Uğur Yılmaz

Son düzlükteyiz

22 Şubat 2021
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Beştepe Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen İklim Değişikliğiyle Mücadele Toplantısı’nda şu sözleri kullandı geçen hafta:

“Eskiden bir felaket olduğunda, durup soluklanacak, kendimizi toparlayacak bir aralık bulabiliyorduk. Ancak şimdi daha yaşadığımız şeyi tüm boyutlarıyla anlayamadan, yeni bilinmezliklerle karşılaşıyoruz... Son dönemeçteyiz. Elimizde, gidişatı olumlu yönde değiştirebilecek son on yılımız var. Ve bu fırsatı değerlendirebilecek son nesiliz.”
Prof. Dr. Ali Demirsoy da katıldığım bir toplantıda 2035 yılından sonra insanoğlunun katliamlar göreceğini ve bunun nedeninin küresel ısınma olacağını ifade etmişti.

Son birkaç yıldır katıldığım toplantılarda bir şekilde iklim değişikliği, küresel ısınma, yeşil ekonomi konuları hep karşıma çıktı. Ancak sürecin sanki biraz daha uzun olacağını sanıyordum/sanıyorduk. Öyle değilmiş son bir yılda iyiden iyiye ortaya çıktı.
Dünya, geri dönülemez bir noktaya hızla ilerlerken acil önlemler alınmaya çalışılıyor.
ABD’nin başına Joe Biden gelir gelmez, iklim değişikliğiyle ilgili politika farklılığının açıklamasını da yaptı. Eski Dışişleri Bakanı John Kery’i bu iş için görevlendirdi. Biden, koltuğa oturduğu hafta, iklim değişikliğiyle mücadelenin, yönetiminin en önemli önceliklerinden biri olduğunu vurguladı ve “ABD dış politikası ve ulusal güvenliğinin ana unsurlarından biri” ifadesini kullandı. Biden, “İklim değişikliği varoluşsal bir tehdit ve gözümüzün önünde cereyan ediyor. Artık daha fazla bekleme lüksümüz yok, acilen harekete geçme vakti” mesajını verdi.
Biden petrol şirketleri yerine yenilenebilir enerjiyi destekleme kararlılığını vurgularken, kamunun sahip olduğu tüm araçların temiz ve elektrikli olanlar ile değiştirileceğini de ifade etti.

ABD’de yönetimle birlikte iklim değişikliğine bakış da değişirken, bu konuda uzun zamandır hassas olan AB, işi daha da ileri götürüyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı son günlerde sürekli karşımıza çıkıyor. Bu mutabakatın Türkiye için de sonuçları olacak. Karbon emisyonu konusunda sınırlamalara uymayan ürünlerin AB’ye girişi mümkün olmayacak. Hazırlıklar buna göre yapılmaya başlandı bile.

Yazının Devamını Oku

Yunuseli üzerine

15 Şubat 2021
Malum bir kentte yaşıyoruz. Hem de öyle sıradan bir kentte değil üstelik.

Tarihi geçmişi çok güçlü, doğanın nimetleriyle bezenmiş bir kentte. Ancak, böylesine çekici bir kente ilgi de öylesine büyük oluyor. Düşünün, 30 yılda bir milyon 600 binden, 3 milyon 100 bine çıkan bir nüfus. Neredeyse ikiye katlanmış bir Bursa.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını 6 milyonluk bir İstanbul’da geçirmiş birisi olarak, gelinen noktanın vahametini görüyorum. Bursa da aynı hızla yol alıyor.
Son Yunuseli tartışmaları da, Bursa’nın güçlenmek ve kıymetli bir şehir olmak niyetine çok da yakın olmadığını gösteriyor. Bursa, obeziteyi büyümek olarak görüyor. Şekerin büyük haz veren o duygusu gibi büyüdükçe büyüyor. Her yere binalar dikiliyor.
Bir kenti büyük yapan, bu unsurlar değil oysa. Elbette belli bir nüfus büyüklüğü gerekiyor ancak kent kimliğini içselleştirmek ve onu korumak hepsinden önde geliyor.

