliği ve bununla mücadele eden politikalar sektörde köklü değişimlerin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Fosil yakıt rezervlerinin önünde sonunda tükeneceği bir gerçek. Bütün bunlara pandemiyle değişen çalışma ve ulaşım biçimleri de eklenince... Enerji sektöründe değişime ayak uydurmak hayatta kalmayla eşanlamlı hale geldi. Değişimin adıysa ‘elektrik devrimi’.
Araştırma grubu Wood Mackenzie’nin The Guardian’da yayımlanan verilerine göre önümüzdeki 10 yılda akaryakıt şirketleri yatırımlarının en az 5’te 1’ini rüzgâr ve güneş enerjisine yöneltmek zorunda. Aksi takdirde sektörde tutunmak güçleşecek. Benzin ve gaz gelirleri yenilenebilir kaynakların iki katı olmasına rağmen rüzgâr çiftlikleri gibi yatırımlar uzun ömürlü nakit akışıyla avantaj sağlıyor. Wood Mackenzie Araştırma Direktörü Valentina Kretzschmar “Yenilenebilir enerji teknolojilerinin yakaladığı ivme durdurulamaz düzeye erişti. Akaryakıt şirketleri bunun bir ‘mega trend’ olduğunu fark etmeye başladılar; geçici bir heves değil!” diyor.
‘2020’yi özleyeceğiz’
Enerji sektörü için aslında sadece işin rengi ve oyunun kuralları değişiyor. İklim değişikliğine karşı harekete geçmek duyarlılıktan öte bir zorunluluk. Kaliforniya eyaleti ve İngiltere 2030’lu yıllardan itibaren benzinli otomobillerin yasaklanacağını duyurmuştu. Yerini elektrikli araçlar alacak. Paris Anlaşması’na katılan ülkelerin dönüşüme ayak uyduracağı muhakkak. Benzin istasyonları, şarj istasyonları haline gelecek. Shell ve BP gibi şirketler de temiz enerji sağlayıcısına dönüşecek, üretici vasfını terk edecekler. Hollandalı üreticinin finans direktörü Jessica Uhl, CNN Business’a verdiği demeçte “Yenilenebilir enerji ürünlerini satmak için üreticisi olmanız gerekmiyor” diyerek sektörün yeni vizyonunu ortaya koyuyor.
Mecidiyeköy’ün vaktiyle dutluk olduğu, Etiler’e kurt indiği hikâyeleriyle büyüdük. Kadıköy’de Moda burnu rüzgârlı olduğundan ‘burada oturulmaz’ diyip arazisini yok pahasına satan bir büyükbabanın hikâyesini hatırlarım... Püfür püfür esen bankta yanımda oturan torunu, arkamızdaki milyonluk dairelere bakıp hayıflanıyordu. Yüz yıl önce yaşamış dede, Kadıköy’ün dünyanın en havalı semtleri arasına gireceğini nereden bilsin? Torunun vaziyeti yine iyi sayılır... Asıl iki hafta önce Bitcoin’i olup da satanlar ne yapsın? Emlak piyasasında onlarca yılda görülen değer artışını kripto paralar artık birkaç haftada kaydediyor...
Malumunuz teknoloji köşesindeyiz; yatırım uzmanlığımız bulunmuyor. Şayet olsaydı, ilk çıktığı günlerde kenara 300-500 Bitcoin koyar, bugün de yazılarımı Seyşeller’deki malikânemden yazardım. Yazıdaki bilgilerden heyecanlanıp varınızı yoğunuzu Bitcoin’e yatırmayın, yatırırsanız da kendi bileceğiniz iştir diyerek bu ayrıntıları paylaşıyorum.
Bitcoin’in yeniden gündem olmasının sebebi bileceğiniz üzere Elon Musk’ın dev yatırımı... Toprak altından uzaya kadar her taşın altından çıkan Musk, bu kez de iki tweet’iyle Bitcoin’i ihya etti. Pazartesi günü 1.5 milyar dolar değerinde Bitcoin’i elektrikli araç şirketi Tesla’nın aktif varlıklarına kattığını açıklamasıyla değeri yüzde 20-25 oranında yükseldi ve 1 Bitcoin 48.000 dolar seviyelerinde işlem gördü (ocak ayında 30.000 dolar civarındaydı). Elon Musk, yakında Tesla otomobillerini Bitcoin’le satacaklarını ve likidite amacıyla yatırım gerçekleştirdiğini açıkladı.
