Uğur Yılmaz

Maskeyi sadece ağzımıza takmamalıyız

25 Ağustos 2020
Ailevi nedenlerle geçen haftayı batı ve orta Karadeniz’de geçirdim. Gittiğim bazı yerler, Sağlık Bakanlığı’nın mobil uygulamasına göre çok yüksek riskli bölgelerdi. Elimizden geldiğince önlemimizi aldık, maskemizi taktık, toplu ortamlarda bulunmamak için uğraştık. Bulunmak zorunda kaldığımızda ise çok kısa sürede oradan ayrılmaya çalıştık.

Gittiğimiz yerlerde maske takan çoktu. Hatta köylerde bile maske takanlara tanık olmak beni şaşırtmadı desem yalan olur. Karantina altındaki bir köyün girişinde nöbet bekleyen jandarmaya da tanık olduk, o karantinadan kaçmaya çalışanlar olduğuna ilişkin hikayelere de.
*
Maskeyle sadece ağzımızı kapatmamızın yetmeyeceğini, bazı insani isteklerimize de maskeyle set vurmak zorunda olduğumuzu anlamadığımızı fark etmem çok uzun sürmedi. Maskenin sadece görüntüyü kurtarmak için takıldığını gidilen düğünler ve hasta ziyaretleriyle anladım. Görüştüğüm insanların davranışları umudumu azaltacak cinstendi.
Bir tanesi, yeğeninin Covid-19’a yakalanmış olabileceğini ve onu ziyarete gitmeyi düşündüğünü söyledi örneğin. Hem de beş kez kalp ameliyatı geçirmiş birisi olmasına rağmen. Çok dil döktüm, umarım vazgeçmiştir bu sevdasından. Bir tanesi, birkaç tane düğüne katılmak zorunda olduğundan bahsediyordu. Aman demeyi ihmal etmedik.
Toplumsal baskı, alışkanlıklar ve istekleriniz, görünmeyen düşmana karşı koyacağınız iradeyi kırmayı başarıyor. Maskeyi, sadece ağız ve buruna takarsanız sonu bu oluyor. İradenizi güçlendirip, isteklerimizi sınırlamadıkça, alacağımız daha iyi bir sonuç görünmüyor ne yazık ki.
*
Bu kısa seyahatte anladım ki, insanların tercih ve iradesine bırakırsanız bu işi, koronadan kurtulmamız hiç de kolay olmayacak. Evet bu bir irade işi ama önce kurallar işi. Devlet kuralları daha net çizmeli. Düğünler askıya alınmalı. Kırsalda insanların en ciddi sosyalleşme alanı olan düğünler bulaş için de cennet. Hepimizin aklında olan ama yaşamak istemediğimiz şey sonbaharda tekrar evlere kapanır mıyız? Sorusu. Önlemleri vatandaşa yıkarsak varacağımız sonuç da o olacak gibi. Bir de buna soğuk algınlığı, gribal enfeksiyonlar eklenince işin içinden çıkmak zor olacak.

Yazının Devamını Oku

Altın

11 Ağustos 2020
Malum çok hareketli bir yıl yaşıyoruz. Doğal felaketlerle başlayan, pandemi ve ekonomik krizle devam eden bir yıl. Herkes şaşkın. İnsanlık gözüne ışık tutulan tavşana döndü. Hangi veri ile ne karar vereceğini bilemez oldu.

Türkiye’nin etrafında sular ısınıyor. Doğu Akdeniz, Suriye’nin kuzeyinde ABD, terör örgütleri ilişkisi, Azerbaycan ile ortak tatbikat vs. Sert bir sonbahar ve kışa girileceği artık malum. Winter is coming yani.

Yeniden evlere kapanıp kapanılmayacağı, ekonominin tekrar durup durmayacağı konuşuluyor. Geçen hafta altınla yatılıp altınla kalkıldı. Herkes nereye gidiyoruz diye merak içinde.

Altının niye bu kadar yükseldiği ve nerede duracağı merak konusu. Yorumlar gani. İsteyen istediğini alsın. Mücadele büyük. Detaylı bir altın analizi yapacak değilim. İşlerin değiştiği ve bu değişime göre yeni bir doğumun yaklaştığı aşikar. 31.10 grama karşılık gelen ons altının seyrine ilişkin birkaç rakam vereyim:
“1950’de ons altın 34 dolar düzeyinde. 1980’de 615 dolar, 1980 615, 1990 383, 2000’de 279 ve 2010’da 1224 dolar. Bugün 2000 doların üzerinde.”
Bir sürü gerekçe ortaya atılıyor artışın nedeni olarak. Pandemi sürecinin uzun süreceği kaygısı ve piyasadaki para miktarının artması, yani paranın değerini kaybetmesi altına yönelişin başındaki iki neden olarak gösteriliyor.