*

Gelelim Yunuseli meselesine. Yunuseli’nin Havaalanı olarak kullanılmasını isteyenlerdenim. 10 yıldan fazla zamandır, Bursa gibi bir kentin hava ulaşımının bu kadar kısıtlı olmaması gerektiğini hem deneyimlerimle, hem de araştırmalarımla yazdım.
Yenişehir’in nasıl hareketlenebileceğini, Yunuseli’nde nasıl uçuş olabileceğini dile getirdim.

Yazının Devamını Oku

Karbonunuz az gıdanız güvenli olsun

8 Şubat 2021
Son 5-6 yılın konusu malum, küresel ısınma, karbon salımı, çevresel sorunlar ve bununla doğrudan bağlantılı olarak tarım ve gıda.

Toplumsal dönüşümler tarihi, insan ihtiyaçlarını giderme metotlarındaki değişimlerin de tarihi aslında. Avcı toplayıcılıktan, tarım toplumuna, oradan sanayi toplumuna ve şimdi de dijital topluma evrilirken, üretim yöntem ve imkanlarının değişmesi bizi de geliştirdi/değiştirdi.
Ancak değişmeyen bir şey var ki, Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ilk basamakta yer alan fizyolojik ihtiyaçların giderilmesi. Bunu gidermeden bir sonraki basamakları inşa etmeniz mümkün değil. İnsanlığın gelişimiyle, bir yandan tarımsal üretim artıyor, diğer yandan insan sayısı. Hal böyle olunca, üretilen gıdanın insanlara yetmemesi ya da üretilen gıdanın güvenli olmaması durumuyla karşı karşıya kalıyoruz.
Geçen hafta katıldığım iki toplantının ana teması, karbon salımının gelecek ekonomik ilişkileri belirleyecek olması ve gıdaydı.
İlk toplantı online olarak BUSİAD tarafından düzenlenen Çekirge Toplantısı’ydı ve burada TÜSİAD eski Genel Sekreteri Bahadır Kaleağası, 2050’ye kadar yeni teknolojik gelişmeler olmazsa insanlığı iyi bir durumun beklemediğini söyledi. Kaleağası, ayrıca demokrat, yeşil, dijital ve sosyal olunmasının şart olduğunu da ifade etti. Yani insanlık yeni bir dönüşüm evresine giriyor. O hırçın tüketim ve kazanma hırsının kenara koyulması artık şart. Yoksa dünya da yok olacak.
Bu saptamayı görenler, yerelde de önlemlerini kendilerince alıyorlar kuşkusuz. Nilüfer Belediyesi uzun zamandır, çevreci ulaşım, yenilenebilir enerji, tarım ve gıda konusunda kafa yoran bir anlayış içindeydi. 2020’yi tarım yılı ilan eden Nilüfer Belediyesi, bu yıl ise gıda temasını tercih ederek, doğru bir çalışmaya imza atmış görünüyor.
Bu satırlarda sık sık tarıma, gıda güvenliği ve güvenilir gıdaya ilişkin yazılara yer vermiştim. Bu anlamda Bursa’nın en gelişmiş ilçesi olan Nilüfer’in, aynı zamanda bir tarım alanı olduğunun unutulmaması mutluluk verici.

*

“Herkes için eşit, ulaşılabilir, sağlıklı gıda” sloganını benimseyen Nilüfer Belediyesi, bir yıl boyunca çok sayıda projeyi hayata geçirmeyi de planlıyor. Bence, farkındalık yaratması bile yeterince kıymetli. Ancak, Nilüfer Bostan Satış noktalarının artırılacak olması ve NİLKOOP çalışmalarının çok daha etkili olabileceğini düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku

Biraz da akıl ve ruh sağlığına eğilelim

1 Şubat 2021
Son bir yılın mevzusu korona. Tarihi değişimi acı bir şekilde yaşıyoruz. Hoş, acı vermeyen, insanlık tarihinde büyük değişim ve dönüşüm var mı? Sanmam. Yazının bulunması belki. Sonra tarihi dönüşümlerde, hep bir altüst oluş vardır. Hala Yakın Çağ’dayız ilköğretim müfredatına göre. Oysa geçen yıllara kimi atom çağı, kimi bilgi çağı demişti.