Dolandırıcılıkla suçlandı
Twitter’ı spekülasyon aracı olarak iyi kullanan Musk, kısa süre önce profil bilgilerine #Bitcoin hashtag’i ekleyerek dijital paranın yüzde 10 değerlenmesini sağlamıştı. Alternatif bir kripto para olan Dogecoin’i de ayrıca destekleyen Musk, para piyasalarını denetleyen kurumların yakın takibine girdi. Geçmişte borsayı etkileyen tweet’leri sebebiyle ABD Sermaye Piyasası Kurulu’nun dolandırıcılıkla itham ettiği Musk, Bitcoin konusunda hassas davranmak zorunda. Tesla kasasında yüklü miktarda Bitcoin bulunduğu için piyasalarda hareket yaratacak her tür açıklamasının manipülasyon sayılabileceği belirtiliyor.
Otomotivde ilk olsa da aktif varlıklarını dijital paraya çeviren ilk şirket Tesla değil. MicroStrategy adlı ABD’li bir yazılım şirketinin ağustos ayında aldığı 250 milyon dolarlık Bitcoin 3.1 milyar dolara ulaşmış durumda. İşin ilginci, Elon Musk’a yatırım fikrini veren kişi, MicroStrategy CEO’su Michael Saylor. İkilinin tweet diyaloğu, bugün piyasayı katlayan yatırımın başlangıcı sayılıyor. 20 Aralık 2020’de Saylor, “Hissedarlarına 100 milyar dolarlık iyilik yapmak istiyorsan $TSLA bilançosunu USD’den #BTC’ye çevir” diyor. Musk “Bu kadar büyük işlem yapmak mümkün mü?” diye sorunca Saylor “Evet. Ben 1.3 milyarlık alım yaptım, istersen oyun kitabımı paylaşmaktan memnun olurum” diyor. Saylor’ın planı elbette sır değil. Musk büyük bir yatırım yaptığında kendi Bitcoin’lerinin değerleneceği aşikâr. Neticede de öyle oluyor...
Musk’ın açıklamasının ertesinde Saylor ‘tüm dünya adına’ memnuniyetini dile getiren bir tweet atıyor... Birkaç tweet’le milyarlarca doların yer değiştirmesi inanılmaz değil mi? Şimdi gerçekten Bitcoin hasadıyla varlıklarını katlayanlara bakıp ‘buralar eskiden dutluktu’ diyebiliriz...
İfade özgürlüğü ABD toplumunun temel taşıdır. Öyle ki ABD anayasası her vatandaşın sahip olduğu özgürlükleri tanımlayarak başlar. Zaman zaman -bilhassa siyahlar açısından- üzerine gölge düşse de bu özgürlük ABD’lilerin daimi gurur kaynağıydı ve dünyaya ilham veriyordu... Ta ki tarihin dönüm noktası sayılacak bir günde, kendi seçilmiş başkanlarını susturuncaya kadar... 6 Ocak’ta seçim sonuçlarına itiraz eden eski başkan Trump’ın seçmenlerini galeyana getirerek Washington’da başlattığı ayaklanmanın yankıları halen sürüyor. Trump “6 Ocak, büyük protesto. Orada olun, vahşi olacak!” şeklinde attığı tweet’le seçmenlerini ortalığı yakıp yıkmaya çağırmıştı. Aralarında silahlı kişiler de olan saldırgan bir grup kongre binasını bastı. Sonrasını biliyoruz...
Dünya gündemini sarsan olayın diğer çarpıcı yönüyse ‘daha fazla şiddete yol açma riski’ nedeniyle ABD Başkanı’nın sosyal medya platformları tarafından susturulmasıydı. Trump’ın hesapları kapatıldı. Bugüne kadar süper güç denildiğinde akla ilk olarak ABD hükümeti gelirdi. Şimdiyse adeta ‘derin devlet’ gibi ortaya çıkan daha süper bir güç, gerçek kontrolün kimde olduğunu gösterdi. Twitter’ın öncü olduğu kapatma girişimi Facebook, YouTube, Snapchat gibi mecralar tarafından takip edildi ve Trump’ın sosyal medyadaki sesi ilelebet kesildi...