Sadece bireyler değil, devletler de altına yönelmiş durumda. Türkiye altın rezervi açısından, 583 ton ile 12. sırada görülüyor. Hatta, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 2019’da dünyanın en çok altın alan merkez bankası olmuş. Geçen yıl 159 ton altın almış Merkez Bankası. Yani bir şeylere hazır yakalanmış ya da hazırlığını gelecek güne göre yapmaya çalışmış. 31 Aralık 2019’da bir kilo altın 48 bin 900 dolar civarındayken, bugün 65 bin 900 dolar civarında. Varın Merkez Bankası’nın kazancını siz düşünün.

Amacım ekonomik değerlendirme değil. Elbette kendimizi korumak için önlemler alacağız. Ama asıl olan altın, sanki yatırım yapılan sarı metal değil. Asıl olan altın, önce bedeni ve akli dengemizi korumak. Sonra her şeyi yapabilecek güce elbet kavuşuruz. Kaotik bir ortamdan geçiyoruz. Sakin bir şekilde olanları anlamaya çalışmalıyız elbette. Ancak her hıyarım var diyene de tuzla koşmayalım.

Yazının Devamını Oku

Ölümün bağlacı olmaz

4 Ağustos 2020
Bazı cümleleri bağlaçla devam ettiremezsiniz/ettirmemelisiniz.

Meşru müdafaa dışında cana kıymayla ilgili bir cümleyi örneğin.

Burada kullanılan; ama, ancak, mesela, çünkü ve diğer bağlaçlar, ölüme neden bulmanın yolunu açar. Aman diyelim. Böyle cümlelerin kurulduğu beyinlerin ve ağızların sahibi olmayın. Bir insan ve özellikle bir kadın, çocuk öldürülmüşse, bağlaçsız cümlelerimizi çıkaralım beynimizdeki odacıklardan.

Sadece insan da değil üstelik. İstanbul’da komşusunun köpeğini, gözünü kırpmadan vuran kişiyle ilgili de bağlaçsız kuralım cümlemizi.

Bağlaçsız kuramazsak cümlelerimizi, ortak hayat kurmak da zorlaşır. Bir canlının öldürülmesinde amalara yer yoktur. Bir ölümün hangi koşullarda geçerli olabileceği hukuki, ahlaki ve vicdani olarak hepimiz için sarih olmalıdır.

Bir kadının, bir köpeğin, bir kedinin, bir erkeğin öldürülmesinin ardından kurulan bağlaçlı cümle duyarsanız kaçın ordan. Ölümün bağlacı olmaz çünkü.
İlla bağlaç kullanacaksanız cümlelerinizde, onlar hayata bağlaçlar kuran cümleler olsun. “Yaşamayı hak ediyor çünkü insan (canlı)” diyebilmeliyiz mesela. Dini referans vereceksek, “Allah’ın verdiği canı sadece Allah alabilir” ya da “Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur” diyebilmeliyiz.

Aksi halde, herkesin bağlacın arkasına ekleyeceği bir nedeni olur. Bu nedene izin vermemek ise insanlığımızın geldiği noktayı işaret eder.

Yazının Devamını Oku

Bireysel ulaşım öne çıkıyor

7 Temmuz 2020
Pandeminin hayatımızı değiştireceği konuşuluyor mart ayından beri. Ufak ufak etkilerini görmeye de başladık.

Bundan bir yıl kadar önce, özellikle ulaşım anlayışının, paylaşım ekonomisi ile değişime uğrayacağı, elektrikli araçların yaygınlaşacağı, otomobil almak isteyenlerin oranın düşeceği konuşuluyordu. Dev şirketler gelecek 30-40 yılını buna göre şekillendiriyordu.
Durum değişiyor gibi. Paylaşım ekonomisini şimdilik pandemi vurdu. Toplu taşıma, sağlık açısından sıkıntılı durumda. İnsanlar bireysel ulaşım araçlarına yönelmeye başladı tekrar. Bir farkla. Karbon salımı daha az olacak, ekonomik maliyeti daha düşük, trafikte ilerlemeyi sağlayacak bisiklet ve motosikletlere ilgi arttı. Bu bir gözlem değil sadece, rakamsal dayanağı da var. Bu rakamlara bakarak, özellikle eve servis yapan kuryelere talep de artınca onların kullandığı motosiklet satışı da artıyor haliyle. Gençler bisiklet, elektrikli scooter gibi araçlarla ulaşımı tercih etmeye başladı bile.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun yayınladığı motorlu kara taşıtları verilerinde, Mayıs 2020’de motosiklette artış net görülüyor. Geçen yıl 3 milyon 271 bin olan trafiğe kayıtlı motosiklet rakamı, bu yıl aynı dönemde 3 milyon 376’e çıkmış durumda.
Bisikletle ilgili bu kadar net rakama ulaşmak mümkün olmadı. Ancak meslektaşlarımın yaptığı haberlerde yüzde 30 gibi bir artıştan bahsediliyor.
Önümüzdeki süreçte kabinlisi de dahil olmak üzere çok sayıda motosiklet görmemiz mümkün olabilir. 