Korona nedeniyle yaşadığımız günler belki de yeni bir çağdır. Öyle bir çağ ki, sadece üretim ilişkilerini değil, insanı, insanın insan, madde ve doğayla ilişkisini de değiştirebilecek bir çağ.
Bizler elbette bunu bugünden bilemeyeceğiz ama değişimi herkes damarlarında hissediyor. Öyle ılık ılık hissediliyor ki damarımızdan içeri giren değişim, 10’a kadar sayamadan uyuyup kalacağız sanki.

*
Dijital dönüşümün konuşulduğu, küresel ısınmanın etkisini her yerde gördüğümüz bir dönemde oraya çıkan küresel salgın, evden çalışmayı, azla idare etmeyi kısmen öğretti bize.
Bir tek sosyalleşmedeki sorun çözülemiyor, baby boomer, X, Y kuşakları için. Z kuşağı sanki böyle de idare ediyor gibi. Ama diğer kuşaklar, bir süre sonra zorlanmaya başlıyoruz. Bunu yasak olan hafta sonları daha da iyi görüyoruz artık. Arabayla gidilen marketler, sokağa çıkarılan, parklara oynamaya götürülen çocuklar, hınca hınç dolu marketler, doktor bahaneleri... Artık yasak kısıtlayıcı olmaktan uzak gibi görünüyor. Hoş belki de böylesi de fena değildir. Bir süre de böyle gitsek, ilkbaharın ortasında kendimizi özlediğimiz doğaya atabiliz belki. Mesafeyi koruyarak dostlarımızla bir araya gelebiliriz.
Biraz karamsar olacak ama başta söylediğim gibi tarihi dönüşümler hep sancılı, acılı olmuştur. Bu sancılı dönemin en çok yaralayacağı grup da sanırım X ve Y kuşakları olacak. Alıştıkları üretim yöntemleri değişen, sosyalleşme şekilleri farklılaşan bu kuşakların uyum süreci de bir hayli zor görünüyor (Kendimden biliyorum).
Hal böyle olunca buna çözüm üretecek yetkili, bilgili kişileri arıyor kulaklar ve gözler. Nasıl ki Bilim Kurulu’ndan söz edilmeyen bir günümüz geçmiyorsa kurulan ama sadece adı varmış gibi gelen Toplum Bilimleri Kurulu’ndan da çözüme yönelik açıklamalar mesajlar bekliyoruz.

Yazının Devamını Oku

Hizmet sektörüne göre yeniden yapılanma şart

25 Ocak 2021
Dünya ekonomisi hızla değişiyor. Dijital ekonomi, hizmet sektörü aldı başını gidiyor. Üretim alanları stratejik önemini korumakla birlikte ulusal ve dünya ekonomisindeki payını her geçen gün kaybediyor.

Tarım vazgeçilemez bir alanken, dünya ekonomisindeki payı giderek düşüyor. Onun yerine ekonomik büyümeden, dijital sektörler, tarım ürününü size sunan lokantalar, kafeler veya ürünleri ayağınıza getiren lojistik hizmet veren firmalar ekonomiden daha çok pay alıyorlar. Hal böyle olunca hizmet sektöründeki büyüme, paradigmaların da değişmesine neden oluyor. Ancak bu değişimin ben de dahil pek çoğumuz farkına varamıyoruz.