Madalyonun iki yüzü
Sonuçta herkes, madalyonun iki yüzü olduğu konusunda hemfikir: Trump’ı susturmak doğru bir girişimdi ancak ifade özgürlüğü küresel ölçekte büyük bir darbe aldı. Alman lider Angela Merkel ve Meksika Başkanı Andres Manuel Lopez Obrador gibi önemli politik figürler rahatsızlıklarını dile getirdi. Merkel kararı ‘problematik’ bulduğunu belirtti. Trump’tan hiç hoşlanmadığı aşikâr olan Meksika Başkanı Obrador bile “Kimsenin sansürlenmesini istemem” dedi.
Plato, “Toplumda suç varsa adalet yoktur” der... Sansürün olduğu yerde yüzde 100 ifade özgürlüğünden bahsetmek pek mümkün olmaz. The Guardian, yakın zamanda meseleyi masaya yatırarak ifade özgürlüğü konusunda yetkin isimlerden görüş aldı. Gazeteci-yazar Branko Marcetic, sansür ve baskıcılığın her zaman önce antipatik bir bireyin susturulmasıyla başladığını anlatıyor: “Bir kez teamül oluştu mu, neyin kabul edilebilir veya neyin yanlış olduğunun
sınırları genişlemeye başlar.”
Siyaset tarihinde Donald J. Trump kadar antipati toplamış bir politikacının eşine az rastlansa da toplum üzerinde büyük etkisi biliniyor. “Karşıt görüşler gerçeğe ulaşmak için katalizör işlevi görür” diyen PEN America CEO’su Suzanne Nossell,
Yaşama iz bırakmak... Hepimiz bir gün yalnızca geride bıraktıklarımızla hatırlanacağız. Geçen yüzyıllarda gelecek nesiller tarafından tanınan biri olmak için kayda değer şeyler üretmek gerekiyordu. Günümüzde herkes internette ve sosyal medyada var olduğunu gösteren yığınla bilgi biriktiriyor. Gelecekteyse her insan, en azından sevdiği yakınları için, ‘ölümsüz’ olabilir. Hatta dünyadan ayrıldıktan sonra bile sevdikleriyle ‘konuşabilir’, ‘yazışabilir’.
Yapay zekâ ölenin yerine geçecek
Yakın zamanda Microsoft tarafından alınan bir uygulama patenti insanların öldükten sonra dijital dünyada yaşamasına imkân veren bir algoritma içeriyor. Sosyal medyadaki paylaşım ve kişisel yazışmalarından yola çıkarak herkes için birer sohbet botu (robot yazılım) yaratan uygulama sevdiğini kaybeden insanların yüreğindeki hasreti hafifletmeyi amaçlıyor. Yapay zekâyla kurgulanan sistem kişinin internette bıraktığı erişilebilir tüm verileri işleyerek karakterini tanırken kişisel yazışmalarından üslubunu ve bildiği, ilgilendiği konuları öğrenecek. Yeterince veriyle beslenen yapay zekânın karakteri o kişiye benzeyen bir sohbet botuna dönüşecek ve sevenleriyle hayattaymış gibi mesajlaşabilecek. Microsoft’un 2017’de başvurup bu ay patentini aldığı fikrin mucitleri Dustin Abramson ve Joseph Johnson...
İlk başta tartışmalı bir fikir gibi görünse de insanların yakınlarının fotoğrafları, videoları ve sesli mesajlarıyla avunduğu gerçeğinden yola çıkan ikili, dijital dünyada ölümsüzlüğün sırrını keşfetmeye yaklaşmış.
Yapay zekâ sayesinde karakteri geliştirilen sohbet botları özel durumlarda üç boyutlu imajlarla ekstra gerçekliğe de kavuşabilecek. Hatta ‘deep fake’ teknolojisiyle hayattan ayrılan kişinin özel video mesajlarını yaratmak bile mümkün. Hologram teknolojisiyle sahnede yeniden ‘canlandırılan’ rap sanatçısı Tupac Shakur ve şarkıcı Whitney Houston gibi örnekler fikrin ilerleyebileceği yönü gösteriyor.
Sevgiliyle farklı, anneyle farklı sohbet
Fenomen dizi ‘Black Mirror’ takipçilerinin hatırlayacağı üzere 2013 yapımı ‘Be Right Back’ adlı bölümde aynı teknoloji işleniyordu. Sevgilisini trafik kazasında kaybeden kadın, onun yapay zekâ kopyasıyla sanal ortamda buluşuyordu. Ama zamanla bir şeylerin eksik kaldığını fark ediyordu.