Ayrıca tabana kuvvet anlayışı da öne çıkacak. Bisikletten elektrikli bisiklet, scooter ve motosiklete kadar çok sayıda bireysel araç yollara çıkacak gibi. Buna göre önlemler alınmalı. Ama salgından kurtulup tekrar paylaşım ekonomisini konuşabileceğimiz döneme dönebilmeyi de çok arzularım. Ancak çok da kolay görünmüyor.
Kalın sağlıcakla.

Yazının Devamını Oku

Tazminat kaygısı

24 Haziran 2020
Kontrollü Normalleşme Süreci yaşıyoruz. Hoş kontrolü kaybettiğimizi düşünenlerdenim.

Uzun bir eve kapanma sürecinin ardından, marjinal faydası yüksek olan özgürlüğe kapıldık gidiyoruz. Zembereğinden boşalmış yay gibiyiz. Maske, mesafe hijyen hak getire. Yeniden eve kapanma korkusu yaşarken, bir gözümüz ve kulağımız da ekonomide.
Malum aylarca üretim ve hizmet durdu. Çarklar dönmeye başlayınca, başka sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Şimdi istihdam konusu masaya geldi.
Bu konu bir yandan ekonomik, diğer yandan sosyolojik ve psikolojik unsurlar içeriyor. Taraflar dinlenmeye başlandı. Yakında önce istihdam kalkanı açıklanacak, ardından da kıdem tazminatı için formüller kesinleşecek.
İşçi kıdem tazminatına dokunulmasına “Kırmızı çizgimiz” diyerek karşı çıkıyor. Hal böyle olunca sanıyoruz ki, işveren bunu destekliyor. Ama öyle görünmüyor. İşveren birkaç noktada kıdem tazminatının bir fonla yönetilmesine karşı.

*
Birincisi ve belki de en önemlisi, istifa edildiğinde de çalışanın kıdem tazminatını hak ediyor olması. İşveren, bu madde nedeniyle vasıflı çalışanlarını kaybetme korkusu yaşıyor. İşveren, en ufak bir fazla ödeme önerisinde, çalışanın kıdem tazminatını yakma derdi kalmayacağı için iş yerini değiştirebileceğini, bunun da kendilerini zora sokacağını söylüyor. Yani kurum aidiyeti yara alacak diyorlar.
Bu konuda ikinci sıkıntı ise, fona her ay ödenecek olan yüzde 3’lük katkı. Bu da işvereni düşündürüyor. Bugün bir işçiyi işten çıkardığında ya da işçi emekli olduğunda tazminat ödeyen işveren, her ay düzenli bir yükün altına girmek durumunda kalacağı için dertli.

Yazının Devamını Oku

Bursa'nın değişmeyen sorunu

16 Haziran 2020
Bursa, raylarla 1892’de tanışmış. Mudanya’dan Bursa’ya 56 yıl süren tren seferi 1948’de sona ermiş. Raylar sökülmüş. Ancak o günlerden kalan istasyonlar, bugün lokanta-cafe olarak hizmet vermeye devam ediyor.

Bursa’nın uzun yıllar sonra tekrar raylara kavuşması ise şehir içi ulaşımla mümkün oldu.
2002 yılında Bursaray ilk seferine başladı. İpekböceği, tarihi tramvay hatlarıyla, raylara alışkın hale geldi Bursa. Ama Bursa’nın makus talihini kimse kıramadı. 25 yıllık meslek hayatım boyunca, Bursa’nın en önemli sorunlarının başında, ulaşımın geldiğine tanıklık ettim.Üzerine defalarca yazdım, haber yaptım.
Hava, deniz ve karadan şehirler ve ülkeler arası bağlantı sorunun hep yaşadı Bursa.