*
TÜİK’in yayınladığı işgücü istatistiklerine baktığımızda bile değişimi net görebiliyoruz. 2020 Ocak verisine göre istihdam dağılımı şöyle oluşmuş: Yüzde 16,0 tarım, yüzde 20,7 sanayi, yüzde 5, inşaat, yüzde 58,1 ise hizmet sektörü. Rakamlar 2013 Ocak ayında ise şöyleymiş: yüzde 22,4 tarım, yüzde 19,9 sanayi, yüzde 6,3’ü inşaat, yüzde 51,4 hizmet. 7 yılda 7 puana yakın bir değişim yaşanmış hizmet sektörü istihdamında. Kaldı ki son rakamlarda pandeminin olumsuz etkileri de var kuşkusuz.
Bunlar sadece istihdam rakamları. Ekonomik büyüklükte gelişmiş ülkelerde ve Türkiye’de hasılanın yüzde 80-85’ini hizmet sektörünün oluşturduğu belirtiliyor.
Kritik mesele, hizmet sektörünün çalışan yapısıyla üretimin çalışan yapısında düğümleniyor.

*
Hizmet sektöründe çalışanlar direk müşteri ile karşılaşan kesimler. Üretimde böyle bir durum yok ve yıllarca buna göre insan yetiştirdik. Makinelere bakım yapan, bant çalışma sistemine uyumlu çalışanlar. Ancak iş değişti.

Yazının Devamını Oku

İki çift söz de benden

23 Kasım 2020
Sosyal medyada en çok konuşulanlar arasındaki yerini aldı Bursalı Berkun Oya’nın, Bir Başkadır dizisi. Hakkında olumlu ya da olumsuz düşünceler paylaşıldı. Meraklı olanlar bu düşüncelerdeki payını dağarcığına çoktan yükledi bile.

Öncelikle ben diziyi beğenenlerdenim. Söylendiği gibi başta Öykü Karayel ve Fatih Artman ve Funda Eryiğit olmak üzere oyunculuklar çok inandırıcı. Karakterler ince ince işlenmiş.
Film izlerken, kitap okurken hep inandığım bir şey var, o da eserleri sadece yazanın anlatmak istediğiyle değil, sizin anlamak istediğinizle de şekillendiğidir. Aslında kitabın bendeki etkisine odaklanırım çokça. Kitap, film, tiyatro her ne olursa olsun bendeki duygu ve düşünceleri hareketlendiren bir şeyse, o olmuşlar sınıfına girer benim için.
Kişisel bir durum irdelemesi değil, aksine kendi gerçekliğimizin mutlaklık bataklığına düşmemesine açıklık getirmeye çalışıyorum. Kendi bakışımızı ya da eser yaratıcısının yaptığını o mutlaklıkla değerlendirmeyi yanlış buluyorum. Ortaya konulan ve sanat olduğunu düşündüğümüz eserin bizi harekete geçirmesi bence en önemli belirleyicidir. Harekete geçtikten sonra, o eser artık sizin olmuştur ve siz neresini büyütürseniz o eser sizin için odur.

*
Örneğin Cesur Yürek, benim için özgürlüğün önemini anlatan bir eserken, kimi için Hollywood’un İngiltere’ye aba altından sopa göstermesidir.
Martin Eden, kimine göre aydın kavramına eleştirel bir yaklaşım iken, bana göre sınıfsal yerini belirleyemeyen birinin köksüzlüğünün destanıdır.
Gelelim Bir Başkadır mini dizisine. Uzun zamandır çevremde ve kafamda tartıştığım kutuplaşmaya, kendisini diğerinden farklı sanan insana, Türkiye’ye belki de ayna tutması açısından önemli. Bazıları, hakim olan sosyal ve siyasi yapının güzellemesi olarak görüyor diziyi. Yönetmenin böyle bir fikri varsa da bana geçmedi. Şeytanın ayrıntıda gizli olma haline inanırım ama siz şeytana karşı efsunluysanız, o ayrıntıda kendi kendine takılır gider bence.

*

Yazının Devamını Oku

Cari açığa çözüm

16 Kasım 2020
Malum döviz konusunda sıkıntılar yaşıyoruz. Cari açık, yabancı sermaye çıkışı, yerleşiklerin TL yerine dövizi bir yatırım aracı olarak benimsemesi döviz ihtiyacımızı körüklüyor.