25 YILDIR YENEMEDİ

Türkiye’nin üretim üssü ve ikinci ihracatçı ili olarak, bu talihini, 25 yılına tanıklık ettiğim sürede hiç yenemedi Bursa. Yenişehir Havaalanı, Yunuseli Havaalanı tartışmaları hiç bitmedi. Yenişehir Havaalanı’nın bölge havaalanı olarak kullanılması ihtimali de İstanbul Havaalanı’nın yapımıyla neredeyse imkansız hale geldi. Oysa dünyada bolca örneği olan ucuz havaalanı olması içten değildi Yenişehir’in.
Yenişehir, birkaç şehire sefer düzenlenen, hac döneminde kullanılan efektif kullanılamayan bir havaalanı olarak yaşamını sürdürüyor.
Havada işi çözemedik. Karada ise otoyollarla, gecikmeli de olsa bir rahatlama yaşandı şehirlerarası ulaşımda.

Yazının Devamını Oku

Maskeyi kahramanlar takar

9 Haziran 2020
Bazen sözlerinizin kifayetsiz olduğunu bilirsiniz. Ancak kendinizi söylemekten de geri tutamazsınız. Bir kişiye değse size yeter. Hatta kimse oralı bile olmasa, size bir ferahlık verir içinizde tutmadığınız için düşüncenizi. Bir umutla söylemişsinizdir sözünüzü.

Bu kez de aynı duygular içindeyim. Kifayetsiz sözler edeceğim belki ama etmeden de duramıyorum.
Bursa’nın en medeni, modern, gelişmiş, Türkiye’nin en çok üniversite mezununun yaşadığı ilçeler sıralamasında üçüncü olan Nilüfer’de yaşıyorum. Hal böyle olunca beklentiniz de yüksek oluyor. Medeni olmanın, modern olmanın, gelişmenin sadece maddi değil beşeri etkilerini de görmek istiyorsunuz, ama gerçek size oyun oynamaya devam ediyor.
Covid-19 salgını sürecini 2.5 ay iyi idare ettiğimizi düşünenler arasındayım. Ama son birkaç haftadır işler öyle değil. Salgının tekrar yayılması endişesini taşıyanlardanım ancak daha büyük medeniyet ölçümüzün düşüklüğünde.
Sokaklara çıkıldığında maskesiz insanları gördükçe hayretler içinde kalıyorum. Maskeyi kahramanlar takar. Bakın çizgi romanlara, fantastik filmlere. Örümcek adamdan Zorro’ya, Batman’dan Maskeli Süvari’ye kadar.
Maskeyi takan sadece kendini gizlemek amacını gütmez, sevdiklerini korumak için de takar maskeyi.
Günümüzün maskeli kahramanları da, hiç kuşku yok ki sağlık çalışanları. Hem kendilerini, hem tüm insanlığı koruyorlar maskeleriyle.
Bizim kültürümüze ise biraz yabancı maske. Bizde kahramanlar, çoğunlukla somut-gerçek kişiler olmuş. Maskeye gerek görmeden, mertçe mücadelelerini vermişler. Ama bu yine somut kötü karakterler karşısında gerçekleşmiş.

Yazının Devamını Oku

Çiftliklerde ölçek şart

2 Haziran 2020
Gelişmekte olan, ya da gelişmiş ülkelerin, çoğunlukla temel ihtiyaçların ne kadar önemli olduğunu unuttuklarını düşünürüm.

Dayatılan tüketim alışkanlığı içinde, teknolojinin getirdiği sanal mutluluk alanları, çoğunlukla vazgeçilemez gibi görünür. Ancak işin renginin öyle olmadığı, yaşadığımız salgın döneminde bir kez daha ortaya çıktı.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin doğruluğu, yaşadığımız karantina günlerinde bir kez daha kendini gösterdi. Evde kapalı kaldığımız dönemin başında Mart ve Nisan aylarında, doymak ve bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için besinler ve takviyelere doğru bir yönelme yaşandı (Elbetteki kişisel gözlemlerimden yaptığım çıkarımdır).
*
Yani Maslow’un piramidindeki ilk basamak olan fiziksel ihtiyaçlar giderilmeye çalışıldı. Aynı dönemde, evde kalarak, piramidin ikinci basamağı olan güvenlik ihtiyacımızı da gidermeye çalıştık. Ancak bir süre geçince, aç kalmadığımızı ve güvenliğimizi de kısmen de olsa sağladığımızı görünce, bu kez ait olma ihtiyacımız nüksetti. Önce online görüşmeler başladı ardından, güvenli olduğunu düşündüğümüz yakınlarımızla sosyal mesafe ve hijyene önem vererek yüz yüze görüşmeler de başladı.
Buradan devam edecek değilim. Yıllardır bu piramide inanırım. Bu dönem de bana bunun doğruluğunu gösterdi.
Özellikle gıdanın ne kadar önemli olduğunu, tarım ve hayvancılığın vazgeçilemezliğini bir kez daha kanıtladı.
*

Yazının Devamını Oku