Sermaye çıkışı ve döviz tevdiat hesaplarına yönelme eğilimi iktidarın aldığı kararlarla bir yoluna giriyor zaman zaman. Net hata noksan kaleminin önemli girdileri içinde yer alan bavul ticareti ve turizmde ise pandemi etkisi görülüyor. Yani orada da pandeminin geçmesi beklenecek gibi.
Asıl büyük mesele cari açıkta.

Cari açığı basitçe döviz cinsinden gelir gider garkı dersek, giderlerimizdeki fazla bize açığı verecektir.
Malum pandeminin cari açığa olumlu olumsuz etkileri oldu. Kısmen tüketim azaldı, yurt dışına çıkışlar azaldı, ithalat düştü. Karşılığında, turist daha az geldi ve ülkemiz ithalat esaslı üretim gerçekleştirdiği için üretim de düştü. Son yıllarda cari açığımız 20-25 milyar dolarları buluyor. Ve ülkemiz hep cari açıkla büyüyor.

BUSİAD’IN online Çekirge Toplantısı’nda Türkiye’nin cari açıksız büyüme gerçekleştirmesinin mümkün olup olmadığının sorulduğu Piri Reis Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, bunun hangi şartlarda mümkün olacağını anlattı.

Prof. Dr. Aslanoğlu, “İthalat faturasını, mümkünse enerji ithalat faturasını kısılması gerekiyor. Böyle olursa cari açıksız büyüme olabilir. Yüzde 85 fosil yakıtla üretim yapılıyor. Türkiye, rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji ile üretim yapmalı” diyor.
Haklı mı peki? Yerden göğe kadar haklı. Rakamlar doğruluyor. 2019’da Türkiye’nin 202 milyar dolarlık ithalatında enerjinin faturası yüzde 4.2’lik düşüşe rağmen 41 milyar dolar. Yani cari açıktan fazla bir rakam.

Burada gerçekleştirilecek bir telafi döviz ihtiyacımızı da düşürecek.

Yazının Devamını Oku

Yüreklerdeki kırıklar

10 Kasım 2020
İçinde bulunulan yıldan memnun olduğumuzu hatırlamam hiç. Kişisel olarak iyi geçen yıllar olmuştur elbet ama genel olarak içinde olunulan yıldan kurtulmak isteriz.

Yaşadıklarımız, sanki bizden habersiz geçip giden zamanın suçuymuş gibi. Hep ileri sarmak isteriz zamanı. Adam Sandler’ın başrolünü üstlendiği Click filmindeki gibi; hep ileri. Sonra bir bakarsınız ki işler istediğiniz gibi gitmemiş.
Mesela 1993 yılında olanları hatırlatayım size kısaca, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Adnan Kahveci, Turgut Özal öldü ya da öldürüldü. Sivas, Başbağlar ve Bingöl katliamları yaşandı. Bu yıla kötü derken geçmiş ve gelecekte yaşanacak kötü yıl ve yıllar olacağını da unutmayalım.
Evet çok kötü başladık ve kötü gidiyor 2020. Ama bunlarla daha da dayanıklı olacak atlatanlarımız. Umarım kahve gibi oluruz da ısınan suya tat veririz. Korkum yumurta gibi ısınan suyla katılaşmamızdır.

*

Bazen yaşanan olayların yüreklerimizi katılaştırdığını görmek yaşanan olaydan daha çok koyuyor insana. Ayda ve Elif bebeklerin verdiği umut olmasa, sosyal medyadan fışkıran iğrençliklere kendini kaptırıp onlara benzemek de var. Yoksa deprem, sel ve hastalıkla gelen ölümler hep oldu hep olacak.
Bizi ayıran kırıklar depremden olsun yeter ki. Bu kadar karşıya koymak başkasını ve onun ölüsü üzerine ağır cümleler kurmak daha çok yaralıyor insanı.
Dedim ya, en kötü yıl bu yıl mı bilinmez ama en kötü yürekli olduğumuz yıllara girdiğimiz gibi bir hisse kapılmıyor da değilim.

*

Yazının Devamını Oku